TKH Genel Başkanı Aysel Tekerek, 2025 yılını Yurtsever'e değerlendirdi
2025 yılının son gününde Türkiye Komünist Hareketi Genel Başkanı Aysel Tekerek’le röportaj gerçekleştirdik. 2026 yılına yönelik beklentileriyle birlikte bugün mevcut AKP iktidarına karşı verilen mücadeleyi değerlendiren Aysel Tekerek, “ülkenin aydınlık geleceğine açılan yolda işçi sınıfı ile cumhuriyeti savunanların da birlikte yürümesinin de zorunlu olduğunu bilmek ve göstermek zorundayız.” dedi.
Türkiye Komünist Hareketi (TKH) Genel Başkanı Aysel Tekerek, 2026 yılına girerken sorularımızı yanıtladı. Tekerek, ülkemizde ve bölgede yaşanan gelişmeleri ve önümüzdeki dönemde sol ve sosyalist siyasetin öne çıkan mücadele başlıklarını değerlendirdi.
Aysel Tekerek, “ülkenin aydınlık geleceğine açılan yolda işçi sınıfı ile cumhuriyeti savunanların da birlikte yürümesinin de zorunlu olduğunu bilmek ve göstermek zorundayız.” dedi.
ONAYI HALKTAN DEĞİL TRUMP’TAN ALIYORLAR
AKP’nin kurmaya çalıştığı yeni rejim, yeni bir Anayasa ile hukuki zemine oturtulmak isteniyor. AKP’nin yapmak istediği yeni Anayasa’yı, emekçiler, yurttaşlar ve son olarak gündemdeki “Kürt barışı” açısından değerlendirebilir misiniz?
AKP’nin “Yeni Anayasa” gündemini partimiz oldukça ciddiye almaktadır. AKP’nin halk düşmanı hamlelerinden herhangi biri olarak değil, en büyüğü olarak görmektedir. Sizin de belirtiğiniz gibi AKP’nin kurmaya çalıştığı yeni rejimin de bir anayasaya ihtiyacı olduğu kesindir. Zira şu an, AKP verili Anayasaya uymayan bu durumu da reddetmeyen bir iktidar olarak tarihe geçmiştir. AKP başladığı işi anayasa ile bitirmek istemektedir. “100 yıllık cumhuriyet parantezini kapatacağız” diye başlattıkları süreçte başkanlık rejimi ile oldukça büyük yol aldıkları malum olsa da başka bir malum olan da halkın genelini bu sürece ortak edememiş olmalarıdır. 12 Eylül Anayasası ile hesaplaşma tezleri de 12 Eylül iktidarından ülkeyi daha da geriye götüren bir iktidar olarak AKP’nin önünü pek de açmadığı görülmektedir.
Dolaysıyla AKP’nin ikna mekanizmalarına ihtiyacı vardır.
“Kürt barışı” bu noktada bir iç gündem olarak AKP’nin Anayasasına gitmek için kullandığı yollardan biri olacaktır.
Selahattin Demirtaş başta olmak üzere, binlerce Kürt siyasetçinin Anayasa hükümlerine rağmen tahliye edilmemiş olması, AKP’nin istediğini almadan hiçbir şeyi vermeyeceğini göstermektedir. AKP’nin istediği ise ne demokrasi ne barış ne de kardeşliktir. Gerici, piyasacı ve işbirlikçi bir iktidar olarak AKP’nin istediği kaybetmiş olduğu meşruiyeti kazanmak, dilinden düşürmediği “Yeni Anayasa”sını başına bir kaza gelmeden yapmaktır.
AKP’nin istediği anayasanın bugüne kadar oluşturduğu Türkiye tablosuna kabaca bakıldığında ne menem bir şey olduğunu görmek hiç zor değil.
Laiklik başta olmak üzere, kamunun, halkın temel haklarının ülkenin egemenlik zeminin yok edileceği bir üst hukuksal metni ya meclisten ya da halk oylamasından geçirmeye çalışacaklar.
Kürt ve Türk emekçilerinin bu saldırıyı mutlaka göğüslemesi gerekecek.
Partimiz tam da bu nedenlerle “AKP’ye de Anayasasına da hayır” başlıklı çalışmasını başlatmış oldu. 2026 yılında bu çalışmanın daha yaygınlaşması ve daha da etkili olması için bir plan dahilinde çalışmalarımızı sürdüreceğiz.
