Sınıf iktidarı ve Cinsiyet Eşitsizliği Mücadelesi: Yapışık ikizler
Sağcı siyasetçiler, “Komünizmin panzehiri dindir” propagandalarını yıllardır toplumda yaygınlaştırmaya çalışmışlardır. Günümüzde dünyada da solu baltalama girişimleri güçlenmektedir. Ama sola duyulan ihtiyaç da her gün kendini daha çok hissettirmektedir. Solun engeller karşısında özgüvenini yitirmeyişi, dimdik ayakta duruşuysa, toplumda ilgiyle karşılanmaktadır.
TÜLİN TANKUT
Dinin gölgesinde sürdürülmesi hedeflenen eğitim sistemi sözde toplumumuzu ileriye taşıyormuş. Geçen yazıda bu savın çağdaş toplumun ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak olduğu üzerinde durulmuş; bireylerin laikliğe sahip çıkmalarının insanlık için bir ‘beka’ sorunu olduğu vurgulanmıştı.
Laik Cumhuriyet, Osmanlı İmparatorluğu’na göre ileri bir aşamaydı. Emekçi halkın sömürüye, ezilmeye karşı örgütlü mücadele vererek somut kazanımlar elde edebilmesi Cumhuriyet’in sağladığı “yurttaş” kimliği sayesinde gerçekleşmişti. Peki, yasalar kusursuz muydu? Batı’dan alınmıştı ve Batı’dakilerin kusurlarını taşıyordu. Bunların içinden biri , kadınların erkeklerle eşitlik mücadelesine gölge düşüren hukuk düzenindeki eril bakış açısıydı. Nitekim Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında kadın örgütlerinin de ısrarıyla cinsiyetçi yasa maddelerinde değişiklikler yapıldı. Bugün Cumhurbaşkanı kendi cephesinden Anayasa’nın değiştirilmesinin kaçınılmaz olduğunu savunuyor. Bunun kadınlara ne getirip ne götüreceğini kuşkusuz en iyi hukukçular bilir. Ancak , yürürlükteki yasaların kağıt üzerinde kaldığını , uygulamaların toplumda genel bir hoşnutsuzluk yarattığını görebiliyoruz. Yargı bağımsızlığı konusunda kadına yönelik şiddetin tırmanışına bakmak yeterli! Dünyada giderek güçlenen ve yönetim kademelerine egemen olan eril hegemonyanın da etkisiyle cinsel rolünü pekiştiren erkek, kadının hak arayışını sindiremiyor; “erkeklik krizi”ne girince de olanlar oluyor. Suçlular cezasız kalıyor. Kadınlar can güvenliği olmadığı korkusuyla tedirgin, eski eş şiddetine karşın , yasal koruma tedbirindeki gevşeklik, facialara neden olabiliyor.
Peki, kadın yoksulluğu yüzünden çıkar evlilikleri , sahte gelin dolandırıcılığı artarken suçu kadınlarda mı aramalı? Kapitalizmin kâr mantığıyla , insan ilişkileri de piyasalaştırılıyor. Ahlâkın kapitalist ideolojinin bütünleyicisi olduğu toplumda sonuç elbette ki böyle olacaktır. Kadınlar neden eğitim ve iş olanaklarına sahip olamıyorlar? Geriye evlilikten başka seçenekleri kalıyor mu? Evliliğin koruyucu şemsiyesinin altından çıktıklarında ne olacak? “Etekleri düşman” deyimiyle damgalanan “ dul” bir kadın!
