Partili dostunuzdan selam

Evet, bir siyasi partinin bireylere sağlayabileceği parlak olanaklarda gözüm yoksa, bir siyasi partide ne işim olabilir? Bu soruya yanıtım ikilidir. Birincisi, siyasetin işleyişini görmek, süreci anlamak, seçmen kitlesinin kapasitesi ve davranış kalıplarını izleyerek bilgilenmektir.

Değerli dostlarım, 13 Eylül Cumartesi günü, Aysel Başkan rozetimi takarak Türkiye Komünist Hareketi Partisi’nin resmi üyesi oldum. Sizlerle bugünkü sohbetimi bu konudaki düşüncelerim etrafında yapmak istiyorum.

Türkiye’de bir siyasi partiye girmenin maalesef çirkin bir görüntüsü vardır. Siyasi parti üyeliği, oradan milletvekilliği, yaşamın giderek yoksullaştığı ülkemizde bireyin öbür dünyayı bilemem ama bu dünyadaki hayatı, hatta emekliği de garantiye alınmış olur. Bu durum, ülkemiz için fevkalade acı ve çirkin bir hikâyedir. Şöyle ki, milletvekili olmak için oldukça paralı ve parti başkanına yağcı olmak, bir sonraki dönemi de garantiye edebilmek için de parlamentoda milletin değil, parti başkanının vekili olmak gibi örtülü bir koşul dayatılır insanlara. Doğrusu benim bu tür ülke trajedilerinde ne hevesim var, ne de bu yönde antrenmanlıyım; seçim propagandası yapamam, seçmen teması ve seçmeni gaza getirme manevraları konusunda yetenekli olmadığım gibi, hevesli de değilim. Peki, o zaman bir siyasi partide ne işim var?

Evet, bir siyasi partinin bireylere sağlayabileceği parlak olanaklarda gözüm yoksa, bir siyasi partide ne işim olabilir? Bu soruya yanıtım ikilidir. Birincisi, siyasetin işleyişini görmek, süreci anlamak, seçmen kitlesinin kapasitesi ve davranış kalıplarını izleyerek bilgilenmektir. Bu, işin teorik yönüdür. İkincisi ise, sempati duyduğum ve ilgilendiğim bir siyasi partinin “kurmay kademesi” nde yer alarak uygulanması gereken politikalar üzerinde çalışmak ve fikir üretmektir. Bu da işin teorik yönüdür. Akademik çevreden geldiğim için ne bir politikacı gibi seçmenin nabzını tutabilirim, ne de etkileyici şekilde seçmene hitap edebilirim. Bir örgütte kurmay ve kumanda ekiplerinin işlevsel alan ve taktikleri birbirinden çok farklıdır. Benim işlevim ikinci alan olan sahada değil, birinci alan olan, yani geri planda çalışmak olacaktır. Kurmay alanda toplumsal süreçler ve gelişmeler analiz edilir, fikirler yoğurulur, görüşler geliştirilir. Kumanda alanda ise, kurmay alanda geliştirilen fikirler ve görüşler uygun dil ve üslupla halka yansıtılır, anlatılır. Parti üyeliğinin şekilsel yönleri hakkında kısa görüşlerden sonra, şimdide parti üyeliğinin yapısal ve içsel yönleri üzerinde biraz duralım.