MEŞRUİYETİ TRUMPT’AN ALIYORLAR
Anlattığınız Türkiye’de gençlerden emeklilere, kadınlardan işçilere kadar toplumun büyük bir bölümünün ciddi bir geleceksizlik ve ekonomik darboğaz içinde olduğu görülüyor. AKP’nin kurduğu istibdat rejiminin bu tabloda gerçek bir meşruiyet oluşturması ve rejimin sürekliliğini sağlaması mümkün mü?
Hayır mümkün değil. Ancak hemen eklemeliyim ki, AKP uzunca bir dönemdir meşruiyeti olmadan iktidarda kalmayı becerebilen bir parti. Sürekliliğini aslına bakılırsa ülkenin halkından aldığı onay ile değil, emperyalistlerden, sermaye sınıfından aldığı onay ile sağladı. ABD Başkanı Donald Trump’ın Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili sözleri bunun en önemli göstergesidir aynı zamanda. İktidarını içeride halka karşı bir istibdat rejimi ile sürdürmeye çalışması AKP’nin bilinçli bir tercihi olmasının yanında giderek onun için de bir zorunluluğa dönüşmüş durumda. En güçlü siyasi rakibini tutuklaması, onun tutuklanmasına karşı çıkan yurttaşları tutuklaması, yolsuzluk haberleri yapan, düşüncesini söyleyen gazetecileri aydınları tutuklaması, TV kanallarına çökmesi; bununla birlikte emekçilere dayatılan yoksulluk sınırının da altında kalan asgari ücret miktarı, sağlığın eğitimin, barınmanın ve beslenmenin giderek daha pahalı hale gelmesi halk için sürdürülemez bir noktaya gelmiş olsa da AKP için iktidarını sürdürmek için heybesinde bulunan turplardan medet ummaya da mecbur kalmış bir partidir artık. AKP’nin çözemediği her başlığın kendisine siyasi bir kriz olarak geri dönmesinin yolu da yine halkın örgütlü gücünün artmasından geçecek. Bunun geciktiği ya da yaşanmadığı her durumda “tereyağından kıl çeker gibi” olmasa da siyasi ve toplumsal mühendislik ile AKP’nin istediğini alma gücü hala yerli yerinde durduğunu da belirtmek gerekiyor.
CHP’NİN SINIRLARI VAR
Toplumda biriken tüm öfkeye rağmen AKP iktidarda kalmaya devam ediyor. AKP’nin iktidarda kalmasını yalnızca kendi başarısı olarak görebilir miyiz? Muhalefetin bu anlamda şimdiye kadar yapamadığı ya da eksik bıraktığı şey nedir?
Düzen içi muhalefetin toplumsal kriz başlıklarını siyasi bir krize evriltmemek için özel bir çabası var. CHP’nin cumhurbaşkanı adayı olan Ekrem İmamoğlu’nun yüzlerce yılla yargılanması, belediye başkanlarının tutuklanması gibi ağır saldırılara rağmen, yetkisizleştirmiş bir Meclis’i yüceleştirilmesi, CHP belediyelerinde başkanların birçoğunun işçi düşmanlığını gizlemekten çekinmemesi, AKP’yi köşeye sıkıştırabilecek birçok adımı atmaktan imtina etmesi, umutları sandığa havale etmesi AKP’yi oldukça rahatlatıyor. Normalleşme açıklamalarının ardından gelen mücadele çağrıları sosyal demokrasinin ve liberalizmin doğal sonucu olarak düzen dışına çıkma potansiyelini taşıyan öfkeye çerçeve çizerek, düzen içinde tutmayı da gözettiği görülüyor. Daha fazlasını beklemek mümkün mü? CHP’nin tabanından bağımsız olarak durduğu siyasi hattan bunu beklemek doğru olmayacaktır. CHP’nin ana muhalefet partisi olarak yargı sopasının sürekli üstünde dolaştığı bu dönemde dahi örneğin “sine-i millet dönme” açıklamasını dahi ağzına almaması olabilecek siyasi kırılmaları göğüsleyemeyecek olmasından dolayı değil, bu kırılmanın sola, sosyalizme açacağı alandan da çekiniyor olmasından kaynaklanmaktadır.