Yüzyıllardır tüm ülkelerde eş ve annelik kimliği üzerinden kadının emeğine el konur. Annede iyi anne olamama ve suçluluk duygusu kasıtlı olarak yaratılır; konumuna razı olsun ki, böylelikle denetim altında tutulabilsin. Kadın ve erkeğin cinsel rollerinin sürdürebilirliğiyle ayakta kalabilen aile kurumu da, yönetimlerin sınıfsal egemenlik kurmak ve sürdürmekte işe yarar. Peki, aile darda kaldığında çözüm? Evi geçindiren baba, yaşamı boğaz tokluğuna idame ettiren anne için çoluk çocuk sahibi olduktan sonra sınıf mücadelesine katılmak kolay değildir. Ayrıca İslam’ın reforma kapalı oluşu, fırsatçıların hurafelerle saf insanları kandırmaları, güce tapınma , sorunların çözümünü devletten bekleme gibi sessiz çoğunluğa özgü alışkanlıklarımızı da buna ekleyebiliriz. Kadınlar bu baskıcı koşullar altında ezilirken haliyle doğruyu söylemekte, yaşamla yüzleşmekte zorlanıyorlar. Kendilerini, aile yaşamı içinde sıkıştırılmış, yalnız hisseden milyonlarca kadın. Ama bıçak kemiğe dayandığında belediye hizmetlerindeki aksaklıklardan hükümete karşı sivil hareketlerdeki hak arayışı ve direniş protestolarına katılma yürekliğini göstermekten geri kalmıyorlar. (Yazılı basındaki fotoğraflarda, dikkat edilirse, bu tür eylemlerde en önde kadınların yer aldığı görülüyor.) Ancak bu spontane hareketlerin kampanya gibi iş bittikten sonra dağılması yerine, toplumsal muhalefete katılması önemli, ki bu konuda doğru adres sınıf mücadelesi veren soldur. Sağcı siyasetçiler, “Komünizmin panzehiri dindir” propagandalarını yıllardır toplumda yaygınlaştırmaya çalışmışlardır. Günümüzde dünyada da solu baltalama girişimleri güçlenmektedir. Ama sola duyulan ihtiyaç da her gün kendini daha çok hissettirmektedir. Solun engeller karşısında özgüvenini yitirmeyişi, dimdik ayakta duruşuysa, toplumda ilgiyle karşılanmaktadır.
“Örgütsüz emek” kapsamındaki kesimlerin , sola kulak vermeleri kendi gelecekleri için önemlidir. Aynı şekilde sol da büyümek için onlara ihtiyaç duymaktadır. Örneğin seçimlerde Adalet ve Kalkınma Partisi’ne oy verdikleri için pişmanlık duyan kadınlar arayış içindedirler. Unutmayalım ki , dini baskılar daha çok yoksul kesimin kadınlarına yöneliktir. Müminler arasında sömürülenler , çoğunluğu oluşturmaktadır. Sol , sömürüye olduğu kadar her türden ayrımcılığa da karşıdır. Cinsiyet ayrımcılığını, şiddete yol açtığı için tıpkı ırkçılık gibi suç olarak görür ve cezalandırılmasını savunur. Sol ilkeleri sahiplenerek örgütlenen parti, platform v.b. oluşumların kadın kitlelerinin ağırlıkta olduğu tabanla iletişimi artırmasına ivedilikle ihtiyaç duyulduğunu , gözlenebilir verilere dayanarak söyleyebiliriz. Hele dinci politikaların kadınları bölmeye çalışıldığı düşünülecek olursa.
Bu arada neoliberalizmle birlikte dünyada başını feministlerin çektiği kadın hareketleri kapitalizm eleştirisinden kopmuşlardır. Ülkemizde de bunun yansımaları olmuştur kuşkusuz. Çağdaş toplumda mevcut haliyle “çoğulculuk” gereklidir. Ancak bunun hiyerarşik düzeni yıkamadığı da bir gerçektir. Kadın örgütleri yine de ellerinden geleni yapmaya devam ediyorlar. Onların sol ile ittifakı, kadın kitlelerini de harekete geçirecektir.
Sonuç olarak, insanlık bilinmedik bir geleceğe doğru gidiyor, sesleri yükseliyor dört bir taraftan. Ulus devletler, görece olarak kapitalizmi denetleyebiliyorlardı; ancak küreselleşmenin koşullarına ayak uydurmakta zorlanmaya başladılar. Refah devleti işlevini yerine getiremiyor. Yurttaşlar savunmasız durumda. Dolayısıyla T.C “Yurttaşı” olma temelinde politik ittifaklar kurmaları, kadınların, solun, ülkenin geleceği ve sömürüsüz, her tür ayrımcılığı reddeden yaşanabilir bir toplumun inşası açısından bir zorunluluk haline gelmiştir.