Türkiye devriminin yolu: Bağımsız devrimci hat

Leninizm’i “soteye yatmak”la eleştirip HDP ve CHP arasında salınmanın siyaset teorisini ve stratejisini ortaya koyarak “büyük oynayanların”, bugün geldikleri yer bellidir. Peki sosyalizmin devrimci kanadını temsil edenler burada kendilerine bir pay çıkarmayacak mı? Meseleyi kitle, sayı, tıklanma, beğeni, görünür olmaktan ibaret görenlere verilecek yanıt devrimci örgütlenme ve sınanmış bir kadro birikimidir. Çünkü bu büyük bir mevzidir!

Türkiye’de devrim fikri, sosyalist harekette artık tartışılan bir konu olmaktan çoktan çıktı. Daha çok CHP ile HDP arasında salınan “sosyalist hareket”, bu salınımı devrimci siyasete ikame ederken, neredeyse taktiksel bir konuyu stratejik bir davranış biçimi haline getirmiş durumda.

HDP ile ittifak Kılıçdaroğlu’na oy atmaya engel değilken; 20 Mart’ta Saraçhane’de CHP mitingine katılım da 21 Mart’ta Yenikapı’da HDP’nin Nevruz mitinginde boy göstermeye engel olmuyor. Birgün demokrasiye diğer gün ise barışa sahip çıktığını savlayan Türkiye solunun bazı unsurları, aslında düzen siyasetinin kanatlarının rüzgarları arasında salınan yaprak misali yönsüzlükle malul bir siyasi çizginin somutluğunu sergiliyor. Daha düne kadar Kürt siyasi hareketi ile ittifakı programatik ve stratejik bir düzlemde görmeyi “devrimci bir ilke olarak gören” Türk solunun önemlice bir bölümü bugün Kürt siyasi hareketinin “İkinci Cumhuriyet’e” entegrasyon adımı karşısında susuyor. “Saray rejimi”ne karşı mücadeleyi “baş çelişki” ilan ederek tek adam rejimine karşı mücadeleyi her şeyin önüne koyup cezaevinden Demirtaş’ın mesajlarını taşıyanlar, Demirtaş’ın Erdoğan ve Bahçeli’ye uzun ömürler dilemesi karşısında başlarını kuma gömüyorlar. Ama hep birlikte bir gün Saray’a karşı sokağa çağrı yapan CHP’nin bir gün Saray’la anlaşmanın yolunu döşeyen HDP’nin mitinginde bayrak sallıyorlar.

Türkiye sosyalist hareketinde strateji tartışması eski bir tartışmadır. Bu tartışma, 60’ların ortasından başlayarak bugüne kadar Türkiye sosyalist hareketini belirlemiş ideolojik, programatik, politik hatların çizilmesinde nirengi noktalarını oluşturmuştur. Milli Demokratik Devrim ve Sosyalist Devrim, iki ayrı stratejik hattı temsil etmiş, hala etmektedir. İlki 1923 Cumhuriyeti’nin yarıda kesildiği üzerinden özellikle Yön Dergisi’nin açtığı kanaldan ilerleyen bir demokratik devrimci çizgidir. Diğeri ise burjuvazinin iktidara geldiğini ve gericileştiğini söyleyen sosyalist devrim stratejisidir.

Farklı hatlar olmakla birlikte temelde bu iki kategori etrafında kümelenecek Türkiye sosyalist hareketinin devrimci demokratik hattının “tutarsızlığı” -örneğin bugün CHP ya da HDP arasında salınımı- burjuvazinin bir kanadından demokrasi beklentisiyle ya da demokratikleşme hedefinin Kürt siyaseti hareketiyle ittifak siyaseti ile açıklanabilir. Ancak sosyalist devrim hattı kümesinde bir siyasal hareketin “Kılıçdaroğlu’na bir oy” siyaseti ya da CHP mitinglerine katılımı düşündürücüdür. Burjuvaziden demokrasi gelip gelemeyeceği ya da Kürt sorununda burjuva çözümün burjuvazinin gericileştiği bir kesitte ileri bir adım olup olmadığı özellikle ele alınmak durumunda. Meseleyi “AKP gitsin diye” ve “İmamoğlu’na destek değil faşizme hayır diye” ile de açıklamanın bir sınırı var. Siyaset sonuçla tanımlanır ve sonuç CHP’nin politik öncülüğüne soldan meşruiyet olmuştur. Sosyalist hareket, objektif olarak istibdata, gericiliğe, adaletsizliğe, baskıya, faşizme karşıdır. Ancak subjektif olarak CHP’ci olmak durumunda değildir. Objektif konumlanışın subjektif yönünü tartışıyoruz. AKP’ye hayır demenin karşılığı “doğallığında” CHP’nin politik yörüngesine girmek olamaz.

