Kürt sorununda çözüm mü, rejime meşruiyet mi? "YETMEZ AMA EVET KOMİSYONU"
Onlar açısından “Yeni bir rejim” gerekiyor. Ya da başka bir deyişle Irak ve Suriye değişirken Türkiye’nin stabil kalması mümkün mü? Emperyalizm, bölgeyi yeniden tasarlıyor ve Türkiye kapitalizmi bu yeni tasarıma rejim değişikliği ile uyum göstermeye çalışıyor. Emperyalizmin hedefi olmaktansa uyumlu taşeronu olmayı tercih eden bir dış siyaset 20 yıldır ülkemizin başında bulunuyor.
“Terörsüz Türkiye” adıyla kodlanan ve Kürt sorununda çözüm süreci diye adlandırılarak Bahçeli-Erdoğan-Öcalan tarafından çerçevesi ve yönü çizilen “yeni Kürt politikasının” güncel tartışma başlıklarından birisini Meclis’te kurulmak istenen “komisyon” oluşturuyor.
Komisyonun kimin tarafından önerildiğinin bir yerden sonra önemi yok. Öcalan’ın özel olarak vurgusu bilinirken komisyon doğrudan Bahçeli tarafından dile getirilmişti. AKP kanadında ise belli bir süre sessizlik hakimken Erdoğan’ın böylesi bir komisyona karşı durduğu basına yansıyan kulis bilgileri arasındaydı. Bu bilginin güvenirliği elbette çok tartışmalı. Öte yandan komisyon önerisi, CHP’nin, “Kürt sorununda çözümün adresi kapalı kapılar arkasında pazarlık değil Meclis’tir” siyasetine tam olarak oturduğu için, CHP açısından ancak komisyonun karar usulüne yönelik itiraz gelmiş, sonrasında komisyona üye verileceği de dün itibariyle ilan edilmişti.
İYİP ve Zafer Partisi böylesi bir komisyona üye vermeyeceğini ilan etmiş, bunu da belli açılardan MHP’yle siyasi rekabet üzerinden gündeme getirmektedirler. Yoksa altılı masanın kurucu partilerinden birisi olan İYİP’in bu tavrının çok tutarlı sayılması mümkün değildir. Zamanında DEM Parti’nin altılı masanın dışarıdan destekçisi olduğu herkesin malumu.
Asıl tartışma konusu ise CHP’nin komisyona girmesi üzerine. Gerek milliyetçi kesim gerekse soldan CHP’ye yönelik eleştiriler var. Ancak CHP’nin helalleşme ve normalleşme siyasetinden sonra böylesi bir adım atması garipsenmemeli. Meclis’te milletvekili bulunan EMEP, DEM Parti’yi yalnız bırakmayarak komisyonda yer alacağını ilan ederken, TİP ise CHP’nin tezlerinin neredeyse aynısını söyleyerek tutumunu en son söyleyenlerdendi. CHP komisyona evet dedikten sonra TİP bir gün sonra komisyona üye vereceğini duyurdu.
Ancak ilginç olan CHP’nin komisyona girme kararını CHP Genel Başkanı Özel’in Silivri ziyareti sonrası ilan etmesi. Komisyon’un karar usulünde salt çoğunluk şartını öne süren Özel, bu şartın kabul edildiğini ve komisyona katılmama tutumlarının artık söz konusu olmayacağını ilan etmişti. Öte yandan daha önce yapılan bazı açıklamalar ise kafalarda soru işaretlerine neden oluyor. “Önce tutuklular bırakılsın, komisyona o zaman bakarız” minvalinde Özel’in ya da DEM Parti eş başkanı Bakırhan’ın “gir komisyona, al tutuklu belediye başkanları” şeklindeki sözleri akla geldiğinde ortada bir pazarlık olup olmadığı sorusunu da beraberinde getiriyor. Silivri cezaevinde bulunan gazeteci Fatih Altaylı’nın CHP’nin bu kararının zor bir karar olduğunu ama desteklenmesi gerektiğine dair sözleri de ayrıca not edilmeli… Hangi pazarlıkların arka kapı diplomasisiyle yürütülüp yürütülmediğini ise göreceğiz.
Ancak kurulan komisyon konusunda bazı olguları ortaya koymak gerekiyor. Bu meselenin, -salt Meclis içi siyaset oyunu olarak değil- Türkiye’nin geleceğinde önemli bir role tekabül edeceği için üzerinde durulması gerekiyor.
