Önce Irak, sonra Suriye ve bugün İran: Anti emperyalist mücadele bugün değilse ne zaman?

ABD’nin ve güçlü bir aparat olarak kullandığı gerici faşist İsrail yönetimi Ortadoğu’da bir dizayn projesi yürütüyor ve bu ikili doğalgaz ve petrol kaynakları ile bunların transferleri üzerinde mutlak hegemonya kurmak istiyorlar. Çin ve Rusya’nın bu alanlarda boru öttürmelerini istemiyor, İsrail’in güvenliği içinse İran’ın geriletilmesi gerektiğine inanıyorlar. Atılan tüm adımların arka planını bunlar oluşturuyor.

“Bu savaş bizim savaşımız değil” diyen liberal eğilimli zevat İran gündemi vesilesiyle bildiğimiz hikayeleri vaz etmeye başladı.

Söylenenlerin özü şudur: İran’da mollalar rejimi olduğu için ilerici ve devrimci güçlerin anti emperyalist görevleri ihmal etmesi caiz görülebilir. O yüzden “aslolan dünya işçi sınıfının külli mücadelesidir” diyerek işin içinden çıkalım. Emperyalizme karşı mücadeleyi merkeze koymayan bir savaş karşıtlığını propaganda edelim.

Bu çizgi, konu Irak ve Suriye olunca da aynı şekilde tepki vermişti. Irak’ta Saddam, Suriye’de ise Baas vardı. Bunların emperyalizm eliyle yıkılmasında problem yoktu. Ya da nasıl olsa iç dinamikler illaki bir gün galebe çalacaktı. Dış dinamikler tarafından yenilen yenilgiye uğrayan bir ülkenin iç dinamikleri ne zaman ve ne için zafer kazanabilir? Belki de öncelikle bu sorunun yanıtını doğru bir şekilde vermek gerekmektedir.

Bu düşüncenin tam boy liberal sahipleri emperyalizmin doğrudan bir aparatı olarak görev üstlenirler. Liberal ideolojinin etkisinde olan çevreler ise bunların acenteleridir. Onlar görüntüde anti emperyalist geçinip, anti emperyalizmin ihmal edilebileceğini söyleyip durmaktadırlar. Sınıfsal ve siyasal dinamikleri emperyalizmden bağımsız düşünen; bunları tekil bir ülkedeki kapitalizmin verili durumuna indirgeyerek buradaki sınıfsal çelişkiler üzerinden siyaset türetmeye çalışan ve eninde sonunda ekonomist ya da reformist bir çizgiye mahkûm olan günümüzün Bernştaynları işte bu çevrelerdir.

Bunların benzeri olan yaklaşımlar Suriye üzerinden de gündeme gelmişti. O zaman da “IŞİD’e karşı mücadelede anti emperyalist görevler ihmal edilebilir” denilerek Amerikan işbirlikçiliği meşrulaştırılmaya çalışılmıştı. Halbuki Suriye devleti de IŞİD’e karşı mücadele ediyordu.

Bu sefer de “kapitalist mollalar rejimi”ni meşrulaştırmamak adına anti emperyalist görevler ihmal edilebilir deniliyor. Her şekilde yollar Amerikan İsrail projesine bağlanıyor. Bu kadar da tesadüf olamaz…

Neyse konunun esasına gelirsek, İsrail’in İran’a dönük saldırısı ile başlayan ve ABD’nin İran’a saldırması ile devam eden son süreç, çok açık bir şekilde Afganistan ve Irak’ın ABD tarafından işgali ile başlayan, Suriye’ye dönük emperyalist ve cihatçı müdahaleler ile devam eden olayların yeni bir halkasıdır. Bunun adına güncellenmiş BOP da denmektedir. 11 Eylül saldırıları ile başlayan ve yaklaşık yirmi beş yıllık bir dönemin içinde olduğumuzun da ayrıca bu noktada not edilmesi gerekmektedir.

ABD’nin ve güçlü bir aparat olarak kullandığı gerici faşist İsrail yönetimi Ortadoğu’da bir dizayn projesi yürütüyor ve bu ikili doğalgaz ve petrol kaynakları ile bunların transferleri üzerinde mutlak hegemonya kurmak istiyorlar. Çin ve Rusya’nın bu alanlarda boru öttürmelerini istemiyor, İsrail’in güvenliği içinse İran’ın geriletilmesi gerektiğine inanıyorlar. Atılan tüm adımların arka planını bunlar oluşturuyor.

Emperyalist ajandada uzun yıllardır yazanları bir bir hayata geçirmek için bu adımların atıldığı bilinmelidir. Dolayısıyla “beklenmedik anlarda” karşımıza çıktığını varsaydığımız olgular bizler için beklenmedik olabilir. Oysaki ABD ve İsrail’in özellikle son iki yıldır bölgede yaşananları planlı bir şekilde hayata geçirdiklerine dair çokça veri ortaya çıkmıştır.

Ancak durumun böyle olması emperyalist, siyonist odakların bir “yenilmezler ordusu” olarak algılanması anlamına gelmemektedir. İşte bizler açısından zurnanın zırt dediği nokta tam da burasıdır. Ortadoğu’da emperyalizmi yenecek ve dolayısıyla siyonist saldırganlığa da son verecek olan güç Arap, Türk, Kürt ve Fars halklarının anti emperyalist mücadelesi olacaktır. Bunu düşünmeyen, bunu hedeflemeyen, bunu istemeyen, bunun için mücadele etmeyen, bunun için kendi ülkesinde siyaset yapmayan, bu doğrultuda kardeş halklarla ve emekçilerle ortaklık kurmaya çalışmayan ilerici, devrimci, sosyalist, komünist bir duruş olabilir mi? Siyasal mücadeleleri, toplumlar ve devrimler tarihini iyi kötü bilenler açısından haklı ve haksız savaşların ne anlama geldiği, bizlerin de savaşlara nasıl yaklaştığımız açıktır. O yüzden soyut barış çağrıları eninde sonunda emperyalizme hizmet edecektir.

Bundan yirmi küsur yıl önce bu ülkenin emekçileri Irak’ta savaşa ve emperyalist müdahaleye karşı sokakları doldurdular. Yüz binlerce emekçi ve Türkiye solu 2003 yılında Meclis’te Irak’a asker gönderme tezkeresi oylanırken Sıhhiye Meydanı’nda dev bir mitingdeydi. Velhasıl tezkere Meclis’ten geçmedi.

Sonra adım adım ülkemizdeki bağımsızlıkçı, yurtsever ve anti-emperyalist duruşun tüm kaynakları kurutulmaya çalışıldı. Başta liberaller, Amerikan işbirlikçileri, sermaye güçleri ve bunlara benzemeye başlayan sol kesimler bunun için canla başla uğraştılar ve uğraşmaya da devam ediyorlar.

Bugün sermaye devleti, Türk İslâm sentezci siyasi iktidar nedense emperyalizm karşıtlığından dem vurup duruyor. Oysaki büyük gerçek ortadadır. NATO’culardan anti emperyalist, İsrail’le ticaret ederek palazlanan MÜSİAD’çıdan “din kardeşi”, İncirlik ve Kürecik’e göz yumandan ülke çıkarlarını düşünen kimse çıkmaz.

Gerici, faşist İsrail iktidarının ve emperyalizmin İran’a müdahalesine karşı çıkmak, anti emperyalist mücadeleyi yükseltmek devrimci bir görevdir. Hangi saikle olursa olsun bu görevden kaçanlar bilin ki bizim tarafı çoktan terk etmiştir.