Türkiye sosyalist hareketinde Atatürk, Türk bayrağı, İstiklal Marşı’na yaklaşım gibi çokça tartışılan başlık bulunmaktadır. Bizim nerede durduğumuz biliniyor. Ancak Türkiye’de devrimciliği Atatürk, Türk bayrağı ve İstiklal Marşı gibi ulusal değerlere mesafeyle ölçenler, örneğin Saraçhane mitinginde Türk bayrakları, Atatürk posterleri ve İstiklal Marşı’yla eşliğinde CHP liderlerini dinlemekte beis görmediler. Doğrusunu yaptılar. Atatürk, Türk bayrağı ya da İstiklal Marşı ile Türkiye sosyalist hareketinin sorunu geçmişte yoktu ve bugünkü toplumsal direniş-sokak mücadelesi bu konuyu ampirik olarak çözmektedir. Hayat bizleri bir kez daha doğrulamıştır.

Eski tartışmalardan birisi de şudur: Türkiye devrimi mi Kürdistan devrimi olacak ya da Kürdistan Devrimi mi Türkiye devrimine yol açacak? Bu sorunun yanıtı da Ortadoğu’daki gelişmelerle üç aşağı beş yukarı belli olmuştur. Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyinde Kürt devletleri kurulurken bunun bırakın Türkiye devrimine bir bölge devrimine de yol açmadığı tersine emperyalizmin bölgeye yerleşmesinin aracı haline geldiği açık olarak görülmektedir. Demek ki, bölgesel bir devrim Türkiye devrimini beklemektedir. Hayat bizleri, ikinci defa doğrulamıştır.

Özellikle 1990 öncesi Türkiye solunda likidasyon sürecinin zemini ideolojik olarak döşenmişti. 80 yenilgisinin faturası örgütlülüğe kesilirken yeni sol, sosyalist siyasetin yeni teorik/ideolojik gıdası oluyordu. 90’lı yıllarla birlikte Kürt siyasi hareketi ile Türkiye sosyalist hareketinin ilişkisi ya da mesafesi tartışmaların merkezine oturdu. Burada bağımsız bir politik hattın kurulmasını öne koyma düşüncesi bizim geleneğin net bir fikri iken Türkiye solunun önemlice bir kesiminin ana tartışma başlığını ve bölünmelerin de temel noktasını Kürt siyaseti ile ilişki (Kürt sorununa yaklaşım) oluşturdu. Bu süreç, bugün AKP-MHP ile uzlaşma ve “yeni rejime” entegrasyon siyasetiyle Türkiye solunu da peşinden sürüklemiş durumda.

Ancak bizim geleneğin bağışık olduğunu düşündüğümüz bu tartışma ne yazık ki kendi saflarımızda HTKP sürecinde ortaya çıktı. HTKP’nin yaşadığı TİP-TKH ayrışmasının özü, HDP ile ittifak ya da seçimlerde HDP’yi destekleme konusuydu. Gezi sonrası, yeni bir Türkiye’nin oluştuğu, “saraya” karşı HDP’nin desteklenmesi, faşizmi ve istibdat rejimini önleyecek tek koşul olarak sunuldu. HDP, Meclis’e giremezse faşizm gelecekti. Ama HDP Meclis’e girdi, istibdat rejimi de geldi. Hatta HDP ile birlikte Türkiye solunun birçok bölmesi milletvekili kontenjanı kovalarken, Meclis tek adam rejiminin demokrasi süsü olmak dışında bir işleve sahip olamadı. Tarih; 10 yıldır AKP’nin gitmediğini gösterirken, AKP’nin gidişi için yanaştıkları HDP’nin bugün AKP-MHP eliyle kurulan rejimle entegrasyon sürecinin katalizörü olmasının kuvvetli bir ihtimal olduğunu 10 yıldır anlatmaya çalışan bizleri, bir kez daha doğrulamıştır.

