İstatistiğin istismarı

"Şunu hemen belirtmem gerekir ki, bütçe açığı, cari açık, enflasyon ve faiz gibi veriler, kendi başlarına bir sebep değil, alt-yapıdaki reel ekonominin işleyiş göstergeleridir. Diğer bir deyişle, sayılan parasal göstergeler kendi başlarına bir değer ifade etmeyip, ekonomik işleyişin ilgili göstergelere yansıyan sonuçlarıdır."

Her ayın belli gününde devlet babanın canından çok sevdiği ve her koşulda bağrına bastığı çocuklarına yönelik istismar verileri, diğer adıyla istatistik verileri (nasıl olsa, iki sözcükte “ist” başlangıç harfleri ile açılıyor) açıklanmaktadır. Çocuklar da bu verilere o kadar alıştı ki, artık verilere değil, pazardaki etiketlere bakmaya başladı. Ne de olsa, çocuklar da artık büyüyor ve akıllanıyor. Halkımızın, babanın kendilerine sunduğu değerler yerine pazar fiyatlarına bakmaya başlaması devlet babanın da hoşuna gitmektedir. Öyle ya, bu süreçte devlet babanın yayınladığı verilerden şu veya bu şekilde devlet baba politikaları sorumluluktan kurtulmaktadır. Zira pazar fiyatlarının oluşumunda nakliye maliyetlerini, çıkarcı pazarcıları(!) ve tüm fırsatçıları sorumlu tutmaktan devlet babaya sıra gelmemektedir. Böylece, “cambaza bak” oyunuyla enflasyondan doğrudan politikacılar sorumlu tutulmadığı gibi, politikacının dahi inanmadığı verilerle maaşlar istenildiği kadar baskılanabilmekte, özgürlükten çok sadakat anlayışı kölesi çocuklar da bu politikaya “eyvallah!” la yetinmektedir.

Benzer oyun faizlerin baskılı tutulması döneminde de oynandığı gibi, günümüzde gereksiz faiz indirimi politikasında da, belki de bir erken seçim gürültüsünde piyasaları biraz canlandırmak amacıyla sürdürülmektedir. Hatırlayalım, anlamsız ‘nas’ politikası dayatmasında bir taşla iki kuş vurulmadı mı? Bu oyunda da basiretli halkımız seçimlerde ana sorumluyu bir kez daha başta tacı etme basiretini(!) göstermede tüm dünyayı kıskandıracak başarı sağlamadı mı? Her Allah’ın kulu biliyordu ki, faizin nas ile hiçbir ilgisi yoktu, zira nas anlayışında faiz konusuna gelene dek kamu ve özel sektör işleyişinde daha neler vardı, neler. Neyse, suçlama radarına girmeden şu kadarını söyleyelim ki, nas uygulamasasından kimler nasıl yararlandı, nasıl devlet babayı ‘kur korumalı mevduat hesabı’ saçmalığı ile arkalarına aldılar ise, aynı dönemde yapay canlılığa kavuşturulan piyasalar gölgesinde seçimler de kotarılmaya çalışıldı ve epey bir başarı kazanıldı da! Babanın şefkatı çocuklar üzerinde olduğu, çocukların da babaya yönelik anlayışı sürdüğü sürece daha neler göreceğiz, neler!

İki gün evel yine TÜİK kutsal ibadetinde hiçbir aksama göstermeden bu aylık görevini de büyük bir başarı ile yaptı. TÜİK’e göre Ocak ayında aylık enflasyon % 5,03 imiş. Oysa, on-onbeş gün önceki Aralık ayında, yani ücret ve maaşların belirleneceği dönemde, Allah’ın hikmetine bakın ki, enflasyon verisi Ocak ayının yaklaşık beşte biri kadarmış. Hayret! Ocak ayında ENAG’a göre aylık enflasyon, TÜİK verisinin yaklaşık iki katı kadar, % 8,22 olarak ilan edildi. Yıllık enflasyon oranlarına bakarsak, ENAG’a göre % 81,10, TÜİK’e göre ise 42,20 olarak verilmiştir. İki kurum verileri arasındaki bu anormal farka ilgili kamu kurumu mensupları da inanıyor olmalı ki, ‘halkı yanıltma ve/veya isyana teşvik vs’ gibi gerekçelerle dönemin yargı çarkına almıyor! Peki, eğer özel kurum verileri halkı yanıltmıyorsa, kamu kurumu acaba nasıl veya hangi gerekçe ile meşkûk verilerle halkı uyutmaya çalışıyor ki? Demek ki, istatistik oyunlarında ne bir kast aranmalı ne de bir suç unsuru!

Her ay bu saçma istatistik verilerini, daha doğrusu çarpıtılmış verileri tartışmaktayız. Sonuç ne oluyor diye baktığımızda, hiçbir siyasi ya da ekonomik sonuca ulşamadığımızı çok net olarak görüyoruz. Hayır, aslında bir sonuca, hatta çok önemli bir sonuca ulaşılıyor; meşkûk kamusal veriler ve boş kazanı çınlatan halk eleştirileri nakaratı tam da siyasi kadronun halkı sürüklemeye ve böylece soğurmaya uygun gördüğü boş eleştiri ve enerji boşaltma havuzu oluşturmaktadır. Zira bizler bu açıklanan serileri eleştirirken, eleştirilerimiz güçlenmemekte, fakat farkında olmadan verilere alışıyoruz, hatta kanımızı emen zalim verileri tüm yoksullaşma sebebi olarak görmekten uzaklaşıp, mazoşisttik bir yaklaşımla enflasyonu ve politikacıların üstün sınıflar lehine uyguladığı politikaları içselleştirip, zımnen onaylamış oluyoruz. Bu zalim verilerin müsebbibi hükümet olduğu halde, toplumun içine sürüklendiği böylesi pasifist halet-i ruhiye ile oluşan siyasi yargılarımızla siyasileri ne yıkabiliyor, ne de sarsabiliyoruz. İşte, öğrenilmiş zavallılık tam da budur!

