“… Sen ne yapıyordun baba?”

Emperyalizm, Ortadoğu’daki 20 yıllık düğümü artık İsrail merkezli bir plan ile kalıcı olarak çözmek istiyor. Suriye’yi tamamen bölmeden evvel emaneten bir cihatçıya teslim eden emperyalizm, Kürtlere burada bir hareket alanı tanımlıyor. İran açık hedef olarak orta yerde duruyor. Türkiye’de ise yeni bir rejim önererek, bölgedeki gelişmelere uyumlu bir iç yapı, yeni bir anayasa ve yeni bir rejim kurmasını istiyor.

“… Sen ne yapıyordun baba?”

Nevzat Kalenderoğlu

Türkiye’de olayların hızlı akışından, hızla gelip gidişinden sıklıkla şikâyet edilir. İklime en hızlı adaptasyon sağlayanlar, unutma kabiliyetlerini en çok geliştirenler olur; bu kabiliyet hatırlayanlar için ise zül olur.

Geçmiş dönemlere bakınca, Türkiye’yi hep yirmişer yıllık zaman dilimleri ve devamında gelen yepyeni yirmişer yıllık dönemlere ayırarak anlama çabalarını görürüz. Bazen artı ikidir, eksi üçtür ama genellikle yirmili yıllarla karakter analizi yapılacak dönemlerdir bunlar. AKP, faşist parti MHP ile Kürt siyasi hareketini iki koltuğuna almış ağustos ayında 24. yaş gününü kutlamaya hazırlanırken geride bıraktığımız neredeyse çeyrek asra bir kez daha sol pencereden bakmakta fayda var.
Yarına daha da yaklaşmak, okuru da çok bıktırmamak adına geride bıraktığımız çeyrek asrı da yarıda kesip 2010’lu yıllardan bugüne gelmeye çalışalım.

10. yaş gününe hazırlanan AKP iktidarına karşı 2010 Tekel direnişi ile yükselen eylemlilikler üniversite kampüslerine, sınav soruları çalınarak birilerine peşkeş çekilen gelecek umutları liseliler aracılığı ile İstiklal Caddesi’ne, internet sansürüne karşı direnen gençlerle yine aynı yere, Taksim’e taşındı. İktidarın zulmü arttı, direnen bütün kesimler de bugün cadı avına gerekçe gibi gösterilerek öcüleştirilen Gezi Direnişi’ne aktı. 2013 yılında “hepimiz oradaydık”.

Türkiye’nin en görkemli direnişlerinden biri olan Gezi Direnişi’nin üzerinden 12 yıl geçti; noksanlarıyla, hatalarıyla, tabiri caizse günahıyla sevabıyla halen hakkı verilerek değerlendirilmemiş bir dönem.

Görkemli direnişimiz, AKP’ye dur denileceği varsayılan sokak hareketleri yerine, “en geniş muhalefet” ve “sandık” tamtamlarının çalındığı 30 Mart 2014 yerel seçimleri süreci ile yerini “demokratik” mücadeleye bıraktı. Nihayetinde sokaktaki, parklardaki “forum”lar dahi terk edilerek seçimlere yalnızca 3 ay kala, Fethullahçı yapılanmanın topluma zerk ettiği ses kayıtlarıyla oyalanıldı.

Bu noktadan sonra Türkiye sosyalist hareketinin takvimini de bir nevi Yüksek Seçim Kurulu belirledi!

2014’te seçim cazibesi yüzde 90’lara kadar ulaştı ve AKP yüzde 43 ile seçim zaferini ilan etti.

2015 yılına ise “Gezi ile arasına mesafe koyduğunu” ikrar eden Kürt siyasi hareketinin AKP ile ilk açılımı olan “Dolmabahçe mutabakatı” ile başlandı. Şubat ayında kurulan masa, mart ayında Erdoğan tarafından devrildi. Tam da bu süreçte “seni Başkan yaptırmayacağız (üç defa, art arda)” diyen Selahattin Demirtaş, çoğu emanet sayılan oylarla 7 Haziran 2015’te genel seçimlerinde partisine ilk kez yüzde 13 gibi rekor bir oy aldırdı. Böylece, 80 milletvekili HDP listelerinden Meclis’e taşındı.