Muazzam komplike bir makine olarak toplumda ekonomi, aile, çalışma, medya ilişkileri gibi bir dizi alanda çok girift ilişkiler oluşarak, bu ilişkiler üzerinden toplum üzerinde hakimiyet kurma, toplumu bir yöne yöneltme, hatta toplum üzerinde dış güçlerin emellerini –emperyalist- perdeleme işlevi görebilir. Toplum atomize bireylerden oluştuğu için söz konusu girift ilişkiler düzeni genellikle görülemez, zaman zaman görülse dahi bunlara karşı gerekli önlem alınmasında toplumsal birliktelik oluşturulamaz. Benim siyasetteki amacım, ilgili alanım doğrultusunda, toplum ve herbir birey üzerindeki baskı ve sömürüyü açığa çıkarıp, karşıt toplumsal gücü harekete geçirecek önlem ve politikaların geliştirilmesinde yardımcı olarak, bireysel ve toplumsa düzeyde özgürlük alanını genişletmektir.
Çevresel konumlu kapitalist toplumların en belirgin özelliği merkez kapitalist ülkelerin ve bu ülkelerle ya da devlet örgütü ile işbirliği içindeki güçlü iç sermaye çevrelerinin toplum üzerinde örtülü baskı kurup, kendi çıkarları doğrultusunda, hem bireysel özgürlüklerin sınırlandırılması, hem de ekonominin potansiyel kalkınma hızının altında gelişme çizgisine oturtulmasıdır. Bu durumu ne yoğun sömürü altındaki emekçiler ne de genel halk layıkıyla algılayabilir. Emekçiler sendikalarda örgütlenebilir. Ancak sistemin üst-yapı kurumu olan sendikalar sermaye ile emekçiler arasındaki sorunu ve sürtüşmeleri asgari düzeyde tutarak üretim aşamasındaki sömürüyü sürdürülebilir konuma oturtmaya çalışmaktır, çünkü sendikalar sisteme karşı örgütler değil, sistem içi örgütlerdir. Sendikalar aktif siyaset yapamaz, toplumla iletişimde siyasi propagandada bulunamazlar. O nedenle sendikaları sermayeye karşı ve emeğin yanında değil, en iyi ihtimalle emekçi ile sermaye ve devlet arasında uzlaşmacı bir örgüt olarak görmek gerekir. Emek ve halkın sömürüsü siyasi sistem meselesi olduğundan, durumu en iyi algılayabilen ve karşı mücadeleyi örgütleyebilen örgüt yapısı ancak sistem karşıtı örgütlenen siyasi partilerdir.

Hem sağ hem de sol cephede siyasi partiler tayfı geniş olabilir. Sağ partiler için çok geçerli olan bu durum, kapitalist sistemlerdeki sol partiler için örgütlenme ve ülke sathında yayılma açılarından oldukça sınırlıdır. Bunun sebebi, uzun yıllar yapılagelmiş uygulamalar ve geliştirilmiş ideolojilerin adeta toplumun sosyal genetiğine geçmiş olmasıdır. Bu nedenledir ki, toplumsal algılama sağ görüş ve politikalara fevkalade açık olurken, sol görüş ve politikalara karşı çok daha dar ve kısıtlıdır. Sol partiler için diğer bir sorun da, kısıtlı yaşamıyla hafızalarda fazla yer kaplamamış Sovyetleri bir tarafa bırakırsak, hemen hemen örnek alınabilecek hiçbir kolektivist devlet yapısı bulunmaması, buna karşın tüm devlet yapılarının kapitalist nitelikli olması sebebiyle sağ eğilimli yapılanmaların doğal algılanmasına yol açıyor olmasıdır. Hal böyle olunca, sağ partiler iç tartışma ve çekişmelerini fiili yönetim ve politikalar üzerinde gerçekleştirirken, sol partiler tartışmalarının büyük bölümünü geçmiş metin okumalarına ve tarihsel olgulara dayalı olarak yaparlar. Tarihsel değeri haiz metin ve olayların, özellikle de Marxist yazımın günümüz olayları ışığında yorumlanmalarının ve günümüz koşullarına uyarlanmalarının fevkalade yol gösterici oldukları açıktır. Söz konusu fikirsel farklılık ve çatışmaları halkın gereksinimi doğrultusunda örgütsel düzeyde tutup geliştirilerek, seçim platformuna tek güç olarak çıkmanın toplumsal yarar doğrultusunda etik bir davranılş olduğu kanaatindeyim.

İşte, dostlar ben geçen Cumartesi günü Türkiye Komünist Hareketi Partisi’ne girerken bu duyguları taşıyordum. Peki, söz konusu partiyle uzun süre çok yakın bir ilişkim olmasına rağmen neden şimdi giriş yaptım diye düşünen dostlara da yanıtım şu olur. Dostlar, benim şöyle bir ilkem vardır: Bir öğretim üyesi, ilkesel olarak, öğrencinin karşısına kendi düşünce ve ideolojisiyle çıkabilir, fakat bir örgütün ya da şirketin görüş ve ideolojisini taşıyamaz, çünkü öğrenci görüşünü öğrenmek istediği partinin ilgili kurumlarıyla temas kurarak ya da parti programına girerek amacına ulaşabilir, diye düşünürüm. Ben de şimdilere kadar resmi olarak öğretim üyesi olarak işlev yapıyordum. Artık mutlak emekli olduğum için bu ilkemin hükmü kalkmış olduğundan, değerli dostlarımın müzahereti ile partiye girmiş oldum.
Dostlarımın desteği ile kendi acemiliğimi gidermeye çalışırken, aynı zamanda örgüte ve ülkemize yararlı işlere yönelmemiz dileklerimle.