İddia edilen, Kürt sorununda çözümün Meclis çatısı altında konuşulması. MHP ve AKP buna milli çözüm diyor. DEM Parti ise, “Kürt sorununun çözümü ülkenin demokratikleşmesinin yolunu açacaktır” iddiasını taşıyor.
CHP’nin ise arada kaldığı açık. Bir yandan “19 Mart darbesi” ve “Ak Toroslara” karşı siyasal mücadele veriyor diğer yandan İmamoğlu’nun Kent Uzlaşısı siyasetini elinin tersiyle itemiyor. Aslında CHP’nin Kürt siyasetiyle yakın durması, AKP-MHP’nin yakın durmasından daha normal. CHP bu sıkışmayı, komisyona şartlı girmekle aşmaya çalışır gibi.
Komisyona yüklenen anlamlar böyle.
Ancak komisyonda AKP ve MHP’nin 25 oyuna karşılık CHP’nin 10 oyunun olması, başta DEM Parti olmak üzere diğer partilerin oylarını anahtar haline getirmesi, CHP’nin koyduğu şartın can alıcı bir şart olmadığını gösteriyor.
Öyleyse komisyon konusunda bazı noktaların altını çizmek durumundayız. Bunlar 3 başlık altında toplanabilir:
Emperyalizmin Ortadoğu siyaseti ve planları, AKP eliyle kurulan gerici rejimin yerleşmesi ve ülkenin demokratikleşme başlıkları ekseninde bir tartışma yürütülebilir.
Kürt sorununda “demokratik çözüm” ya da “milli çözüm” adlarıyla gündeme getirilen komisyon konusunda kimse Ortadoğu’daki gelişmeleri ve emperyalizmin bölgesel siyasetini ağzına almıyor, bunu gündem bile yapmak istemiyor. Ancak emperyalizm hem kendi hem de bağlantılı olarak İsrail’in çıkarları için bölgede güçlü ulus devletler istemediği bilinen açık bir gerçek. Körfez Arap emirliklerinin birer krallık olduğu belli ve bu ülkelerin İbrahim Anlaşmalarıyla beraber emperyalizm ve İsrail’in yanında saf tuttukları yine herkes tarafından biliniyor.
Irak ve Libya’dan sonra Suriye’ye de müdahale edilerek, özellikle Irak ve Suriye’nin etnik-mezhepsel eksenler üzerinden parçalanmış devletlere dönüştürülmesinin adım adım uygulamasını izliyoruz. Özerk bölgelere ayrılmış federatif bir Irak ve Suriye’nin hem emperyalizmin genel isteğinin hem de bizzat İsrail’in doğrudan hayata geçirmeye çalıştığı bir siyaset olduğu bizzat ABD elçisi tarafından dile getirilmektedir. “Irak’ta nasıl Barzani yönetimi Türkiye ile çalışıyorsa, Suriye’nin kuzeyinde PKK yönetimindeki bir özerk yönetime de Türkiye’nin alışması gerektiği” tez, aslında emperyalizmin bölgesel siyaseti. Bu tez bugün bizzat AKP’liler tarafından dile getirilmeye başlanmıştır.
O açıdan Türk-Kürt-Arap vurgusu Erdoğan tarafından yapılırken, Bahçeli’nin “terörsüz Türkiye” ambalajıyla gündeme getirdiği yeni siyaset, aslında emperyalizmle ve İsrail’le danışıklı ya da paralel siyasetin bir tezahürü olarak görülmeli. Suriye’yi parçalama siyasetine ortak olanlar ne Filistin davasını sahiplenebilir ne de Kürt sorununda samimi bir rol oynayabilir.
İşin bir başka tartışma konusu ise şu: Irak ve Suriye’den sonra sıranın İran’a geleceği herkesin üzerinde mutabık olduğu bir konu. Burada Türkiye’ye nasıl bir rol verildiği bu rolün karşılığında PKK’nin Türkiye’de silah bırakıp bırakmadığı henüz konuşulmayan başlıklardan birisi. Ancak Lozan’ın tartışılmaya açıldığı bir ortamda emperyalizmin Ortadoğu hedefine 1923 Cumhuriyeti’nin paradigmalarıyla gidilemeyeceği açık.
Onlar açısından “Yeni bir rejim” gerekiyor. Ya da başka bir deyişle Irak ve Suriye değişirken Türkiye’nin stabil kalması mümkün mü? Emperyalizm, bölgeyi yeniden tasarlıyor ve Türkiye kapitalizmi bu yeni tasarıma rejim değişikliği ile uyum göstermeye çalışıyor. Emperyalizmin hedefi olmaktansa uyumlu taşeronu olmayı tercih eden bir dış siyaset 20 yıldır ülkemizin başında bulunuyor.