Türkiye sosyalist hareketinin ise en hayalperest dönemi bu zamana tekabül eder: “AKP çökerken sen ne yapıyordun baba?” ya da “AKP gidiyor, bir tekme de biz vuralım” güfteleri dönemin ruhunu anlatan hit şarkılardandır. Bu karanlık, tarih olacaktı ve çocuklarımız bize “Peki sen ne yaptın anne/baba?” diye soracaklardı.
Memlekette “gerici saldırı dönemi kapanışa girmiş”ti, AKP karşıtı bu mücadele sosyalist devrim mücadelesine evrilecekti daha… Ama sosyalist hareket ne kadar da atıl, etkisiz ve siyasetsizdi(!)

Bu tezleri öne sürenler şu an hala oldukça “aktif”, sosyalist hareket bu tezlerin öne sürüldüğü zamana göre ise oldukça atıl ve etkisiz.

Bu yalancı bahar havası sonrası bombalar patladı, muhalefet “terbiye edildi” ve en kişiliksiz biçimde bir araya gelmeler zorlandı. Korkutulan halk ve üzerinde yaşanılan, bombalarla şekillendirilen bir ülke olduk.

Yalnızca 10 Ekim 2015’teki Ankara Gar Katliamı’nda 103 canımızı toprağa verdik. AKP, ilk kez tek başına iktidar olamamasının faturası halka kestikten sonra 1 Kasım erken seçimleri ile yüzde 49.5 oy ile yeniden tek başına iktidar oldu.

Yetmedi, 2016 Temmuz’unda Erdoğan’ın “Allah’ın lütfu” diye tanımladığı Fethullahçıların başarısız darbe girişiminin ardından memleket uzun süre olağanüstü hal kanunları ile idare edildi.

Nisan 2017’de mühürsüz oy pusulalarının “geçerli” sayıldığı anayasa referandumu yüzde 49 hayır oyuna karşı, yüzde 51 evet oyu ile geçirildi. Anayasa referandumlarının Erdoğan’ın yetkilerini arşa çıkaran ve “3 dönem” kuralı koyan iktidar için “sil baştan” anlamına gelen seçimler olduğunu da hatırlatmakta fayda var.

Dönemin CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu referandumdan iki ay sonra “Adalet yürüyüşü(!)” başlattı. Kimi sosyalistler yürüyüşe kuşkusuz tuzlukla koştu. Kimisi bu yürüyüşü “Gezi ile başlayan” bir süreç olarak tanımladı, kimisi yürüyüşün final çizgisi Maltepe mitingine dair “devrimci güçler için yeni bir süreç başladı” yorumunu yaptı.

2018’de genel seçimlerinde AKP oyunu koruyarak yüzde 49.5 ile birinci parti, CHP yüzde 25 ile ikinci parti, HDP yüzde 11 ile üçüncü parti oldu. 59 sandalye kazanan HDP, bu sandalyelerin bir kısmını da sosyalistlere açtı.

2018’de hayalperestlik yeniden moda oldu. İnce’cilik meşru sayıldı, oy istendi. CHP-HDP birlikteliği ile el birliğiyle Ortaçağ karanlığı yırtılıp atılıyordu, AKP miadını 3 yıl önce zaten doldurmuştu, geciken son yakındı!

“Sen ne yapıyorsun baba?”

Referandumda kabul edilen anayasa hızla yürürlüğe girsin diye genel seçimlerle eş zamanlı yapılan Demirtaş ve Akşener’in de ilk turda yarıştığı Cumhurbaşkanlığı seçiminde, Erdoğan rakibi Muharrem İnce karşısında ikinci turda oyların yüzde 52’sini alarak yeniden Cumhurbaşkanı seçildi ve fiilen Başkanlık sistemine geçildi.
Sonra ise Türkiye seçimler döneminde girdi. 31 Mart 2019 seçimlerinde AKP, Ankara ve İstanbul başta olmak üzere büyükşehirlerde CHP’ye kaybetti. Yine kimi sosyalistler ve Kürt hareketi, İmamoğlu ve Yavaş’a oy çağrılarında bulundu.

