Tartışılan geçmiş değil, gelecektir!

Düşünsel canlılığı sınırlayan sıkışmanın kaynaklarından biri de siyasal tartışmaların yöntemine ilişkin hatalı bakış açısıdır. Bugün Türkiye'de ve Dünya'da yürütülen tartışmaların odak noktası salt geçmişi yeniden yazma çabası değil, gelecek kurgusudur. Burada amaç geçmiş değil, gelecektir.

Yakın zamana kadar siyasetin sadece Türkiye’de baş döndürücü bir hızla akıp gittiğini düşünüyorduk. Son beş yıl içinde yaşanan büyük kırılmalar, tüm ülkelerde benzer bir durumun gözlemlendiğini gösterdi. Bu hızın en büyük etkisi, 21. yüzyılın genel karakterine uygun bir biçimde birçok başlık tüketilmeden ya da özgün bir yaklaşım geliştirilmeden bir köşeye bırakılıp geçilmesidir. “Oburluk çağına” özgün bir durumla karşı karşıyayız. Enformasyon bombardımanı altında her şeyi tüketmeye çalışan, özgün, tartışmayı ileriye taşıyan bir tavrın gelişmesini engelleyen bir gerçeklik ortaya çıkmaktadır.

Bu çağa özgü ortaya çıkan dinamikler düşünen, tartışan, geleceğin nasıl olacağına ilişkin sorumluluk hissedenleri de etkisizleştirmiş durumda. Bu kesimler için etkisizleşmenin sonucu hızlı tüketim ve bayağılaşmayla orantılı bir “düşünsel yorgunluk” belirtisidir. Bu belirtinin düşünsel kısırlığı tetiklemesi hiç şaşırtıcı değil. Düşünsel yorgunluk ve kısırlık sonucu sadece aydının ve halkın aklının iğdiş edilmesi değil, aynı zamanda düşünce dünyamızın da ferasetinin ortadan kalkmasıdır.

Aklın ve öngörünün iğdiş edildiği bir ortamda ne “aydın sorumluluğu” gösterilebilir, ne de “halkın iradesi” ortaya çıkabilir. Dolayısıyla iş dönüp dolaşıp yeni bir yol açma çabası gösterenlere gelmektedir. Sınırlı kaynaklara sahip bu kesimin geleceğe devredecek bir kararlılığı gösterme zorunluluğu var. Gene de bu zorunluluğun bilincinde olmalarına rağmen düşünsel yorgunluğun buranın kıyılarına da vurduğunu itiraf etmek gerekiyor. Ortada ciddi bir birikim var ama Türkiye’nin ve bölgenin önündeki büyük sıkışmaya müdahale edecek bir düşünsel canlılık gösterilmediği için, bu büyük sıkışmaya karşı bir alternatif ortaya çıkmıyor.

Bu sebepten ötürü büyük bir çaba göstermek zorundayız. Yaşanan sıkışmanın kaynağına eğilmeye ve buradan ön açıcı bir tartışmanın başlangıcını vermeye ihtiyacımız var.

Düşünsel canlılığı sınırlayan sıkışmanın kaynaklarından biri de siyasal tartışmaların yöntemine ilişkin hatalı bakış açısıdır. Bugün Türkiye’de ve Dünya’da yürütülen tartışmaların odak noktası salt geçmişi yeniden yazma çabası değil, gelecek kurgusudur. Burada amaç geçmiş değil, gelecektir.

Tarihin yeniden kurgusunun “olağan” yöntemlerle gerçekleşemeyeceği açık. Düzen siyaseti açısından verili durumun şok edici bir güçle değiştirilmesi bir zorunluluk haline gelmiştir. Bir yandan kurulan ittifakların çeşitliliği, diğer yandan da kurulan dengeler böyle bir şok edici kullanmayı zorunlu kılıyor. Egemenler için sürdürülebilir bir geleceğin tahayyülü yoktur ve siyaset “dar patikaya” sıkışmıştır. Sistemi buradan çıkartmak için verili durumu zor da dahil olmak tüm gücü kullanmak gerekiyor.

Türkiye’de son yıllarda siyasetin merkezine oturan pratik, dar patikanın zorla aşılma çabasıdır. Dolayısıyla da gücü elinde tutan iktidarın her türlü aracı devreye sokması olağan hale gelmiştir. Bir yandan siyasetin üzerinde “Demokles’in kılıcı” misali sallanan yargı, diğer yandan siyaseti kendi zemininde eritme çabası…

Böyle bir siyaset pratiğinin “geçmişi” tartışması, sadece bir yeniden yazma faaliyeti midir? Hayır, tersine yeni bir zemin yaratma çabası söz konusudur ve bu yeni zeminin emperyalist-kapitalist sistemin aldığı görünüme olabildiğince uyumlu olması gerekir.

Son beş yıldır altını kalın çizgilerle çizdiğimiz gerçeklik, kapitalist sistemin tarihsel limitinin daha önceki paradigmayı değiştirmek zorunda olduğudur. Bu durumda ortaya çıkacak yeni paradigma “gökten zembille” inemez. Tersine, geçmiş ile bir süreklilik kurarak yeni bir anlatı yaratma üzerine yoğunlaşır.

O yüzden Anayasa tartışmalarında ya da Kürt sorununun aldığı yeni görünümde “geçmişe dönük hataların düzeltilmesi” gibi bir niyet hiç olmadığı gibi, olmayacaktır da. Bu nedenle de, baştan sözünü ettiğimiz gibi tartışmanın zeminine ilişkin bakışta yöntemsel bir hataya düşmemek gerekiyor. Bugün tartıştığımız konular geçmişin yeniden yazılmasından öte, Türkiye’nin, bölgenin geleceğinin ne olacağı ile ilgilidir.

