Esin Yorulmaz
İnsan ki bir kuş, dünya ki bir dal…
Ve böyle başlayınca bu sevda…
Ölmek için yaşadığımız yeter,
yaşamak için ölelim biraz da! (*)
15. yüzyıla dayanan sömürgecilik geçmişine sahip Portekiz, Afrika’dan Brezilya’ya uzanan imparatorluğunun altın çağını 19. Yüzyıl ortalarından itibaren kapatmış, çöküş dönemi ile karşı karşıya kalmıştı. İşte tam da bu dönemde, 1910’da cumhuriyet ilan edilmiş, ne var ki uzun ömürlü olamamış, 1926’da askeri darbeler dönemine girilmişti. Askeri darbeler sonrasında Portekiz’in 40 yıldan uzun bir dönemini belirleyecek olan Salazar Diktatörlüğü dönemi başladı.
1889 doğumlu António de Oliveira Salazar, akademik eğitimini Katolik olarak almış ve hayatı boyunca bu çizginin ve anti komünizmin etkileri ile varlık göstermişti. Coimbra üniversitesinde önce öğrenci, 1917 yılında da ekonomi profesörü olmuştu.
Siyasete girişi cumhuriyetçilere karşı katolik muhalefetin araçlarından biri olan Coimbra Hıristiyan Demokrasisi Akademik Merkezi aracılığıyla oldu. 1921 yılında Cumhuriyet yönetimi altındaki meclise Katolik milletvekili olarak girdi, 1926’da askeri darbenin ardından maliye bakanı oldu ama önerdiği emek düşmanı keskin politikalar göze alınamadığı için görevden ayrıldı, kısa bir süre sonra, 1928’de ekonomide yaşanan krizler nedeniyle tekrar ama bu sefer iktidarını tesis etmeye olanak veren kendi şartlarıyla geri döndü.
28 Mayıs 1926 askeri darbesi başlangıçta muhafazakar cumhuriyetçiler, köktendinciler, liberal monarşistler, faşistler ve hatta cumhuriyetçi solun bazı kesimleri tarafından desteklendi. Askeri darbenin farklı kesimleri arasındaki mücadelede ilk tasfiye edilenler ise cumhuriyetçi solcular oldu. Sonrasında da sağın tartışmasız yükselişi ile Salazar’ı iktidara taşıyan süreç birlikte ilerledi. Bu süreçte yaşanan ekonomik krize Salazar’ın patronların çıkarına ürettiği yanıtlar, bu ilerleyişi destekledi. 1930’da hala resmen maliye bakanı olan Salazar diktatörlüğün fiili ve ideolojik önderi olmuştu. 1932’de başbakan olarak atandı, kendisinden hükümet kurması istendi.
1930’ların başında muhalefetin yükselişi, sömürgelerdeki hareketlilik, İspanya’da cumhuriyetin ilan edilmesi, sırasında Salazar’ın iktidarını kurumsallaştırma yolunda sivil toplum örgütü olarak düşünülen ama siyasal partiye evrilen Ulusal Birlik ile başlayan iktidarın kurumsallaşması adımları 1933 Anayasası ile birlikte 1974’e kadar sürecek devlet yönetiminin (Estado Novo) temellerinin atılması ile devam etti. Rejimin en büyük meşruiyet kaynağı referandum ile onaylanmasıydı. Bu süreçte tüm muhalefet unsurlarının baskı altına alınması, siyasi ve sendikal liderlerin ya tutuklu ya da sürgünde olması, çok büyük bir sansür uygulamasının devreye alınması, yeni bir siyasi polis örgütünün kurulması (PIDE); diktatörlüğü kendisi için risk oluşturan unsurlardan azade hale getirdi. Siyasal partiler kapatıldı, grevler, toplantı ve yürüyüşler yasaklandı. Basına sansür uygulanmaya başlandı.
