Kürt meselesi üzerine 1: “Marksizm’i aşanlar”, burjuva çözüme yanaşanlar

"Sınıflı toplumları reddetmeye kadar varabilecek olan bu görüş liberal zeminden yükselen ideolojik duruşunu çok hızlı bir şekilde siyasal plana taşıyabiliyor. Burada komün olarak ifade edilen birim aslında Kürtlere özgü bir olgu olarak lanse edilerek, devletle yürütülen özerklik tartışmalarının siyasal ayağı örülmektedir."

Abdullah Öcalan’ın yirmi yıldan uzun süredir ifade ettiği, son süreçte ise en açık haliyle ortaya koyduğu “Marksizm’i aşma” hali Kürt meselesinde gelinen aşamayı kısa bir şekilde özetlemeye yeterli.

Aslında Kürt siyasi hareketinin geldiği aşama olarak ifade etmek daha doğru olacak gibi. Çünkü Kürt emekçileri, Kürt halkının sosyolojik varlığı, Kürt sorunu ile Kürt siyasi hareketi arasındaki açı farklı saiklerle önümüzdeki yıllarda açılacak gibi görünmektedir. Bu anlamıyla Kürt emekçileri ayrı Kürt siyasi hareketi ayrı demek reel bir olguya dönüşecektir.

Amacımız tek başına bu açının geleceğini tartışmak değil. Öncelikle verili durumu ortaya koymak durumundayız.

Günümüzde Kürtlerin temsilcisi, başı, önderliği olarak görülen ve tek adam kültü olarak cisimleşen Öcalan’ın Marksizm’le olan hesaplaşmalarının bu anlamıyla nereye denk düştüğü ve sonuçlarını açmaya çalışalım. Elbette, önderliğin tek bir kişide cisimleşiyor olması, siyasi hareketin temsilcilerinin ya da başka odaklarının bu durumdan azade olduğu göstermeye yetmeyecektir. Bu anlamıyla herkes işin içindedir. Tersinden ise, Kürt siyasi hareketi ya da Kürt emekçileri içerisinden sınıfçı, Marksist, devrimci, sosyalist ve komünist kişiler ve odaklar illaki çıkar ve hatta çıkmaktadır. Kürdün devrimcisi, komünisti olmaz mı? Tabii ki olur.

Kürt siyasi hareketinin geldiği aşamayı özetlemek gerekirse ideolojik olarak sol, sınıfçı ve Marksist tezlerden kopuş; özellikle 1990’lı yıllarda yükselen post-Marksist tezlere yaklaşım görürüz. Burada söylenen şeyi şöyle özetlemek yeterli: Tarihi ilerleten olgunun sınıf savaşımı olduğunun reddi ve yerine devlet ile komün adı verilen bir yapının arasındaki karşıtlığın konulması.

Sınıflı toplumları reddetmeye kadar varabilecek olan bu görüş liberal zeminden yükselen ideolojik duruşunu çok hızlı bir şekilde siyasal plana taşıyabiliyor. Burada komün olarak ifade edilen birim aslında Kürtlere özgü bir olgu olarak lanse edilerek, devletle yürütülen özerklik tartışmalarının siyasal ayağı örülmektedir.

Dolayısıyla ideolojik olarak liberal, siyasal olarak ulusalcı bir çizginin izlerini taşıyan bu önerme Kürt siyasi hareketinin güncel yönelimlerinin özeti olarak ifade edilebilir. Bugünkü “çözüm süreci”nin Kürt siyasi hareketi cephesinden özeti bu şekilde ifade edilebilir.

Çok mu indirgemeci yaklaştık? O zaman biraz daha açmaya çalışalım.

Post-Marksist tezler ile bezeli bu yönelim, Kürt siyasi hareketinin gündemine yeni girmemiştir. 1960 ve 70’li yıllarda Türkiye solunun Kürt sorunu konusunda sesini yükseltmesi, buna paralel olarak Kürt ulusalcısı ve Barzanici hareketlerin Türkiye’de örgütlenmeye başlaması, bunlar dışında sol eğilimli Kürt siyasi oluşumlarının ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Soldan ve Marksizm’den çıkarak gelen Kürt siyaseti yıllar içerisinde buralardan kopuş konusunda adım adım yol almış, günümüzde ise kopuş süreci tamamlanmıştır.

Elbette bunu belirleyen çok fazla faktör olmakla birlikte, sosyalizmin geri çekilişini, Kürt siyasi hareketinin kimlik siyasetini sınıf siyasetinin yerine geçirerek ulusal siyaset haline getirmesini, Kürt halkının kurtuluşunun emperyalist kapitalist sistem içerisinde statü elde etmeye indirgenmesini baştaki sıralara yazmak gerekir.

