Sinan Dervişoğlu’nun Sovyet Deneyi ve Yarının Sosyalizmi kitabı üzerine
Dervişoğlu, Sovyet sistemindeki yozlaşma ve rüşvete örnek verirken bazen güvenilmez bazı kaynaklara da başvuruyor. Andrey İlleş denen gazetecinin iddiaları buna örnektir. Haydar Aliyev’in Brejnev’e 15 pırlantalı yüzük hediye ettiği gibi magazin haberleri asılsızdır. Kuşkusuz SSCB’de rüşvet ve yolsuzluk vardı, yerel yöneticiler merkezi plancıları kandırıyorlardı, kasten yanlış veriler gönderiyorlardı ancak bunların yıkıcı etkisi büyük değildi
Sinan Dervişoğlu’nun Sovyet Deneyi ve Yarının Sosyalizmi (İstanbul: Canut Yayınları, 2025) adlı iki ciltlik kitabı SSCB’de 20. yüzyıldaki sosyalizm deneyinin eleştirel bir analizini sunuyor ve yaşayan sosyalizmin neden yıkıldığı sorusu üzerine önemli ipuçları veriyor. Yazar 1958 doğumlu ve 1980 öncesinde Türkiye İşçi Partisinin yayınlarında yazarlık yapmış. Dervişoğlu, 1980 sonrasında İktidar Yolu, Hedef, Fabrika, Yön, Komünist dergilerinde ve İleri Portal sitelerinde yazılarına devam etmiş. Bence Sovyet deneyimini anlamak için en uygun durumda olanlar solda Sovyetik gelenekten gelmekle birlikte geleneğe eleştirel bakabilen bilimsel sosyalistlerdir. Açıkçası ben Maocu veya Enver Hocacı veya Troçkist veya Yeni Sol gibi geleneklerden gelenlerin SSCB üzerine anlamlı bir analizlerini görmedim. Bunların “biz demiştik” türünden küflü tezleri kendi taraftarlarına bile yeterli gelmiyor. Kuşkusuz Sovyetik gelenekten bazı unsurların SBKP ve Gorbaçov hainine körü körüne bağlılığı da sonunda tövbekârlığa ve ihanete vardı. Bizim SSCB’ye düşmanca bakmayan ama eleştirel analizlere gereksinimimiz var. Dervişoğlu’nun analizi de katılmadığım bazı tezlere karşın genel olarak ufuk açıcı ve dengeli bir analiz.
Dervişoğlu kitabına SSCB ve Doğu Avrupa’daki sosyalist rejimler niye çöktü sorusuna sosyalistlerce verilen belli başlı yanıtları ve geliştirilen argümanları analiz ederek başlıyor. 20. Yüzyıl dünya komünist hareketi içindeki akımların hiçbirinin çöküşü açıklamakta başarılı olmadığını söylüyor. Ona göre Marksizm Leninizmin kabul edilmiş genel teorik önermeleriyle hareket ettiğimizde “teori elimizde kalmakta” ve “sosyalizmi yıkan bir avuç hain” edebiyatıyla “epik ve melodramatik” açıklamalara gidilmektedir ki bu da kimseyi tatmin etmemektedir. Çünkü sosyalizmden maddi olarak yararlanan milyonlarca emekçi sosyalizm yıkılırken kılını bile kıpırdatmamıştır veya kıpırdatamamıştır. “Yaşanan çöküşü bir travma olmaktan kurtarmanın tek yolu, olayı bir ‘trajedi’ olarak algılamaya son verip sosyalizmin dünya tarihinde yaşadığı bir dönemin, insanlığa ve sosyalizme çok şeyler katmış bir periyodun doğal bitişi (abç) olarak kavramaktır.”