İkinci Dünya Savaşı’na girmeyen Portekiz’de, 1945’e kadar tüm muhalefetin yasadışı ilan edilmesi ile beraber siyasal temsiliyet mecrasında Ulusal Birlik tek örgütlenme olarak varlık gösterdi. 2. Dünya savaşının sonucunda ortaya çıkan siyasal ortamda muhalefete biçimsel özgürlükler tanınmasına karar verildi ama buna rağmen Ulusal Birlik’in parlamento tekelini sağlamaya, başkanın her zaman Salazar’ın seçtiği kişi olmasına devam edildi. Seçim süreçlerine dair iktidar tarafından öngörülen „tehditler“ nedeniyle Anayasa’nın değiştirilmesi gibi „önlemler“ alındığı dönemler oldu.
Salazar’ın ülkeyi 3F (Fado, Futbol, Fatima) ile yönettiği dilden dile dolaştı. Fado, kaderine razı gelme; futbol, toplumda siyaset dışı bir varlık gösterme aracı; Fatima, dinin tartışılmaz etkisi olarak kodlandı. Ama bu araçların toplumda bir sihirli değnek etkisi yaratıldığını düşünmek Portekiz’in o dönemki koşulları hesaba katıldığında oldukça naif bir yaklaşım olur. Toplumun bir yarısının öbür yarısına karşı muhbirlik yaptığı, tüm muhaliflerin ya cezaevlerinde ya da sömürgelerde sürgünde olduğu. CIA’den işkence eğitimleri alınan PIDE’nin uyguladığı baskı ve sindirme politikalarının yarattığı boşluk 3F ile elbette doldurulabildi.
Öte yandan Tanrı, Vatan ve Aile kavramları rejimin hiç değişmeyen ideolojik simgeleriydi.
Bütün bu negatif koşullara ragmen 1942-43 döneminde Portekiz Komünist Partisi tarafından yönlendirilen güçlü işçi grevleri oldu. 1945’de Antifaşist Ulusal Birlik Hareketi kuruldu.
Bu süreçteki bir diğer önemli gelişme de 1949’da Portekiz’in NATO’ya girişiydi.
Gençlere vaat edecek pek az şeyi bulunan Portekiz diktatörlüğünün – 1960-1974 arasında bir buçuk milyon kişi ülkeyi terk ederek Orta Avrupa’ya göç etmişti .
1960’lı yıllar sömürgelerde başlayan bağımsızlık mücadelerine şahitlik etti.
Salazar’ın 1968’deki hastalığı sonrasında fiili olarak, 1970’de ölümü sonrasında ise kesin olarak başbakan olan Marcelo Caetano siyasal olarak ülkeyi yönetmeye muktedir olamadı. Anayasa ve meclis bileşiminde yapılan kısmi değişimler, biçimsel olmanın ötesine taşınamadı. Primavera Marcelista (Marcellist Bahar) dönemi, grevler gibi kitlesel eylemlerin yanında lokal şiddet eylemleri ve askeri isyanların da görülmeye başlandığı yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Sömürgelerdeki bağımsızlık hareketleri de iktidarın geriye gidişini etkileyen bir diğer önemli faktördü.
İşte böylesi koşullarda başlayan askeri isyan, 25 Nisan 1974’de rejimi neredeyse hiç güç kullanmadan ve can kaybına yol açmadan deviren Silahlı Kuvvetler Hareketi tarafından tetiklendi. Alt rütbeli askerlerin başlattığı hareket halk tarafından büyük bir coşku ile ve karanfillerle karşılandı. Diktatörlüğe sadık Lizbon Askeri Bölgesi’nde bir zırhlı birlikte tuğgeneralin isyancılara ateş açmasını emrettiğinde askerlerin hiç birşey yapmamış olması, halkı radyodan evde oturmaya çağıran askeri kurmaylara karşı neredeyse tüm Lizbon ve Porto halkının sokaklara akması, ülkedeki tabloyu anlatmak açısından çarpıcı örnekler.