Gelinen aşamada ortaya çıkan bazı noktaları ise kabaca şu şekilde ifade etmek doğru olacaktır:

• Kürt siyasi hareketinin, Kürt yoksullarının ve başta köylüler olmak üzere emekçi kesimlerin temsiliyetini sınıfsal anlamda üstlenmek gibi bir pozisyonu kalmamıştır.

• Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere Kürt siyasi hareketinde ulusalcı liberal bir sentez oluşmuştur. Bu çizgi güncel olarak sermaye sınıfının, onun Kürt bileşenlerinin yönelimini karşıya alabilecek bir şekilde çizilemez. Kürt emekçilerinin etnik ve kültürel hakları ise popülist siyasetin konusu olarak ele alınmaktadır.

• Kürt halkının sosyolojik olarak yaşadığı büyük dönüşüm Marksizm’i terk ettiğini söyleyen bu hareket tarafından zaten görmezden gelinmektedir. Özellikle Türkiye’deki Kürtlerin proleterleşme düzeyleri oldukça yükselmiş, aslında Kürtler içerisindeki sınıfsal ayrışma potansiyeli kapıya dayanmıştır.

• Gelinen aşamada Kürt burjuvazisinin Türkiye’de AKP eliyle kurulan yeni rejime bağlanması merkeze alınmaktadır. Bunun uzantısı olarak, bugün Kürtlerin ve Kürt siyasi hareketinin İkinci Cumhuriyet adını verdiğimiz yeni rejime eklemlenmesi gündemde ise, Kürt patron sınıfının AKP-MHP eliyle başlatılan burjuva çözüm sürecine dört elle sarılması kendileri açısından oldukça mantıklıdır.

• Kürt emekçilerinin siyasal temsilinden başlayarak kültürel ve demokratik haklara kadar olan başlıklara dair olan süreçler Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren çeşitli aşamalardan geçmiştir ve bugünlere gelinmiştir. Gelinen aşamada ise bu konularda sınıfsal gözlüğün atıldığı, meselenin kimlik siyasetinin ve yerel demokratik özerklik adı altında statü talebine, küçük burjuva ya da burjuva milliyetçi liberal akımların yönelimine indirgendiğini görmekteyiz.

Türkiye’de sermaye devletinin ve gerici faşist partilerin yeni “çözüm süreci” olarak ortaya attığı başlığı güncel siyasal bir dizi parametre üzerinden ele almak mümkündür. Meselenin terör, barış, demokrasi vb… bir dizi boyutu mevcut. Bunlara diğer yazılarda yer vereceğiz. Ancak önce sınıfsal siyasal pozisyonu yerli yerine oturtmalıyız.

Ekolojik demokratik toplum önermelerinden tutun, devlet komün ikiliği üzerinden “tarih” yazılacağını söyleyenler bugün Kürt kimliğinin Türkiye kapitalist düzeni içerisinde “kabul edilmiş” olmasını büyük bir kazanım ve aşama olarak anlatmaktadırlar. Oysaki karşımızda Türkiye’nin egemen güçleri tarafından ortaya atılan bir burjuva çözüm mevcut. Kürtlerin egemen sınıfları bu çözüm içerisinde yer almak istiyorlar. Buna endeksli hale gelen Kürt siyasi hareketi ise “ulusal çıkarlar” adına MHP ve AKP ile “çözüm sürecine” oturmakta sorun görmüyor.

Burjuva bir çözüme bu kadar rahat kayılmasının arka planında aslında sınıfçı, Marksist, devrimci ve sosyalist ideallerin terkinin olduğunu göstermeye çalıştık. Yazımızı tam da kitabın ortasından bir alıntı ile bitirmek yerinde olacak gibi görünüyor. Bugün Erdoğan ve Bahçeli ile birlikte adı sıkça anılan Abdullah Öcalan’ın şu fikirleri herhalde burjuvalara ve kapitalistlere pek de uzak gelmeyecektir:

“İmparatorluk kitabının yazarları (Hardt-Negri) değer teorisini ele alıyorlar, değer ölçülemez diyorlar. Bazı sonuçlara ulaşıyorlar. Marks’ın değer teorisi yanlış. Aslında Kapital’i de çok iyi inceleyemedim, ama son tahlilde işçi sınıfı ile burjuva sınıfının birleşip pay alma savaşıdır. (…) İşçi sınıfı ile burjuvazi birleşip sonra toplumu sömürüyorlar. Değer teorisinin özü budur. İşçi sınıfının bu eksenli devrimciliği safsatadır.”(*)

Kimse merak etmesin bu ülkede Kapital’i çok iyi inceleyen, Türk ve Kürt emekçilerinin kurtuluş yolunu açacak olan devrimciler mevcuttur…

(*) Abdullah Öcalan, Demokratik Konfederalizm Manifestosu (2004)