İlker Demirer
Bundan 10 sene kadar önce, büyük Haziran (Gezi) Direnişi’nin üzerinden iki yıl geçmişken, çeşitli çevrelerde yaptığımız tartışmalarda bir dizi tespitte bulunmuştuk. Bu tespitlerin bir kısmı yazılı tartışmalara da yansıdı. Bir kısmı ise dönemin siyasi polemiklerinin arasına sıkışıp kaldı.
Haziran üzerine yaptığımız bir dizi tartışmayı bugün hatırlatmayacağım. Ancak arada geçen bir tespiti hatırlatmak istiyorum. Haziran (Gezi) Direnişi’nin ardından ileride yaşanabilecek toplumsal ve siyasal kırılmaları tartışırken “Türkiye’de 10 yıl sonra Haziran’a benzeyen toplumsal dinamikler bir kez daha harekete geçecek, ancak bu sefer ekonomik ve sosyal yanı daha baskın hale gelecek” tespitini yapmıştık. Bu tespitin bir kısmında, süre ve dinamikler bakımından, doğrulandık. Ancak Saraçhane’deki tabloya daha yakından baktığımız zaman “ekonomik ve sosyal yanın” siyasal talepler ile bağının ya çok zayıf ya da belli belirsiz olduğunu gördük.
19 Mart tarihinden itibaren devam eden ve farklı düzeylerde, eylem, etkinlik, boykot, miting gibi farklı biçimlerde ortaya çıkan tablonun kuşkusuz Haziran’ı hatırlatan yanlarının olduğu açık. Siyasal açıdan AKP’nin çizdiği çerçeve ile mücadele eden, onun sınırlarına hapsolmayan, ideolojik-programatik açıdan ise “amorf” bir görüntü veren Saraçhane süreci, aynı Gezi’deki gibi “kendiliğinden” yanın ağır bastığı bir eylemlilik dalgasını tetikledi. Bununla birlikte 19 Mart’tan itibaren yaşanan sürecin Haziran ile ayrışan bazı temel farklılıkları da bulunmaktadır.
GEZİ VE SARAÇHANE: FARKLILIKLAR, BENZERLİKLER
Birinci farklılık Haziran direnişinin siyasal öncülüğü noktasındadır. Haziran Direnişinde siyasal öncülük anlamında belirsizlik çok baskındır. Saraçhane süreci ise Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması ile başlayan bir süreç olduğu için baskın bir şekilde CHP tarafından belirlenmiştir. Hem eylemlerin yönü hem de eylemlerin siyasal doğrultusunda öncülük çoğu zaman CHP’de somutlanmıştır.
İkinci farklılık ise Türkiye’deki rejimin aldığı mesafedir. Haziran Direnişi’nin ortaya çıktığı 2013 yılında henüz İkinci Cumhuriyet, Birincisi ile kavga hali içerisinde, kuruluş sancıları çekiyordu. Hedefi başkanlık rejiminin kuruluşuydu. Dolayısıyla rejimin kuruluş dinamiklerinin geçerli olduğu bir dönemde, önemli bir direnç birikiminin açığa çıkması ile Haziran Direnişi ortaya çıkmıştı. Saraçhane süreci ise İkinci Cumhuriyet’in kuruluş eşiği aşılmış, başkanlık rejimi kurulmuş, kurumsallaşma konusunda ise sancılar çekmektedir. Dolayısıyla da Saraçhane’de görülen tepki bir kez daha AKP’ye yönelmiş olsa da, istibdat rejimi bu kez daha hazırlıklıdır.
Üçüncü farklılık ise solun siyasal nüfuzu ve “bağımsız” siyasal hattının etkisi ile kararlılığıdır. Haziran Direnişi döneminde sol 90’ların sonunda yaşadığı likidasyon dalgasının etkisini göreli olarak kırmış, ancak karşısına karşı-devrimin olağanca yükselen dalgası çıkmaktadır. Dolayısıyla Haziran Direnişi öncesinde sol görece liberal kuşatmanın etkisini kırmış, siyasal nüfuz ve bağımsız siyasal hattının etkisi göreli olarak derli topludur.
2010 referandumundan solun ana bölmeleri Yetmez ama Evetçi dalgaya karşı anlamlı bir “hayır cephesi” örgütlemeye girişmiştir. 90’lı yıllara göre kıyaslandığında örgütsel etkileri azalmış olsa da sol 90’ların “liberal” dalgasına karşı göreli bağışıklık kazanmıştı. Dolayısıyla da Haziran Direnişi esnasında politik etki açısından sol “sıçrama” noktalarına tutunmak konusunda şansa sahipti. Ancak Saraçhane sürecinin başladığı dönemde ise sol Haziran Direnişi dönemine kıyasla siyasal nüfuz etme imkanlarını göreli olarak kaybetmiştir. Bağımsız siyasal hattın etkisi azalmış, en önemlisi politik ufuk CHP’nin ötesini göremeyecek kadar daralmıştır.