Nisan Devrimi’ni ya da diğer adı ile Karanfil Devrimi’ni başlatan isyanlarda çok az ölüm ve yaralanma gerçekleşmiş,rejim neredeyse kendiliğinden teslim olmuştur.
Portekiz halkı onlarca yıldır maruz kaldığı anestezinin etkisinden kurtulmuştu.
Cezaevlerindeki tüm politik tutsaklar serbest bırakıldı, sürgündekiler ülkeye döndü. PIDE lağvedildi.
Sermaye kaçışını engelleyen banka emekçilerinden diktatörlüğün yönetimlerini ele geçirerek içeriğini boşalttığı sendikalarını geri alan inşaat işçilerine, büro emekçilerine, greve çıkan taşımacılık işçilerine kadar sınıfın her kesimi devrim için sokaktaydı. Devrimden hemen bir hafta sonra 1 Mayıs’ta yarım milyon insan bir araya gelmişti, o güne kadar da pek çok işçi miting düzenlenmişti.
400 yıllık sömürge imparatorluğu Mozambik, Angola, Gine-Bissau‘nun ardı arkasına bağımsızlıklarını kazanmaları ile hızlıca sönümlendi. 13 yıldır devam eden bağımsızlık mücadeleleri sırasında bu mücadeleye engel olmak için sömürgelerdeki madenlerde ve tarlalarda 2 milyondan fazla emekçi seferberlikle çalıştırılmıştı.
Bir NATO ülkesinde yaşanan devrim, emperyalist güçlerde büyük bir korku yaratmış, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissenger, Şili’deki ABD’nin desteklediği askeri darbede görev yapmış Franc Carlucci’yi büyükelçi olarak görevlendirmişti. Carlucci’nin sosyal demokrasi ile devrimin dizginlenebileceği yönündeki öngörüsü haklı çıkmış, Friedrich Ebert Vakfı ve Alman Sosyal Demokrat Partisi bağlantılı, Carlucci ile yakın ilişki içerisindeki Portekiz Sosyalist Partisi lideri Mario Soares liderliğinde kurulan hükümet, devrimin sönümlendirilmesinde çok kilit bir rol oynamıştır. Devrim sürecinde oldukça büyük bir etkiye sahip olmaya başlayan Portekiz Komünist Partisi’nin varlığı bile bu süreci tersine çevirememiştir.
Tarih bir kere daha diktatörlüğün her zaman kaybettiğini göstermiştir. Öte yandan solun, emekçilerin, eşitlik ve özgürlük temelinde yükselen güçlere, komünist ve devrimci hareketlere değil düzeniçi bağlarla malul sosyal demokrasiye umut bağladığında neler yaşanabileceğinin de çarpıcı bir örneği Portekiz’de yaşanmıştır.
*Saloz’un Mavalı Sf. 103 Peter Weiss Çeviren Can Yücel 1988 Gözlem Yayıncılık
Bu haber en son değiştirildi 10 Ağustos 2025 11:12 11:12
20. yüzyılda insanlık reel sosyalizm deneyimi ile çağ atlarken, kapitalist emperyalist sistem ise bir tehlike…
25 Kasım’da tanklar bir kez daha sokaklara çıktı. Meclis, devlet kurumları, Genelkurmay Başkanlığı ve Papadopoulos’un…
Faşist iktidarın dış politikası kendi ifadeleriyle “yeni ve dinamik”tir. Roma İmparatorluğu’nu referans olarak almakta ve…
1953 yılında Madrid Paktları olarak anılan anlaşmalar ile faşist Franco’ya ekonomik ve askeri yardımlar sağlandığı,…
Komünist Enternasyonal'in de belirttiği gibi, Nazi rejimi tekelci sermayenin en gerici ve en şovenist unsurlarını…
Türkiye Komünist Hareketi'nden (TKH) yapılan açıklamada Ermenistan- Azerbaycan arasında ABD'de imzalanan anlaşmanın Kafkasya'nın ABD ve…