Anlayacağınız “yine çiçek gibiyiz!”

Macun tüpten çıktı bir kere. 2023 seçimlerinde bu kez Kılıçdaroğlu’na “bir ona, bir bana” diye oy istemek meşru sayıldı.

“Millet İttifakı için destek veya beklenti olarak görülmesin ama…”,

“Erdoğan’ın bir anca önce gitmesine odaklanmış geniş halk kesimleri ile duygudaşlık olarak sayılsın” denildi.

2023 genel seçimlerde AKP yüzde 42.5 ile birinci sırayı, Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP ise yüzde 22.5 ile ikinci sırayı aldı. Bu düşük oy oranı ile 169 milletvekili seçilen CHP, bugün çoğunluğu bir bir AKP’ye geçen DEVA, Demokrat Parti, İyi Parti, Gelecek Partisi ve Saadet Partisi vekillerine kontenjan açmıştı. Buna “seçim” deniliyordu.

Son seçim, Erdoğan tarafından “seçimlerin sonu” olarak ilan edildi. Uzun süre seçmen sandık görmeyecekti. Bu kez yeni bir süreç başlatıldı, sandık yoktu, ama önceki sandıkların da bir meşruiyeti yoktu. Seçilmişler sırası ile Çağlayan Adliyesi’ne getiriliyor, oradan da muhtelif zindanlara tıkılıyordu. Türkiye sosyalistleri bu kez CHP mitinglerinde soluğu alıyordu, hem de kortej kortej…

Türkiye sosyalistlerinde baharın müjdecisi sayılan Kürt siyasi hareketi, AKP ile masaya oturuyor. Meclis’te çözüm sürecine ilişkin bir komisyon kuruluyor. DEM’li Bakırhan komisyona girmek ile tutuklu belediye başkanlarının özgürlüğüne kavuşması arasında bir korelasyon olduğunu açıkça vurguluyor..!

Muhalefetin yeni lideri Özgür Özel de komisyon masasına oturmaya karar veriyor. DEM Parti listelerin Meclis’e giren EMEP, komisyonu “kalıcı barış için mücadele alanı” olarak gördüğünü belirterek komisyona katılma kararı alıyor. Bu süreçte CHP’ye daha yakın bir siyasi çizgide yürüyen TİP ise CHP’nin kararını bekleyip, Özel’in “evet”inden sonra komisyona katılma kararı alıyor.

Meclise epey ısındığı anlaşılan Türkiye sosyalistleri, sandık olmasa bile AKP himayesinde ve Başkanlık sistemi altında meclisiyle, komisyonuyla bir şekilde demokrasi oyununda üzerine düşen rolün hakkını veriyor.

“Sen ne yapıyordun baba?”

Emperyalizm, Ortadoğu’daki 20 yıllık düğümü artık İsrail merkezli bir plan ile kalıcı olarak çözmek istiyor. Suriye’yi tamamen bölmeden evvel emaneten bir cihatçıya teslim eden emperyalizm, Kürtlere burada bir hareket alanı tanımlıyor. İran açık hedef olarak orta yerde duruyor. Türkiye’de ise yeni bir rejim önererek, bölgedeki gelişmelere uyumlu bir iç yapı, yeni bir anayasa ve yeni bir rejim kurmasını istiyor. 1923 ve Lozan reddiyesi ile başlayan değişim, olabildiğince geniş bir toplumsal mutabakatla hayata geçirilmek isteniyor. Emperyalizmin planı Ortadoğu’da işlerken, Türkiye’de de nasıl tanımlanırsa tanımlansın; “Saray rejimi”, “istibdat rejimi”, AKP-MHP ittifakının plana entegre olma çabalarına “dekor” olarak da olsa “soldan” destek olunuyor.

İzleyene, yiyene afiyet olsun; “katolik nikâhı kıymadılar ya!”, kalkarlar.