TOPLUMSAL DİNAMİKLERİN KAYNAKLARI ÜZERİNE
Bu üç temel farklılık dışında bir dizi başka farklılık daha sayabiliriz. Ancak bunlar ayrıntılar olarak görülmesi, başka tartışma başlıkları üzerinden düşünülmesi gereken noktalar. Bunun ötesinde Saraçhane süreci, Haziran Direnişi’nde kendini gösteren toplumsal dinamiklerin ve siyasal fay hatlarının üzerinden şekillenmiştir. Özellikle İkinci Cumhuriyet’in geldiği aşama düşünüldüğünde, Türkiye’de 150 yıllık ilericilik-gericilik mücadelesinin en büyük dönemecine girdiğimizi tespit edebiliriz.
150 yılı aşkındır bu topraklara damga vuran politik temsiliyet mücadelelerinde rol oynayan Anayasa başlığının bir kez daha tarih sahnesine çıktığı bir dönemde Saraçhane’de ortaya çıkan direncin İmamoğlu’nun tutuklanması ile sınırlı kalamayacağı bellidir. Toplumsal dinamikler açısından Saraçhane’nin çok ötesine geçme potansiyeli taşıyan, özellikle de emekçiler ve gençler arasında CHP’nin sandık hattının çok ötesine işaret eden hareketliliğin Saraçhane’nin işaret ettiği “dinamikler” açısından oldukça önemli olduğu fark edilmelidir.
Bugün üniversitelerde başlayan hareketliliğin ne CHP’nin siyasal ufku ile sınırlanması mümkündür, ne de onun programı ile kendini ifade etmesi olanaklıdır. Ancak, siyasal süreçlerin baskınlığı nedeniyle kısa ve orta vadede CHP tarafından bu hareketliliğin “sandık” düzlemine indirgenme olasılığı yüksektir. Bu bir tehlike değil, bir vakadır. Bu vakayı değiştirme olanağı ise ortaya çıkan potansiyelin hangi saikler üzerinden şekillendiğinin doğru kavranması ile mümkündür.
Üniversiteler ile başlayan hareketliliğin gençlerin önemli bir kesiminde “hızlı” bir politikleşme eğilimi yaratması şaşırtıcı değil. Bir süre önce yaptığımız tespitlerde gençliğin istibdat rejimi tarafından kapsanma ihtimalinin düşük olduğunu, özellikle öğrenci gençliğin “apolitik” değil, politika karşıtı diyebileceğimiz bir tutum içinde olduğunu söylüyorduk. Üniversite ve liselerde görülen bu “politika” karşıtı tutumun mevcut siyasal tabloya karşı “kendiliğinden” gelişen bir refleks olarak görülmesi, ancak bu refleksin siyasal temsiliyet, ideolojik berraklık açısından donatılmadığı her momentte ise sağ siyaset tarafından manipüle edilme potansiyeli taşıdığını da ayrıca not düşüyorduk.
Saraçhane ile gördüğümüz politika karşıtı tutumun “geleneksel” politik kurumlara doğru yöneldiği, dolayısıyla da bu tutumun ideolojik netlik kazandıkça “örgütsel” arayışlara da denk düşecek bir ivme kazandığıdır. Öte yandan bu ivmeyi belirleyen temel siyasi saikler gericiliğe karşı laiklik, memlekete karşı sorumluluk ve geleceksizliğe karşı “yeni” bir gelecek kurma arzusudur. Laiklik ve bağımsızlık ile geleceksizliğe karşı tepkinin sanıldığı gibi farklı kanallardan, aralarında “Çin Seddi” olacak şekilde ortaya çıkmadıkları görülmüştür. Bu üçlü saç ayağının yerli yerine oturtulması, örgütsel arayışlara da denk düşecek bir dilin ve tarzın tutturulmasını da sağlayacaktır.
“ÜÇ SACAYAĞI” VE “SINIFSAL DAMGA”
Bu noktada sözünü ettiğimiz üçlü sacayağının sadece gençlik ile sınırlı olmadığı, kadınlar ve emekçiler için de geçerli olduğunu da tespit etmek gerekir. Ancak hem Haziran Direnişi’nde hem de bugün Saraçhane’de gördüğümüz temel eksiklik bakidir: Siyasal süreçlere sınıfsal bir damga vurulması. Her iki süreçte de sınıfsal olanakların fazlasıyla belirdiğini ifade etmek gerekir. Haziran Direnişinde “gündüz işte gece direnişte” formülü ile somutlanan, bugün ise “boykot” çağrılarına eşlik eden “genel grev” yaklaşımının böyle bir sınıfsal olanağa denk düştüğü bilinmelidir.