Üniter devlet ile laiklik ise böylesi bir “uyumlu taşeronluğa” uymuyor. İşte tam da bu nedenle komisyonun bir başka önemli noktası aslında Türkiye’de rejim değişikliğinin yolunun yapılması olarak karşımıza çıkıyor. Anayasal değişikliğe zemin oluşturacak komisyonun asli anlamı işte böylesi bir rejim değişliği niyetidir. Bu rejim, nasıl Suriye ve Irak’ta ulusal bir devlet yerine federatif bir modeli zorluyorsa benzer bir elbise Türkiye’ye de biçilmek istenmektedir. Bahçeli’nin Lübnanlaşma önerisi boşuna söylenmemiştir. Kürtlere pay verilirken Alevilerin de ağzına bir parmak bal çalınmak istenerek sürecin hem yolu yapılıyor hem de toplumsal destek aranıyor.
İşte Kürt sorununda çözüme hizmet edeceğini düşünmenin yanılgısı tam da burada başlıyor: Emperyalizmin niyet ve planlarını yok saymak. Emperyalizmin ve Siyonizm’in çıkarları doğrultusunda ülkemiz de dönüştürülüyor. Bu “dönüşüm” gerçeği, “işte Kürt sorununda çözüm fırsatı” ile örtülmeye çalışılıyor.
Sorun da buradan çıkıyor. Kürt sorununda çözüm ile emperyalist çıkarlar ya da Kürt sorununda çözüm ile gerici rejim doğrudan birbiriyle ilişkilendiriliyor.
Bize göre Kürt sorununda çözümün yolu emperyalizmden ya da gerici yeni rejimden çıkmaz.
Doğrudan cihatçı terör gruplarını destekleyen, Suriye’nin yıkımında emperyalizm ve İsrail ile ortak olan, 23 yıldır istibdat rejimini temsil eden AKP’den demokrasi beklenemez.
Aynı şekilde yıllardır ülkede sola, demokratik güçlere ve başta Kürt yurtseverlere olmak üzere şiddet ve terörün adresi olan, bugün mafya babalarını makamında ağırlayan bir MHP’den de demokrasi beklenmesi eşyanın tabiatına aykırıdır.
Kürt sorununda çözüm adıyla kurulan komisyon, aslında Kürt sorunu kılıfı altında başka niyetlerle maluldür: Türkiye’de yeni rejimin kuruluşu, emperyalizmin Ortadoğu’daki planlarıyla doğrudan ilişkilidir. İtiraz edilmesi gereken nokta burasıdır. Kürt sorununda çözüme evet, ancak istibdat rejiminin yeni anayasasına, ABD’nin böl yönet siyasetine elbette hayır. Türkiye demokratikleşmeden ve emekçilerin çıkarları korunmadan Kürt sorununda çözüm tam bir yanılsamadır.
İstibdat rejiminden demokrasi ve emekçilerin çıkarlarını beklemek ise gaflettir.
2010 yılında anayasa değişikliği için referanduma gidildi. Yetmez Ama Evet siyasetinin nasıl bir ihanet içinde olduğunu çok iyi hatırlıyoruz. Yargı FETÖ’ye teslim edilirken, 1923 Cumhuriyeti’nin ilerici bütün kazanımlarının ortadan kaldırıldığı bir karşı devrim süreci yaşadık. Demokrasi gelecek diye evet oyu verenler, sonrasında tek adam rejimi karşısında nasıl da şaşırmışlardı.
Bugün de benzer bir durumla karşı karşıyayız. Bu komisyon olsa olsa “yetmez ama evet komisyonu” olabilir. Yetmez ama yine de evet denmekte, ülkenin gerçek sorunu ve egemenlerin asıl niyeti “Kürt sorununda çözüm” söylemiyle gölgede bırakılmaktadır. AKP ve MHP tarafından önerilen komisyon yeni bir Yetmez Ama Evet siyaseti olarak bir kez daha istibdat rejiminin teknesine su taşımıştır.
Biliyoruz ki ülkenin gerçek sorunu çözülürse, Kürt emekçileri de kurtulacaktır. Buradan son olarak şu söylenmeli: Gerici AKP ve faşist MHP ile değil, ülkenin ilerici ve yurtsever güçleriyle Kürt emekçileri omuz omuza verirse laik, demokratik ve bağımsız bir Türkiye mümkün olabilecektir.
Yeni bir Cumhuriyet için ileri…