Hal bu ise, her ay önümüze koyulan bazı verilerle uğraşmayı bir tarafa bırakıp, doğru veya yanlış, verileri böylesi şekillendiren ana yapıya bakalım ve bu yapı ile ilgili politikalara eğilelim. Fiyatlar düzeyi ve fiyatlardaki oynamalar ekonominin işleyiş göstergeleridir. Diğer bir deyişle, içinden geçtiğimiz enflasyon reel sebeplerden mi kaynaklanıyor, yoksa bütçesel ve parasal bir sorun mudur meselesine yönelmeliyiz. Biraz teknik kavramlarla açıklamak gerekirse, enflasyon olayı mali işileyişle mi, yoksa reel süreçlerle mi ilgili bir sonuçtur, diye süreci sorgulamamız gerekmektedir. Şunu hemen belirtmem gerekir ki, bütçe açığı, cari açık, enflasyon ve faiz gibi veriler, kendi başlarına bir sebep değil, alt-yapıdaki reel ekonominin işleyiş göstergeleridir. Diğer bir deyişle, sayılan parasal göstergeler kendi başlarına bir değer ifade etmeyip, ekonomik işleyişin ilgili göstergelere yansıyan sonuçlarıdır. Cildi sararan bir hastanın karaciğerine değil de cildine bakmak ne kadar gereksiz ve sonuç alınamayacak bir eblehlik ise, aynı şekilde ekonominin alt-yapısal reel sektör işleyişinin atlanıp, salt faiz, fiyat ve cari açık gibi göstergelere bakmak da bir o kadar yanlıştır. Hal böyle olunca, söz konusu göstergeleri düzeltmeye çalışmak da tam anlamı ile anlamsız ve nafile bir çabadır.

Durum bu ise, bizim nerelere bakmamız ve ne tür önlemler üzerinde düşünmemiz gerekir? Eğer her ay halkımıza bilgi sunarcasına ilan edilen bazı veriler birer ana sebep değil de sonuçlar ise, sonuçlarla saatlerce tartışmak yerine, ana sebeplere gitmeliyiz, yani üretim süreçlerini, üretimde verimliliği, hammadde sorununu, üretim yeri ile piyasa mekânları ve yaratılan değerlerin toplumsal arenada paylaşımı konuları arasındaki bağlantılar gibi reel sorunlara bakmalıyız. Eğer durum bu ise, buna ilişkin şu soruyu sormalıyız: Neden ana sebebe gitmeden, göstergelerle uğraşıyoruz ve göstergeleri düzeltmeye çalışıyoruz? Burada mesele şudur: Türkiye 1961 Anayasası ile Planlama-Programlama-Bütçeleme sistemine geçmiş idi. Bu sistemde, ülkenin ihtiyacına göre beşer yıllık reel planlar yapılacak, her yıl büyük planın beşte birinin uygulanması programlanacak ve yıllık kamu bütçeleri de yıllık programların parasal değeri olarak oluşturulup, uygulanacaktı. Birinci ve ikinci planlar oldukça başarılı uygulandıktan sonra, maalesef, üçüncü plandan sonra siyasi hedefler ekonomik plan kavram ve uygulamasının önüne geçti.

Planlama dönemleri reel ekonomi dönemleri idi. Özal dönemi ve sonrasında küresel ekonomi finansal alana savrulurken, müzmin cari açık sorunu nedeniyle Türkiye ekonomisi de çaresizce finansal sömürü alanına girdi. Özal döneminin “sıcak para politikası “adeta bir madde bağımlılığı gibi ekonomiye yapıştı. 2000 IMF-Derviş programı da “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” gibi tantanalı, fakat bir o kadar da aldatmaca bir programla, Orta Vadeli Program (OVP) uygulaması ile ekonomiyi finansal sömürü alanında pekiştirdi. OVP uygulamasına göre, gelecek üçer yıllık dönemler itibariyle bütçe açığı, cari açık, enflasyon ve faiz haddi konuları saptanıp, ekonomi bunlara uyumlu olmaya zorlanacaktır. Dikkat edilirse, buradaki hedef, ne reel ekonominin işleyişi, ne de halkın refah düzeyidir. Buradaki hedef, ülkeye sıcak para çekebilmek amacıyla, özellikle faiz haddi ve enflasyon oranı ilk sıralarda olmak üzere, kamu kesimi borçlanma gereksinimi, cari denge ve istihdam koşullarına riayet edilmesidir. Bu hedeflerin tercümesi ise, ekonomiyi ayakta tutabilmek için, halkın özellikle büyük bölümünün yoksulluğa itilmesi pahasına ekonominin devamlı sıcak paraya mahkûm edilmesidir. Açıktır ki, 85 milyonluk bir ülkenin böyle bir ekonomik hedefi ve programı akla uygun olarak görülemez. Bu durumda, reel ekonomik alt-yapının ihmal edilmesi pahasına OVP hedefi ile yetinmek, koca bir ekonomik potansiyelin, giderek derin krize sürüklenen küresel kapitalizmin desteklenmesi amacıyla emperyalist vantuzlara bağlanmasından başka bir anlama gelmez!

Yazarın Diğer Yazıları
İstatistiğin istismarı 10 Şubat 2025
Güçler bileşkesi 31 Aralık 2024
Siyaset maşası 17 Aralık 2024