Sokağın öfkesi büyüyor
İktidarlar demokratik gelenekten, evrensel hukuktan ve sosyal refah vaadinden uzaklaştıkça ülke halklarına sokaktan başka bir seçenek kalmıyor.
Bugün 10 Eylül… Fransızlar Makronizme karşı büyük ve kapsamlı bir eylem yapıyor. Geçen Mayıs ayından beri sosyal medyada hızla yayılan “Bloquons tout” (Her Şeyi Engelleyelim) hareketi, Fransa genelinde 10 Eylül’de yurttaşları bankalardan para çekmeye, işe ve okula gitmemeye, günlük işlerini ve alışverişlerini askıya almaya çağırıyor. Başta siyaset kurumundan bağımsız bir halk hareketi olarak örgütlenen “Bloquons tout”, giderek sol partiler ve sendikalar tarafından da sahiplenilmiş. Öyle ki 22 Ağustos’ta yapılan bir ankete göre Fransızların %63’ünün bu hareketi desteklediği saptanmış (1). Sokak eylemlerinin yoğunlaşacağı öngörüldüğü için Fransız Polisi’nin alarma geçtiği söyleniyor. Özellikle ulaşım grevinin hayatı olumsuz yönde etkilemesi bekleniyor.
Yaklaşık 67 milyon nüfusu olan Fransa’da 10 milyon insan yoksulluk sınırında yaşıyor. Buna karşılık şirketlerin vergi borçları siliniyor, yolsuzluk skandalları patlıyor, bakanlar ve seçilmişler hakkında soruşturmalar açılıp mahkumiyet kararları veriliyor. Bunlar ve daha niceleri yüzünden kamuoyunda hem Macron’a, hem de atadığı kukla başbakanlara duyulan öfke büyük. Bardağı taşırıp ülke çapında protesto eylemlerine neden olan hükümetin son kararlarından biri, 2026 bütçesinde kamu hizmetlerinden 43.8 milyar avroluk kesinti yapılması, diğeriyse iki resmi tatil gününün kaldırılması. Zaten bu tür kararlar nedeniyle önceki gün mecliste yapılan oylama sonucunda François Bayrou Hükümeti düştü. Fransız halkı, sıranın artık Macron’a geldiğine inanıyor. Yapılacak eylemlerin süreci hızlandıracağı umuluyor.
Sağ partilerin destek vermediği “Bloquons tout” hareketi, bu sayede sorunsalın sınıfsal niteliğini daha da görünür kılıyor. Bundan böyle neoliberalizm karşıtlığı ekseninde örgütlenen ilerici hareketlerin başta Fransa olmak üzere diğer kapitalist merkezlerde kitlesel destek görmesi sürpriz olmayacak. İktidarlar demokratik gelenekten, evrensel hukuktan ve sosyal refah vaadinden uzaklaştıkça ülke halklarına sokaktan başka bir seçenek kalmıyor.
Sorunların çok daha ağır yaşandığı Türkiye’de ise TÜİK, 25 milyon kişinin yoksul olduğunu söylüyor. İktidar, halkı sürekli fahiş vergilerle cezalandırırken yandaş şirketleri vergi borçlarını silerek ödüllendiriyor. Rant düzeni her koşulda hız kesmeden sürdürülüyor.
Öte yandan adliye ve kolluk kuvvetleri adeta yürütmenin intikam araçları durumuna getirildi. Kötü niyetli siyaset, yatırımcının borsasını da, yurttaşın semt pazarını da vuruyor. Cumhur İttifakı elinde çekiç olunca her şeyi çivi gibi görmeye başladı. Ne var ki sertlik yanlısı bu tutum, muhalif seçmeni sindirmeye ya da tercihini değiştirmeye yetmiyor. Gerçekte CHP’nin onca kumpasa karşın bölünmesini önleyen en önemli etken, anketlerde birinci parti konumuna gelmiş olması. Bu yüzden geçen haftalarda Erdoğan, “kılıç kınından çıkarsa kaleme ve kelama yer kalmaz” diyerek ezberindeki savaş planını uygulamaktan vaz geçmediğini ima etmişti. Muhaliflere karşı inatla sürdürülen hukuksuz uygulamalar kötü niyetli siyasetin kamuoyu tarafından daha net görülmesini sağlıyor. İktidar özellikle CHP’ye düşman gibi davrandıkça demokratik siyaset meşruiyetini yitiriyor.
Cumhur İttifakı, halk iradesini manipüle etmek için kendisiyle uyumlu bir ana muhalefet partisi türetmeye çabalıyor. Seçim ne kadar geciktirilirse hem saltanatın nimetlerinden uzun süre yararlanmak mümkün olacak, hem de yeniden seçilmenin bir yolu bulunacak. Ne var ki CHP’ye kayyım atasalar dahi muhalif seçmen kitlesini bölmek artık çok zor. Böyle bir durum yaşanırsa muhalif seçmenlerin gösterilecek herhangi bir adrese yönelme olasılığı yüksek. En kötü senaryo, koltuğu bırakmak istemeyenlerin seçimde kazanamayacaklarını gördüklerinde ülkeyi kaotik bir ortama sürüklemeleri.
Bakalım Macron Fransası ile Erdoğan Türkiyesi neoliberal talanın bedelini halka daha ne kadar ödetecek? Bu süreyi sokakta direnen sivil itaatsizlerin göstereceği irade ve kararlılık belirleyecek.
NOTLAR