İşte bu noktada yazara tam olarak katılamıyorum. Yazarın da belirttiği gibi, tarihte hiçbir toplumsal devrim sürekli ileri doğru düz (lineer) bir çizgide ilerlememiştir. Her devrimin ardından karşıdevrim ve restorasyon dalgaları gelmiştir. Buraya kadar doğrudur, tarihin gösterdiği olgusal gerçeklik budur. “Doğal bitiş” tezini Sovyet deneyinin sona ermesi kaçınılmazdı diye anlamak mümkündür ve bu doğru değildir. Çünkü karşıdevrim dalgasını atlatmak da mümkündü ve bunun örneği Küba ve Çin’dir. Küba ve Çin’de komünist parti ve sosyalist planlı ekonomi hala ayaktadır. Burada biz sosyalistlerin temel bir yanılgısına değinmem gerekiyor. Yazarın sözünü ettiği, sosyalizm adına kurulan iktidarların başlangıç iddialarından uzaklaşması, toplumsal katılım, siyasal özgürlükler, ekonomik refah alanlarında yetersiz kalması, kitleler nezdindeki meşruiyetini yitirmesi gibi etkenler o rejimlerin çöküşünü açıklamaya yararlı olabilir ancak bunlar yeterli neden değildir. Bu nedenlerin hepsi ve ayrıca ekonomik durgunluk, bürokratik yozlaşma, demokrasi eksikliğinin çok daha fazlası kapitalist rejimlerde çok daha ağır bir biçimde yaşanmaktadır ancak o kapitalist rejimler öyle kolayca yıkılmamaktadır. Ayrıca Çin ve Küba’daki sosyalist rejimler de 1980lerde ciddi sorunlar yaşamış ancak yıkılmamışlardır. Dolayısıyla SSCB ve Doğu Avrupa rejimleri de yıkılmak zorunda değillerdi. Sosyalizmin tek bir kurşun atmadan yıkılmasını açıklayan tek doğru tez parti önderliğinin ihanetidir. Ekim Devriminin meydana gelmesi kaçınılmaz olmadığı gibi devrimin kurduğu rejimin yıkılması da kaçınılmaz değildi. Burada öznel etkenleri gözden kaçırmak analizin gücünü azaltır. Dervişoğlu’nun da vurguladığı üzere, biz sosyalistlerin önemli bir hatası Bolşeviklerin Ekim devrimindeki başarısını sadece Bolşeviklerin doğru siyasetiyle açıklamaktır. Oysa siyasetiniz ne kadar doğru olursa olsun, uygun koşullar yoksa ve karşı cephede önemli yanlışlar ve hatta ihanetler olmazsa devrim yapamazsınız. Nitekim Almanya’da bütün koşullar mevcut olduğu halde devrim başarılı olamadı çünkü düzen cephesinde bir ihanet olmadı ve aksine sosyal demokrasi emekçilere ihanet ederek kapitalizme yamandı. Rusya’da çarın tahtının devrilmesinin nedeni sadece devrimci partilerin eylemleri ve Birinci Dünya Savaşının genel bunalımı değildir. Çar Nikolay savaşın yönetimini şahsen üzerine alarak çok büyük bir hata etti, çevresine topladığı papaz Rasputin gibi adamlar yüzünden iyice sevilmez oldu ve sonunda generalleri ve meclisindeki liberalleri ve aristokratları çara ihanet ettiler. Futbol terimiyle söylersek kendi kalelerine gol attılar. (Dervişoğlu bunun yerine Lenin boş kaleyi görünce golü attı diyor). Bizim öncelikle bu noktayı kabul etmemiz gerekiyor. Yazarın alıntıladığı üzere Stalin Avrupa’da devrimci siyasetin başarısız olmasını Avrupa’da parlamenter geleneğin güçlü olmasıyla açıklamıştır ve şöyle demiştir: “Eğer bizim burjuvazimizin 30 yıl daha vakti olsaydı kesinlikle parlamentarizm yoluyla yığınlarla bağ kuracaktı ve onu devirmemiz bizim için çok daha zor olacaktı”.
SSCB’nin yıkılışında kapitalist güçler veya halk yığınları değil, doğrudan SBKP yönetimi belirleyici rol oynadı. Evet, hainler bir avuç değildi, SBKP Merkez Komitesinin bir iki istisna dışında tamamı haindi. Gorbaçov ve çevresindeki hainler ve çapsızların ihanetini ve çaresizliğini hesaba katmadan yapılacak bütün analizler eksiktir. SSCB’nin meşruiyetinin zayıflaması, emekçi milyonların sosyalist düzene kayıtsız kalması ve apatisi yaşayan sosyalizmde birikmiş olan sorunlardı ancak bu sorunlar çözülemez düzeyde değildi. Gorbaçov yerine yetenekli ve kararlı bir önder gelseydi SSCB kendini toparlayabilirdi.
