Sancılı değişim süreci
Yargı ve kolluk gücü marifetiyle otorite sağlamaya çalışan tek adam rejimi, emperyalist merkezlerin gösterdiği hedefe kilitlendiği için halkın tepkisini umursamıyor.
Uluslararası Af Örgütü’nün geçtiğimiz günlerde açıklanan 2024 yılı raporuna göre insan hakları açısından ciddi bir küresel kriz yaşanıyor. Raporda, İkinci Paylaşım Savaşı’ndan sonra dünyanın barışını, güvenliğini ve insan haklarını koruyup gözetme işleviyle donatılmış BM ve benzeri uluslararası kuruluşların etkisini iyiden iyiye yitirdiği belirtiliyor. Otoriter uygulamalardaki artış, muhalefete getirilen siyasi yasaklar, STK’lara yönelik baskılar ve protesto hakkı ihlalleri nedeniyle kurallara dayalı sistemin iflasın eşiğine geldiğinin altı çiziliyor. İnsan haklarına ilişkin tehditlerin Trump’ın iş başına gelmesiyle daha da arttığı öne sürülüyor.
ABD, Fransa ve Almanya gibi ülkelerde halk, yerleşik düzene öfke duyduğu için göçmen karşıtı ırkçı partiler güçlendi. Yoksulluk, işsizlik, sosyal dışlanmışlık gibi sorunlar çoğu insanı derinden etkiliyor. Dolayısıyla mevcut koşullar popülist liderlerin de otoriter tutum geliştirmesini kolaylaştırıyor.
Uluslararası Af Örgütü’ne göre özgür olmayan ülkelerde iktidarlar, siyasal süreci kontrol ediyor; herhangi bir anayasal hesap verebilirlik kaygısı taşımadan bireysel özgürlükleri sınırlıyor. Rapor, Türkiye’de 2024 yılında gerçekleşen insan hakları ihlallerine de yer vermiş. Buna göre yürütmenin yargıya müdahalesi, AİHM ve AYM kararlarının uygulanmaması, muhaliflere temelsiz kovuşturmalar, hukuksuz mahkumiyet kararları, barışçıl toplanma ve örgütlenme hakkı üzerindeki kısıtlamalar vurgulanıyor[1].
Ülkede bu yıl da aynı baskıcı tutumun çok daha fütursuz bir şekilde sürdüğüne tanık oluyoruz. Kapitalist merkezlerin liberal demokrasiden kopuş süreci, tek adam rejiminin işine geliyor. Gerçekte Batılı ülke halklarını popülist otoriter liderlere yönlendiren olumsuz koşullar, bugün Türkiye’de devasa boyutlarda yaşanıyor. Dolayısıyla halkımız, tıpkı ABD ve diğer ülkelerdeki gibi, yerleşik düzene muhalefet eden partilere yöneliyor. Son zamanlarda yapılan çok sayıda seçim anketinin sonucu da bu durumu doğruluyor. ABD ve Türkiye’de iktidarda olan liderler, birbirleriyle uzun yıllar iş tutmayı hayal etseler de ülkelerinin kamuoyu nezdinde aynı krediye sahip değiller. Trump yeni bir dönemin, Erdoğan ise yerleşik düzenin temsilcisi olarak görülüyor.
Yargı ve kolluk gücü marifetiyle otorite sağlamaya çalışan tek adam rejimi, 19 Mart operasyonunun sonuçlarını göğüslemekte zorlanıyor. Ülkenin bir çok yerinde sokaklardan meydanlara akan kalabalıklar iktidarın meşruluğunu sorgulatacak ölçüde genişledi. “Siyasi rakipleri susturursak halkı da sindiririz” diye düşünmek için artık çok geç. Geçmişte AKP’nin geniş kitlelerle kurduğu duygusal bağı, şimdilerde muhalefet partileri kuruyor. İktidar, emperyalist merkezlerden verilen görevlere odaklandığı için halkın tepkisini görmezden geliyor. Oysa yaydan çıkan oku geri döndürmek hiç de kolay değil.
Cumhur İttifakı liderlerinin yıllar içinde yaptığı U dönüşleri seçmen çoğunluğunda güvensizlik doğurdu. Özellikle “terörsüz Türkiye” söylemiyle başlatılan sürecin kamuoyunda yarattığı şok, kolay atlatılır cinsten değil. Eğer iktidar barıştığı DEM’in yerine CHP’yi koymaya uğraşırsa kutuplaştırma stratejisi de işlevsiz kalacak. Ayrıca gözaltı, tutuklama, adli kontrol haberlerinin çoğalması kamuoyunda siyasi operasyon algısını güçlendiriyor. Sözün özü iktidar meşruluğunu tümden yitirmek istemiyorsa “kontrolsüz güç, güç değildir” sloganını dikkate almak zorunda.
Saraçhane süreci, hemen her kesimden insana Anayasa’dan kaynaklanan barışçıl toplu eylem hakkına sahip olduğunu hatırlattı. İktidar, istemese de bu gerçeği kabul etmek zorunda kaldı. Eylemler sürdükçe muhalif kitleler moral tazeliyor. Kalabalık meydanlar, halk iradesinin kolay kolay teslim alınamayacağının en önemli kanıtı. İnsan haklarına, hukuka, etik değerlere saygılı bir ülkede yaşamayı talep etmek suç değil. Bu yüzden direniyoruz. Değişim sancılı olacak ama direne direne kazanacağımızı biliyoruz.
[1] https://www.amnesty.org/en/documents/pol10/8515/2025/tr/