Sıkışmışlığın gençlikteki güncel tahlili: Bıktık artık

Gençlik, yıllardır süre gelen bu gidişata karşı öfkeli olduğu kadar zaman zaman umutsuzluğa da kapılmaktadır. Ancak yılmayan ve bir çıkış yolu arayan gençliğin varlığını da kabullenmek yanlış olmayacaktır. Unutulmamalıdır ki dünya tarihinin dönüm noktalarında gençlik, her zaman en önde yürüyenlerden olmuştur.

Gökdeniz Altuntaş

Geçenlerde okuduğum Ernest Hemingway’in, Küba’daki yaşamında kaleme aldığı, Pulitzer ve Nobel Edebiyat ödüllü “Yaşlı Adam ve Deniz” adlı eserinde hikaye, baş karakter Kübalı balıkçı Santiago’nun günlerce balık tutamaması ile başlar ve Merlin Balığı ile talihsiz mücadelesiyle ilerler. Yazarın iddia ettiğinin aksine roman gündelik hayatla çok benzer.

Tarihte hangi dönemde olursa olsun gençlik nedir diye sorulduğunda hiç eskimeyen bir yanıt alırız: Gençlik, geleceğimiz ve yarınlarımızdır. Günümüz Türkiyesi’nde geleceğimiz ve yarınlarımız ne kadar da bıkkın bir durumda. Peki içerisinde olduğumuz bu durumun nedeni nedir? Her geçen gün çöken ekonomik, siyasi ve politik atmosfer içerisinde sıkışan, bir çıkış yolu arayan gençlikle baş başa olduğumuzu unutmamakta fayda var. Gençliğin nelerden bıktığına dönüp baktığımızda ise karşımıza, bilimsellikten gitgide uzaklaştırılan ücretli eğitim, akademi ile güncel hayat arasındaki muazzam farklılıklar, okurken çalışmak zorunda bırakılma, iş cinayetleri, laiklikten uzaklaştırılmış bir ülke ve her yılbaşında âdet haline getirilmiş olan gerici baskılar gibi onlarca başlık sıralamak mümkün. Sıralanan başlıkların bir çıktısı da gençliğin ülkede yaşamak istememesinin doğurduğu Avrupa hayali.

Gençliğin AKP döneminde yaşadığı sorunlar, bahsedildiği gibi bir kader mi yoksa ekonomik yönelimin bir çıktısı mı sorusu çok basit olduğu kadar önemli de bir tartışma başlığıdır. Son 20 yıldır gençliğin tanıklık ettiği ekonomik ve siyasi buhranlar, gençliğin sıkışmışlığa itilmesinin en büyük nedeni olarak değerlendirilirken tek neden olmadığı tartışıldığında karşımıza Türkiye’deki mevcut iktidarın yanında düzen içinde varlık sürdüren ana muhalefetin doğal yetersizliği çıkar.

Türkiye tarihine bakıldığında anlaşılacağı üzere, sağa karşı uygulanan sağ siyasetin mevcut krizi gitgide arttırdığı, aranan panzehirin ise sol siyasetten geçtiği mutlak bir gerçektir. Muhalefetin sadece CHP veya benzeri partilerden oluşmadığını tartışmak başka bir yazının konusu. Burada belirtmemiz gereken nokta gençliğin, son seçimler öncesinde olduğu gibi sadece gerici-faşist iktidardan rahatsızlık duymasının yanında liberalizmin ve popülizmin hamiliğini yapan CHP ve uzantılarına karşı da rahatsızlık duymaya, oralardan da umudunu kesmeye başlamasıdır.

Nedenler gayet açıktır. Okullarda gençlik hak ettiği eğitimi alamamakta ve her yeni yıla yeni bir zamla başlamaktadır. Aynı gençlik okumak için çalışmak zorunda bırakılmakta, bunun sonucu olarak iş-okul kıskacında hayatını ikame ettirmeye çalışmakta ve umutsuzluğa kapılmaktadır. Daha bir ay öncesinde yılbaşı ağacı olayları gündeme gelmiş, iktidar tarafından beslenen gerici oluşumlar öğrencilerin karşısına dikilmişti. Ülkenin her köşesine sızmış olan ve AKP etiketi taşıyan tarikat/cemaat yapılanmaları gençliğe bıkkınlık getirmiştir. Uluslararası boyutta Taliban’a, Suriye’de emperyalizmin liderliğinde kurulan şeriatçı Colani iktidarına selam gönderen, görüşme taleplerinde bulunan iktidar ve ana muhalefet, gençliğe laiklik konusunda da umut olamayacağını rahatlıkla göstermiştir.

Bir diğer başlık ise gençliğin değişim talebidir. 90’lardaki “Süleyman Hep Başbakan” adlı şarkının günümüzde yerini “Erdoğan Hep Başkan”a bırakıyor olması mevcut iktidarın liberal siyasetin bir mirasçısı ve devamcısı olduğunun sanatsal bir ifadesidir. Hep başkan kalabilmek ve laikliğin/demokrasinin ortadan kaldırılması adına aylardır gündeme getirilen anayasa başlığı ve bunun iktidarın elinde oyuncak olması gençlik içerisinde gözle görünmese de kulakla işitilen rahatsızlıklar doğurmaktadır.

Yargı, gidişatı tartışmaya yeltenenlere karşı hiç çekinmeden bir sopa gibi kullanılmakta; gazetecileri, siyasetçileri ve aydınları bastırmaktan da çekinilmemektedir. Yaratmak istenilen korku iklimi ile gerçekleşebilecek bir gençlik hareketinden veya daha ötesinde toplumsal, sınıfsal bir mücadeleden korkulduğu apaçık ortadadır. Gençliğin, emekçinin ve gerici zihniyetten bıkmış her kesimin katıldığı Gezi Direnişi’nin üzerinden 12 yıl geçmesine rağmen hâlâ üzerinde durulma nedeni de korkudan başka bir şey değildir.

Gençlik, yıllardır süre gelen bu gidişata karşı öfkeli olduğu kadar zaman zaman umutsuzluğa da kapılmaktadır. Ancak yılmayan ve bir çıkış yolu arayan gençliğin varlığını da kabullenmek yanlış olmayacaktır. Unutulmamalıdır ki dünya tarihinin dönüm noktalarında gençlik, her zaman en önde yürüyenlerden olmuştur.

Bugüne baktığımızda birçok şeyden bıktığımızı artık daha yüksek sesle söylemeliyiz. Gericilikten bıktık, sağ siyasetçilerden bıktık, başkanlık rejiminden bıktık, tek adam yönetiminden bıktık, sömürüden bıktık, eğitimin paralı olmasından bıktık, barınma, beslenme ve ulaşım için para harcamaktan bıktık, kültürsüzlükten bıktık, uyuşturucu kültüründen bıktık, sol gösterip sağ vuranlardan bıktık, hayatımızı yaşayamamaktan bıktık, hem okuyup hem çalışmaktan bıktık… Devamını ise siz getirin.

Başa dönecek olursak: Romanda, ağır bir sembolizm vardır. Deniz, Türkiye’yi andırırken yaşlı adam ise biz gençleriz. Kitaptaki köpekbalıkları gerçek hayattakilerden daha kötü değiller. Köpekbalıklarının kim olduğuna gelecek olursak onu da okuyucuya bırakıyoruz.