Testere ve çekiç: Düğümü kim çözer?

Elektrikli testereyi ellerinde tutanların "bürokrasinin kıllı kolları" ile yetinmek gibi bir hedefleri bulunmuyor. Aynı zamanda sermayenin de yeniden düzenlenmesini, üretimin tüm unsurlarının askeri-sanayi kompleksin ihtiyaçlarına göre bir kez daha belirlenmesini istiyorlar.

20 Şubat günü ABD’de Maryland’de ilginç bir konferans toplandı. Muhafazakâr Siyasi Eylem Konferansı (CPAC), Trump’ın seçilmesinin ardından ilk kez toplanırken, toplantıya Arjantin Devlet Başkanı Milei’nin Trump’ın bir numaralı “sağ kolu” olarak görülen özel görevli Elon Musk’a hediye ettiği “elektrikli testere” şovu “damga” vurdu. Bir hayli sembolik olan bu şov,  toplantıdaki bileşim açısından da önemli yanlar barındırıyordu. CPAC’in davetlisi olarak katılan farklı ülkelerden “milli muhafazakarlar” bir tür “yeni uluslararası düzenin” ilk ağırlık noktalarını bize göstermiş oldu. (1)

Musk’a hediye edilen elektrikli testere, “milli muhafazakârlar” olarak bilinen çevrenin devlet ve sermaye arasındaki ilişkilere yapacağı hamlenin işaretini temsil ediyor. Emperyalist merkezlerde, özellikle pandemi sonrası, devletin ekonomideki rolü üzerine tartışmalar ağırlık kazanırken, kapitalizmin taşıdığı bir dizi yükü sırtından nasıl atacağına ilişkin siyasi kavga da hız kazanmış durumda. Sadece ABD’de değil, emperyalist merkezlerinin tamamına yayılan genel kanı, devletin düzenleyici rolünün sermaye lehine ağırlık kazanması, gereksiz ve kâr getirmediği düşünülen tüm unsurların ise sert bir şekilde tasfiye edilmesi gerektiğidir.

Buradaki temel tartışma devletin üstleneceği düzenleyici rolün sermayeye ne düzeyde bir “üstünlük” sağlayıp sağlamayacağı üzerinedir. Trump, Musk ve benzeri siyasi liderler için ellerine aldıkları “elektrikli testere” sadece böyle bir üstünlüğü daha dolaysız hale getirmek için çırpınmakla yetinmeyip, aynı zamanda ABD aleyhine bozulan hiyerarşiyi de her anlamıyla geri kazanmaya çabalamaktadır.

Elektrikli testereyi ellerinde tutanların “bürokrasinin kıllı kolları” ile yetinmek gibi bir hedefleri bulunmuyor. Aynı zamanda sermayenin de yeniden düzenlenmesini, üretimin tüm unsurlarının askeri-sanayi kompleksin ihtiyaçlarına göre bir kez daha belirlenmesini istiyorlar. Bu anlamıyla bakıldığında içinden geçtiğimiz dönem emperyalizmin her türlü ilişkiyi yeniden tanımlayacağı, Soğuk Savaş döneminden kalan “demokrasi” ilüzyonunu berhava edeceği, devlet ve sermaye arasındaki ilişkiyi daha çıplak hale getireceği bir dönemdir.

Anlattıklarımız okuyucularımıza oldukça tanıdık geliyor, değil mi? “Biz zaten bunları yaşadık, şimdi biraz da Avrupa ve ABD çeksin” diyorsunuz değil mi?

Ancak hemen acele etmeyin, çünkü bu durum biraz daha fazlasına işaret ediyor. Emperyalist merkezlerde beliren siyasetin bir diğer uç noktası da, teknolojik gelişmenin askerileştirilmesini  içeriyor. Teknolojinin askerileştirilmesi, Avrupa’nın silahlanma harcamalarını üstlenmek istemeyen ve  bu harcamayı kendilerinin yapmasını isteyen Trump’ın siyasetinden daha öte bir anlam taşıyor.