“AKP gidiyor, bir tekme de biz vuralım. AKP’nin gidişinde yeri olamayanların geleceği olmaz” diyenler Meclis’te milletvekili koltuğu kapmış olabilirler ancak Demirtaş ile Kılıçdaroğlu arasında salınmak dışında bir işleve sahip olmadıklarını da son 10 yıllık pratik fazlasıyla göstermiş bulunmaktadır. Çünkü düzen siyasetinin rüzgarına kapılıp öncü parti yerine “kitle partisi” fikrini dahi “sosyal medyada tıklanma partisi”ne dönüştürenlerin, bugün CHP’nin yan örgütü haline gelmesi işten bile değildir. Bugün CHP’nin Saraçhane militanlığı ve siyasi söylemi ile Saraçhane mitinginde boy gösteren solun farkı neredeyse silikleşmiştir. Bizi asıl şaşırtan ise HDP ile mesafeyi kısaltanlar ile HDP ile mesafeyi koruyanların, bu sefer CHP’nin mitinginde buluşmaları olmuştur. Ancak mesele bizler açısından hep, CHP’nin burjuvazinin restorasyoncu kanadını temsil edip etmediğidir.

Leninizm’i “soteye yatmak”la eleştirip HDP ve CHP arasında salınmanın siyaset teorisini ve stratejisini ortaya koyarak “büyük oynayanların”, bugün geldikleri yer bellidir. Peki sosyalizmin devrimci kanadını temsil edenler burada kendilerine bir pay çıkarmayacak mı? Meseleyi kitle, sayı, tıklanma, beğeni, görünür olmaktan ibaret görenlere verilecek yanıt devrimci örgütlenme ve sınanmış bir kadro birikimidir. Çünkü bu büyük bir mevzidir!

Kürt yoksul köylüsünün Türkiye proletaryasının parçası haline geldiği son 40 yıllık süreç, Kürt siyasi-toplumsal dinamiğinin de karakterini adım adım değiştirmektedir. Kürt siyasetiyle ilişkiyi pragmatik olarak gören Türkiye solunun oportünist kesimlerini (seçim barajını aşmak için) dışarıda bırakarak, Kürt siyaseti ile ittifakın stratejik ve programatik olarak görülmesi, yaşanan son 40 yıllık süreçte sosyalist siyaseti toplumsallaştırmadığı gibi mevcut sermaye iktidarına karşı güçleri daha ileriye taşıyamamıştır. Ancak sınıfsal dönüşümün aynı zamanda Kürt toplumsal dinamiğinde değişime, bu değişimin yönünün ise ülkenin ilerici birikimle entegrasyon doğrultusunda olduğunu görüyoruz. Kısaca ve başka bir deyişle Kürt siyaseti “İkinci Cumhuriyet” ile entegrasyona yönelirken Kürt ilerici toplumsallığı kapitalizmin yarattığı adaletsizliğin karşısında muhalif kimliğinde bir evrime yöneliyor.

Cumhuriyetçi toplumsal dinamikler ise, bugün bir kez daha Türkiye devriminin temel zemini olduğunu fazlasıyla ispatlamış oluyor. Cumhuriyet Mitingleri, Haziran Direnişi ve Saraçhane Direnişi’nde ortaya çıkan gençlik hareketi, devrimci toplumsal dinamiklerin zeminini ve geleceğini gösteriyor. Gezi ve neredeyse 10 yıl sonra ortaya çıkan “Saraçhane direnişi”, Türkiye’nin potansiyeli ile Türkiye devriminin olanaklarını ve olasılıklarına işaret ediyor.

Sol, güncelliğe takılmadan, bir kez daha ortaya çıkan dinamiği düzen muhalefetinin öğütücü taşlarının arasında bırakmadan sosyalist hareketin ayrı bir kanaldan güçlenmesinin yolunu bulmalıdır. Bugün ülkede devrimci bir çıkışın ve devrimci bir damarın ortaya çıkmasının yolu, bağımsız sosyalist hareketin güçlenmesinden geçiyor. Türkiye solunun CHP ile HDP arasında salınan bir siyasal nesneleşmeden, kendi yolunu örgütleyecek bir özneleşmeye evrilmeden bu fasit daireyi kırması mümkün değildir. Ancak bugün gelinen noktada “sosyalistlerin bağımsız hattı” fikriyatı zayıflamıştır. Doğrudan CHP’nin arkasına dizilen ya da CHP’nin politik gölgesinde solculuk yapmaya çalışan bir siyaset tarzının, bağımsız devrimci bir odak yaratma hedefini ikinci plana atacağı açıktır.

Bugün de, dün durduğumuz yerdeyiz. Sosyalist hareketin kendi bağımsız hattını örgütlemesi bizim stratejik yaklaşımımızdır. Her türlü ihanete, saldırıya ve algı operasyonuna karşın er ya da geç bu ülkenin sınıf partisi toplumun partisi haline gelecektir.

Türkiye solunda, hareketi her şeyi önüne koyanlara karşın bizim düsturumuz aynıdır: Devrimci teori olmadan devrimci pratik/hareket olamaz.