İhanetin nedeni Hruşçov ile başlayan ve liyakat yerine sadakati geçiren kadro siyasetidir. Bunun sonucunda iki kuşak sonrasında parti yönetimi lidere sadık ama tamamen yetersiz, yeteneksiz, ideolojisiz, ilkesiz, eyyamcı unsurlarla dolmuştur. Bunlar çalışmayı ve sorun çözmeyi bilmedikleri için sorunlarla baş edememiş ve sonunda emperyalizme teslim olmayı seçmişlerdir. Nitekim Dervişoğlu da Gorbaçov’un “ABD ile yaptığı direkt işbirliklerinin onu yeteneksiz ve zayıf bir liderden açık bir haine çevirmeye yetti”ğini yazmaktadır ancak ihaneti çöküşü açıklayan bir tez olarak görmemektedir. Oysa burada tek bir kişinin değil bütün bir parti yönetiminin ihaneti söz konusudur. Emekçilerin sosyalizm yıkılırken kılını kıpırdatmamasını da sadece apatiyle açıklamak doğru değildir. Aynı zamanda partiye güven de söz konusudur. Sovyet emekçileri her ne kadar parti ve Sovyet devletine yabancılaşmış olsalar da parti yönetiminin halkın zararına bir şey yapacağını akıllarına dahi getirmiyorlardı. Çünkü reel sosyalizmi veya onun Brejnev dönemini sadece rüşvetle ve başka olumsuz olaylarla anmak doğru değildir. Brejnev döneminde binlerce yeni işletme açılmış, büyüme yavaşlasa da SSCB gelişmeye devam etmiş ve 180 milyon insanı ev sahibi yapmıştır. Ayrıca milyonlarca insanı araba sahibi yapmış, elektrik ev aletleri her eve girmiştir. Sistemdeki bütün bozulmalara rağmen halkın yaşam kalitesi yükselmiştir. Sovyet insanları gelecekten emindiler, işsiz kalmak kaygıları yoktu. SBKP yönetiminin doğrudan halka ihanet edebileceğini kimse düşünmüyordu bile. CIA raporlarında veya Batılı Sovyetologların yazılarında SSCB’nin çökebileceğine ilişkin bir öngörü yoktu. Bir iki istisna öngörü oldu evet ancak onları ciddiye alanlar zaten SSCB doğduğu andan itibaren çökecek diyen felaket tellallarıydı. Ayrıca Gorbaçov ve Yeltsin halka daha iyi bir sosyalizm istediklerini söylediler. Kapitalizmi getireceklerini söylemediler. Dolayısıyla Sovyet emekçileri ne olup bittiğini anlayamadılar. Sahip oldukları her şeyin üstüne ek olarak piyasanın cicilerini elde etmeyi ve bazı özgürlükleri kazanmayı beklerken temel haklarını ve işlerini kaybettiler.
Dervişoğlu, Sovyet sistemindeki yozlaşma ve rüşvete örnek verirken bazen güvenilmez bazı kaynaklara da başvuruyor. Andrey İlleş denen gazetecinin iddiaları buna örnektir. Haydar Aliyev’in Brejnev’e 15 pırlantalı yüzük hediye ettiği gibi magazin haberleri asılsızdır. Kuşkusuz SSCB’de rüşvet ve yolsuzluk vardı, yerel yöneticiler merkezi plancıları kandırıyorlardı, kasten yanlış veriler gönderiyorlardı ancak bunların yıkıcı etkisi büyük değildi. Yine Dervişoğlu, 1990’a dek Sovyet yurttaşları sosyalist blok ülkelerine bile seyahat edemiyorlardı derken çok şaşırtıcı bir biçimde kesinlikle yanlış bir bilgi veriyor. Sovyet yurttaşları sosyalist blok ülkelerine seyahat edebiliyorlardı.