Öte yandan sözünü ettiğimiz sınıfsal damganın vurulması, salt eylemlerin “işyerleri” düzeyine taşınması anlamına gelmiyor. Sözünü ettiğimiz şey; siyasal hedeflerin “demokratizm” bulamacından sıyrılması ve öteye uzanmasıdır. Böyle bir hedef söz konusu olduğunda “gündüz işte gece direnişte” formülü de, “genel grev” çağrıları da hem gerçek anlamda hayata geçebilir, hem de sınıfsal damga dediğimiz olgu gözle görülür hale gelir.
İşte tam da o nedenle Saraçhane’nin toplumsal dinamiklerine “yeni Cumhuriyet” aşısı gerekmektedir. Bu aşının direnç hatlarına dönük programatik bir hedeften fazlası olduğunu fark etmek gerekiyor. O yüzden solda yer yer kendini gösteren, 70’li yıllardan bu yana sürüklenmekten başka bir anlam ifade etmemiş aşamacılığın, “eylemlerin yol göstericiliğine aşırı güvenme” hali bir kenara bırakılmalıdır. Evet, sloganlar “dışarıdan ithal” edilemez ama siyasal formülasyonların ön açıcılığı olmadan hiçbir gerçekçi toplumsal sıçrama da hayata gelemez. Aksi durumun solun müzmin kaybedeni oynama halinden öteye bir “iz” bırakma şansının olmadığı da bir kenara not edilmelidir.
SARAÇHANE VE ÖTESİ: FORMÜLÜMÜZ NEDİR?
Öyleyse burada “yeni bir Cumhuriyet” formülünün Saraçhane’nin toplumsal dinamikleri ile nasıl bir bağ kuracağının da açılması gerekiyor. Her şeyden öte, bir kez daha açılması gereken tartışmanın Türkiye’de 100 yıllık Cumhuriyet yürüyüşünün ve toplumsal ilerlemenin “yerli yerine” oturtulması olmadığı bilinmelidir. Buraya dönük “mesafe” tayini ile toplumsal dinamiklere siyasal bir hat çizme şansı bulunmuyor. Cumhuriyet’e yakın veya uzak olarak formüle edilen tartışmaların bugünle bir ilgisi olmadığı gibi yarınla da ilgisi yoktur.
Esas mesele istibdat rejimine karşı biriken öfkenin yeni bir toplumsal düzene işaret edip etmeyeceğidir. Emekçilerin, gençlerin ve kadınların AKP’de somutlanan öfkesi ile yeni bir toplumsal düzen arayışı arasındaki mesafe kısalmıştır. Bu mesafeyi daha da kısaltacak olan “yeniden Cumhuriyet” formülünün ötesine geçmektir. Yoksa her türlü egzantrik eylem ve söylemin “anlık” ilgiden öte bir anlam taşıyamayacağı bilinmektedir.
Sol, 23 yıllık AKP iktidarı ile bu tür “anlık” çıkış ve inişlere karşı artık daha fazla “şerbetlidir”. En azından sınanmış olan bir kesimi için…
Öyleyse bunun için gözümüzü yeni ufuklara çevirmeli, “yeni bir Cumhuriyet” formülünü daha fazla tekrar etmeliyiz.
Ne kadar çok tekrar, o kadar çok kalıcılık. Başka bir hattın şansı bulunmuyor.
Buldan "Sayın Cumhurbaşkanı bizi AKP Genel Merkezi’nde değil, kendi külliyesinde kabul etti. Bu da şu…
İsrail'in Gazze Şeridi'ne 7 Ekim 2023'ten beri düzenlediği saldırılarda yaşamını yitirenlerin sayısının ise 50 bin…
Arakçi, Amerikan tarafıyla görüşmelerin dolaylı olacağını ve sadece nükleer meseleyi ele alacak ve temel ve…
Gezi günlerini hatırlatan toplumsal-siyasal tepki, AKP’nin gerici, baskıcı ve yoksullaştırıcı uygulamalarına duyulan öfkenin patlaması oldu.…
Komünistlerin Cumhuriyet’le kurduğu ilişki bu anlamıyla yaşanan vakalar üzerinden iyi ya da kötü bir biçim…
Mehmet Uçum, sarayın üfürükçübaşısı olarak üstlendiği anlaşılan vazifesinin hakkını vermek için olsa gerek, sağa sola…