Silikon Vadisi’nin içinden gelen Peter Thiel ve Alexander Karp gibi isimler bu konuda öne çıkıyor. İkisi de teknolojiyi askeri hizmetler için kullanan Palantir’de bulunan bu iki isimden Alexander Karp, vadinin yarattığı değerlerin “milli çıkarlara” hizmet etmesi gerektiğini, sermayenin devlet tarafından desteklenerek “mega projelere” geri dönülmesi gerektiğini savunuyor. (2)

Yukarıda ifade edilenler daha sık bir biçimde siyaset tarafından da dile getirilirken, daha büyük bir düğüm oluşuyor. Bu tür büyük proje isteklerinin, şovların alıcısı fazla olsa da emperyalist merkezleri birbiriyle daha fazla rekabete, çelişkiye ve nitekim savaşa doğru itmektedir. Make America Great Again (MAGA) yaratıcılarının Avrupa için düşündükleri “Make Europe Great Again” (MEGA) formülasyonu Ukrayna, Avrupa’nın silahlandırılması vb. gibi başlıklar ortaya çıktıkça, bu formülasyon “daha büyük çelişkiyi” beslemektedir.

Geçmişte sosyalizmin başarılarına karşı bir araya gelen emperyalist dünya, son büyük düzenlemeyi neo-liberalizm ile başlatmıştı. Oradaki “kutsal savaş” işçi sınıfına karşıydı. Şimdi ise böyle bir bağlayıcılık bulunmadığına göre elektrikli testerenin düğümü kesmek için emperyalizmin kendi kollarına vurması hiç şaşırtıcı değil. Ancak testerenin düğümü kesmek bir yana daha da kuvvetli bir şekilde sıkılmasına neden olması, akla başka alternatiflerin de gelmesine neden oluyor.

Eğer bir de söz konusu Türkiye olursa… Atlantik’in iki yakasındakilere göbekten bağlı olan Türkiye’nin yukarıda sözünü ettiğimiz süreçlerin bir kısmını daha önceden yaşadığını belirtmiştik. Ancak şimdi bir aşama daha gelmektedir; düğümün kopacağı yerlerden biri de bizim içinde bulunduğumuz coğrafyanın kendisidir. Henüz genel bir savaş çıkarma eğilimi ve gücünden yoksun emperyalizmin, sınırları “statüko” kabul ettiği dönemden uzaklaştıkça, tek bir seçenek ufukta beliriyor: savaş. Savaş ihtimali ise bildiğimiz türden savaşları temsil etmiyor, günümüzün ifadesiyle söylemek gerekirse ortadaki seçenek “hibrit savaştır”.

İşte böyle bir dönemde Türkiye’nin ve onu yöneten sınıfın alelacele sistemi yeniden tartışmaya açması biraz da bu nedenledir. Atlantik’in iki yakası yeniden şekillenirken, Türkiye’ye biçilen rollerden biri de bölgenin askeri geçiş noktası olma ihtimalidir. AB bu ihtimali hızla satın almaya, ABD ise bu seçeneği güçlendirecek siyasi ve ekonomik hamlelere başladı bile.

O halde bir kez daha söylediğimiz gibi, bu düğümü kestirip atacak başka bir seçenek mümkün olabilir mi? Yüzyıl önce, birinci dünya savaşı öncesinde, düğümü savaş koparmıştı. Yüzyılı değiştiren gelişmeler ise savaşa da son verecek bir dönemde, savaştan sonra başlamıştı. Tarihçilerin ifadesiyle söylemek gerekirse; geçtiğimiz yüzyıl bu nedenle de kısa bir yüzyıldı. O zaman şu soruyu sormak gerekli: bu yüzyıl kısa bir yüzyıl mı olacak, yoksa uzun bir yüzyıl mı?

Testere ve çekiç, insanlığın ve ülkenin kaderini değiştirecek iki araç ve ikisini de kimin iyi kullandığını hepimiz iyi biliyoruz.

O halde, bilmenin değil, değiştirmenin zamanı diyerek yukarıdaki tabloyu değiştirmek için daha fazla çalışma zamanıdır.

Kaynaklar

(1) Katılımcıların Fransa, Slovakya, İtalya ve İngiltere gibi ülkelerin “aşırı sağcı” parti ve liderlerinin katılmış olması, bu çevreler arasında “mutlak uyumun” olduğu anlamına gelmiyor. Gene de konferansa katılanların ne tür tepkiler verdiğine ilişkin genel kanıya şuradan erişebilirsiniz: https://www.euractiv.com/section/politics/news/eu-far-right-heads-to-washington-to-surf-on-the-maga-wave/

(2) https://www.theatlantic.com/ideas/archive/2025/02/silicon-valley-has-lost-its-way/681633/