Dervişoğlu, Sovyet deneyindeki önemli bir hata olarak partinin devletle iç içe geçmesini gösteriyor ki bu konuda çok haklıdır. Zamanla parti üyeliği insanların kariyerlerinde ilerlemek için tercih ettikleri bir formaliteye dönüşmüştür. 2000li yıllarda Yuriy Jukov ve Grover Furr gibi tarihçilerin ortaya çıkardığı üzere Stalin’in kendisi 1936’da partiyi hükümetten ayırmaya ve Sovyet seçimlerinde parti adayları ile bağımsız adayların gerçekten rekabet etmesini sağlamaya çalıştı. Ancak bunda başarılı olamadı çünkü parti merkez komitesinin neredeyse tamamının direnişiyle karşılaştı. Eski tüfek devrimciler Sovyet düşmanlarına fırsat verilirse seçimleri alacaklarını düşünüyorlardı. Oysa Stalin’e göre parti bir yerde seçimi kaybediyorsa bu tam da oradaki parti örgütünün iyi çalışmadığının işareti olacaktı. Ancak parti buna izin vermedi. Ardından 1937 yılında parti ve hükümete karşı çok sayıda karşıdevrimci komplo açığa çıkarıldı, bunlar gerçekti ancak yerel yöneticiler komplocular yanında suçsuz insanları da cezalandırdılar. Hruşçov ve ardıllarının bu büyük paranoya ve kaos yılındaki suçların tümünü Stalin’in üstüne atmaları elbette doğru değildir. Partinin tamamında o sırada bu ruh hali egemendi. Stalin radikal kanatta değil aksine ılımlı kanatta yer alıyordu. Ancak Stalin de yanılmaz papa değildi ve elbette bu suçlarda onun da sorumluluğu vardır. Nitekim Stalin 1939’da tasfiyelerde ileri gidildiğini kabul etti ve parti adına özür diledi. Polis şefi Yejov ve yüzlerce siyasi polis memuru suçsuz insanlar hakkında düzmece suçlar uydurmaktan suçlu bulundular ve kurşuna dizildiler. Stalin 1952’de SBKP 19. Kongresinde parti merkez komitesini genişleterek gençlere yol açtı ancak en yakınındaki Hruşçov gibi unsurların kendisinden sonra komünizme vereceği zararı öngöremedi.
Dervişoğlu Rusça bilmediği için kitapta birçok kişi adını yanlış yazıyor. Örneğin Yejov yazacak yerde Yezov yazmış. Hruşçov’un adını birçok insan gibi o da Kruşçev diye yanlış yazmış. Paşukanis’i Paçukanis, Tuhaçevskiy’i Tukaçevski, Lısenko’yu Lissenko diye vermiş. Rusça argoda yolsuzca anlamındaki “na levo” ifadesini “na iyeva” diye yazmış. Ayrıca bazı olgusal hatalar var. SSCB’ye son veren hukuk dışı antlaşmayı imzalayan üç hainin adını sayarken Rusya lideri Yeltsin ve Ukrayna lideri Kravçuk’tan sonra Belarus lideri Şuşkeviç gelmesi gerekirken yanlışlıkla Kazakistan lideri Nazarbayev’in adını veriyor. Başka bir maddi hata tanınmış oligark Roman Abramoviç’in Komsomol yöneticisi olduğunu yazması. Oysa Abramoviç iyi bir öğrenci olmadığı gibi Komsomol yöneticisi de değildi, hatta Komsomol’a üye olduğu bile şüphelidir. Aslında bu basit bir maddi hatadan çok Dervişoğlu’nun Rusya oligarklarına ilişkin yaygın bir yanlış görüşü paylaştığını gösteriyor. Rusya’da oligarkların çoğu, Dervişoğlu’nun sandığı gibi eski parti veya Komsomol yöneticileri değildi, aksine parti dışı çevrelerden gelen kapitalist unsurlardı.
Dervişoğlu’nun kitabını burada özetlemedim sadece belli konulara ve bazı yanlışlara değindim. Kitabın tamamı bence okunmaya değer. Gelecek yazımda kitabı incelemeyi sürdüreceğim.