CUMHURİYET’İ SAVUNANLAR İŞÇİ SINIFIYLA BİRLİKTE YÜRÜMELİ
Türkiye’de gerici ve piyasacı AKP rejiminin politikalarına karşı çıkan milyonlarca emekçi ve bunun yanında ilerici, cumhuriyetçi ve devrimci bir birikim mevcut. TKH olarak, emekçilerin bu ilerici birikimle ortak bir mücadele hattında buluşabileceğini düşünüyor musunuz?
Bu ortak mücadele hattının oluşabileceğini oluşması gerektiğini uzun bir süredir sadece düşünmüyor ve söylüyoruz da.
Cumhuriyet ile özdeşleşen laiklik, kamuculuk, bağımsızlık gibi değer ve ilkelerin tırpanlanması AKP ile başlamadı ancak AKP ile cumhuriyetin kendisinin yok edilmesi noktasına kadar getirildi.
2013 yılındaki Haziran Direnişi bu sürece karşı önemli bir kalkışma olarak tarihe geçti. Ancak bazı temel doğrular da kendini bu süreçte açığa çıkardı. Emekçilerin, sınıf karakteri ile bir döneme damga vurmasının eksik kaldığı her durumun bir sonucu olarak güçlü ve yaygın eylemler iktidarı sarsmış olsa da alaşağı edemedi.
Aradan geçen 12 yılda, AKP, siyasi ve toplumsal tasarım yeteneği de kazanarak, 15 Temmuz darbe girişimini de fırsat bilerek düştüğü yerden kalkmasını becerebildi.
Ancak tüm bu yeteneklerine rağmen, devlet gücüne, yargı gücüne rağmen ülkedeki cumhuriyetçi birikimi, ilerici birikimi yok edemedi.
Şimdi bu birikimin laiklik mücadelesinde bir öncülüğe sahip olduğunu görüyoruz. Biraz önce bahsettiğimiz AKP’nin yeni anayasa hamlesinde bu birikimin etkili bir hat kuracağını biliyoruz.
Cumhuriyete sahip çıkmanın geçmişe özlem ve 1923 ruhunu geri çağırmak ile olmayacağını defalarca gördük. Yeni bir cumhuriyetin sosyalist bir cumhuriyet ile mümkün olduğunu partimiz cumhuriyetçi çevrelerden hiç saklamadı. Sosyalist bir cumhuriyetin ise emekçilerin sınıfsız bir toplum mücadelesinin eseri olacağını biliyor ve söylüyoruz.
O halde, ilerici, devrimci ve cumhuriyetçi birikim ile işçi sınıfının öncü rolü arasına bir bağ kurmak zorundayız. Cumhuriyeti kendisine ayak bağı olarak görenlerin sadece gerici AKP rejiminden ibaret olmadığını, bütün bu yolları sermaye sınıfı ile, emperyalistlerle birlikte yürüdüklerini biliyor ve görüyorsak eğer, ülkenin aydınlık geleceğine açılan yolda işçi sınıfı ile cumhuriyeti savunanların da birlikte yürümesinin de zorunlu olduğunu bilmek ve göstermek zorundayız.
DAHA ÇOK ÖRGÜTLENMELİYİZ
TKH, 2026 yılına girerken bir mesaj yayınlayarak yeni mücadele yılını selamladı. 2026 yılı için bir mesajınız var mıdır? Neler söylemek istersiniz?
2026 yılının AKP’nin planlarını düşündüğümüzde önemli bir yıl olacağını tahmin etmek zor değil. Ortadoğu’daki ve dünyanın diğer bölgelerindeki emperyalizmin adımları 2026 yılının en az 2025 yılındaki gibi önemli gelişmelere gebe olduğunu gösteriyor. 2025 yılından 2026 yılına baktığımızda ülkemizde ve dünyada emperyalizmin ve onun işbirlikçilerinin kendi aralarındaki dengelerden dolayı değil, kendi dışındaki halkın örgütlü mücadelesi ile zorlandığı bir yıl olarak tarihe geçmesini sağlamalıyız. Bu nedenle 2026 yılında daha çok çalışmalıyız, daha çok örgütlenmeliyiz.
Umut ve zaferler yılı olsun 2026 yılı.
Emekçi halkımızın yeni mücadele yılı bu dileklerle kutlu olsun.