Bu soruyu merkeze koymadan yapılacak her türlü Cumhuriyet, Anayasa, bölge sorunu tartışması akademik olarak anlamlı olabilir ama bugüne ilişkin düşünsel yorgunluğu aşmaya yetmez. Niyetimiz asla geçmiş ve gelecek birlikteliğini unutmak, bunların birini diğerinin önüne koymak değildir. Ama tartışmanın özünü çıkarmak için keskin bir bakış açısını geliştirmek zorundayız.

Burada yol ayrımına gelen bir ülkenin mücadele edenleri olarak söylemeliyiz ki; tartışmanın özü “yeni cumhuriyet” tartışmasına odaklanmalıdır. Numaralı ve numaracı cumhuriyetçilerin, sermayenin egemenliğini kırmadan yürüttükleri tartışmanın vardığı noktanın eski usul bir otokrasiye çıkması şaşırtıcı değil, tarihin ruhuna son derece uyumludur.

Ama bunun ötesinde, 21.yüzyılın açmazı olan “demokrasinin krizi” konusunu es geçerek, “mutlak ve ideal” bir demokrasi arayışına girenlerin de numaralı ve numaracı cumhuriyetçiler ile aynı yolu tuttuğunu söyleyebiliriz. Halk egemenliği, halkın iradesi gibi olguların sadece seçimlere dayanan bir temsiliyet ilişkisine daraldığı zaman, demokrasinin krizine dönüşen egemenlik ilişkilerini yeniden nasıl ürettiğini dünya çapında görüyoruz. Bu tür arayışlar tüm toplumsal ilişkilerin üzerine örtü çekmeye çalıştığı için sorunludur. Böyle bir “demokrasi” arayışı kendi dibini aydınlatmayan mum gibidir. Böyle bir arayışa karşı Diyojen misali gündüz vakti elde lambayla sokaklarda dolaşmak en doğru tavırdır!

Gene aynı şekilde, tartışmanın yönteminde yapılan hata gibi, geleceğe ilişkin beklenti ve stratejilerde de hata yapılmaktadır. Düşünsel yorgunluğun ikinci kaynağı da burasıdır.

Bu noktayı biraz açalım.

“Geleceği anlamak için geçmişi tartışmak gerekir” bakış açısıyla işe başlayanların, gelecek ile beklenti ve stratejilerinde ise bu sefer “köksüz” bir bakış açısı geliştirmeleri, tarihsiz ve sınıfsal güçlerden bağımsız bir hat kurgusuna girişmeleri bu ikinci kaynağın esas çıkış noktasıdır. Nasıl ki; bugün aslında Cumhuriyetin kendisini değil, geleceğine ilişkin kurguyu tartışıyorsak; gelecek tahayyülünde de geçmişin izleri olmaksızın bir strateji geliştirmemiz mümkün değildir. Gökten ittifak yağmadığı gibi, tarihsel bağlamdan kopuk bir strateji geliştiremiyorsunuz.

Bu bakış açısının benzerini farklı siyasal gelişmelere de uygulamak mümkün.

Bugün İsrail-İran çatışmasının kökenlerini aylar önce Yurtsever’de yazmaya çalışmış, savaşın karakterini saptamak için belirli önermeler geliştirmek istemiştik. (1)-(2) Burada da geçmişten kalan, İsrail’in tarihsel anlamına odaklanan, molla rejiminin rolünden yola çıkarak bir tavır önerenlerin düşünsel yorgunluktan öteye de geçerek düşünsel iflasa sürüklenmesi gerçekten dikkat çekici. Elbette, bu sadece dostlarımızı etkileyen bir durum değil.

Aynı zamanda gene savaşın karakterine, bölgede emperyalizmin çıkarlarına tavır geliştiren siyasal çevrelerin de bilinçli bir “tavrı” söz konusu. Bunların sadece yöntemsel hataları yok. Bu kesimler açısından temel mesele bölgede emperyalizmin müdahalesinden pay kapma çabasında olmalarıdır. Burada düşünsel bir iflastan fazlası, bilinçli bir şekilde tarihin yanlış tarafında durma eğilimi vardır. O tavır bizden uzak olsun!

Ancak bu tavrın bizden, dostlarımızdan, memleketin ve bölgenin geleceğinden uzak olmasının da en önemli şartı yukarıda sözünü geçirdiğimiz gibi düşünsel yorgunluğu aşacak bir iradenin ortaya çıkartılmasından geçer. Bu konu statik değil, dinamik bir konu ve ideolojik-siyasal-örgütsel devamlılığı, tarih-teori-strateji bütünlüğüne çevirmekten geçer. Niyetimiz böyle bir bütünlüğü tüm zorluklara karşı yeniden üretmekten geçiyor.

Böyle bir bütünlüğü yeniden üretecekler bize göre vardır ve gene anlamını bulacağı yer bölgede Türkiye olacaktır. Türkiye’de böyle bir bütünlüğü yeniden üretmenin, olanaklarını zorlamanın tam da zamanıdır. Tartışılanın geçmiş değil, gelecek olduğunun düşünenler bu iradenin zamanının geldiğini de anlayacaktır.

Kaynaklar
(1) Irmak Ildır : Testere ve çekiç: Düğümü kim çözer? | Yurtsever
(2) Irmak Ildır : “Koridor savaşlarına” doğru mu? | Yurtsever