“Yeni çözüm süreci” ve devrimci tavır
İlk üç yazımızda istibdat rejiminde gündeme gelen burjuva çözümü iç ve dış dinamikler bağlamında ele aldık. Şimdi ise sıra zurnanın zırt dediği noktayı konuşmaya geldi. Türkiye’de solun ve sosyalistlerin bu konuda duruşları nedir ve nasıl olmalıdır, bunu değerlendirmek gerekiyor.
“Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?”
Daha önce de ele aldık, Abdullah Öcalan “artık sınıf mücadeleleri bitmiştir, devlet kurmayacağız şimdi belediyesel özerklik zamanı” diyor ve elli yıllık PKK mücadelesi sayesinde Kürtlerin kendini kabul ettirdiğini, dolayısıyla silah bırakma zamanının geldiğini ifade ediyor. Bugün Türkiye’de Kürt kimliğinin kabullenilmesinde Kürtlerin siyasal mücadelesinin rolü olduğu açıktır ancak hikayenin böylesi bir noktaya bağlanması ise ara başlıktaki soruyu sormamıza neden olmaktadır.
Bugün Türkiye’de düzen ve egemen sistem Kürtleri asimile edememiştir, bu büyük bir objektif gerçeklik olarak ortada durmaktadır. Ancak bu durum PKK’nin öncelerinde uç vermiş olgulardan bir tanesi idi. Tarihte spekülasyon yapmanın elbette sınırları olmakla birlikte, Kürtlerin kendilerini kabul ettirmeyi başardıkları için bugün silah bırakıldığını ya da mücadelenin başka bir kanala yönlendirileceğini ifade etmek çok da inandırıcı bir yerde durmuyor. Çünkü PKK’nin silahsızlanması karşılığında Öcalan’ın farklı biçim ve içeriklerdeki serbestleşme modeline geçilmesi bir önceki çözüm sürecinin de en önemli pazarlık unsurlarından bir tanesi idi. Bugün, silahlara veda, Öcalan’a özgürlük sloganı ile birlikte anılmaktadır. İşte bu yüzden o kadar şey ne için yaşandı sorusunu da beraberinde sormak zorundayız: Devlet kurulamadı, sosyalizmden ve emekçilerin iktidarından vazgeçildi, ulusalcılık liberalizm ile bulaşık hale geldi, emperyalizm bölgeye Kürtleri de kullanarak daha fazla girdi ve İsrail etkisi iyice güçlendi, tarikatlar Kürtler içerisinde de varlıklarını arttırarak yola devam ediyor, Kürt emekçileri Türkiye proletaryasının içerisinde derin sömürü biçimlerine maruz kalıyor…
Tersinden, bu sürece dair yorumumuz elbette “PKK silah bırakmamalı çatışma devam etmeli” şeklinde olmayacaktır. Ortadoğu’daki bir dizi gelişme de ele alındığında bir dönemin kapanmakta olduğu eski zamanın aktörlerinin de başkalaşması gerektiği başta emperyalizm tarafından dayatılmaktadır. Meselenin odaklandığı yerin ise Suriye’deki Kürt devletleşmesi olduğu açıktır. Dolayısıyla silah bırakmanın bir diğer boyutunda ise Suriye’de özerkliğin tanınması yönünde bir pazarlık olduğunu ihtimaller arasında saymak gerekir.
Bu noktada, Türkiye solundaki bir dizi hamasi değerlendirmenin dönüşmesi, yanlış değerlendirmelerin de terk edilmesi gerekmektedir. Türkiye devrimi ile Kürdistan devrimi diye süreçler tarif ederek bunlar üzerinden değerlendirmeler yapmak; “Rojava Devrimi” adı altında Suriye’nin parçalanmasını ve emperyalizmin yayılmacılığını meşrulaştırmak; sürecin objektif yanlarına Öcalan’ın açıklamaları, sübjektif yanlarına ise PKK’nin yaptığı açıklamalar üzerinden değer biçmek gibi alışkanlıklar sol bir tutum olmanın ötesinde, tüm olgulara Kürt siyasi hareketinin gözlüğüyle bakmak gibi bir sonuç doğurmaktadır.
İkinci yetmez ama evet süreci
Komisyon tartışmaları, sürecin başından beri ifade ettiğimiz olası “ikinci yetmez ama evet”çiliğin ete kemiğe büründüğü örnek olmuştur. Buraya katılan sol, Kürt sorununda çözümün adresi olarak sosyalizm mücadelesini terk ettiğini artık açık bir şekilde ortaya koymuş görünüyor.
Bugün komisyon ile cisimleşen yetmez ama evet çizgisi yarın başka başlıklarla ortaya çıkacaktır. Uyuşmazlığın olduğu noktalarda ise CHP’nin eteklerinde siyaset yapmak garanti bir yol olarak tercih edilecektir.
İkinci yetmez ama evetçilik iki tane argümanı kullanarak bulunduğu pozisyonu meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Birincisi, “sürece karşı çıkan sosyal şovenist olur” denilerek korkutma siyaseti yapılmaktadır. İkinci olarak ise, komisyon ya da burjuva çözüm süreci ile ilgili başka platformlarda, iktidara muhalefet edileceği ya da Kürt hareketine soldan destek olarak demokratik kazanımların ilerletilmeye çalışılacağı söylenmektedir.
Birinci argümana solun ve sosyalistlerin yanıtı açık olmalı: Devrimciler, emekten, laiklikten, bağımsızlıktan ve sosyalizmden yana oldukları için burjuva çözüm sürecinde yer almaz ve bunun kurtuluş yolu olmadığını savunur. “Sürece destek olmayan sosyal şovenist olur” söylemi ulusal soruna Leninist yaklaşımın çarpıtılmasına dayalı basit demagojiden ibarettir. Bu tür demagojilerin solda pek karşılığı bulunmuyor. Bir de, 2023 seçimlerinde Kemal Kılıçdaroğlu’nu ve hatta Mansur Yavaş’ı destekleyen, İmamoğlu mitinglerine koştura koştura giden bu kesimlerin Kürt meselesi mevzu bahis olunca yüzlerini sola dönerek şovenizm suçlamasında bulunmaları çelişkinin ötesinde komik bir durum olarak ele alınmalı.
İkinci argümana ise bizlerin yanıt vermesi gerekmiyor. Zaten DEM Parti’nin pratiği ve sürece yaklaşımı böyle bir muhalefete ve desteğe ihtiyacı olmadığını göstermektedir. Bu anlamıyla burjuva çözüm sürecine destek olan sol kendisini dev aynasında görmeyi bırakmalıdır. Hatta dev aynası yerine komik gösteren aynalar demek belki daha doğru olacaktır.
Aslında tersinden DEM Parti çözüm sürecine endeksli bir sol yaklaşımı Türkiye soluna dayatmaktadır. Hatta DEM Parti’nin adının “Demokratik Cumhuriyet Partisi” olarak değiştirilmesi, bunun sosyalist bir parti olarak lanse edilmesi ve sosyalizm mücadelesine adres olarak gösterilmesi dahi ifade edilmektedir. Bu söylenenler, Kürt siyasi hareketinin uzun yıllardır Türkiye soluna dönük çizdiği çerçevenin yeni bir biçimde ortaya çıkmasıdır. Dolayısıyla ortada yeni bir şey olmadığını ama “solculuk istiyorsanız işte bu kadar” denilecek bir projenin bir kere kapıda olduğunu görmek gerekmektedir.
UKKTH ve devrimci tutum
Tarihte yaşanmış ve işçi sınıfının iktidar mücadelesine ait olan ne varsa bugün de devrimci mücadelenin konusunda değerlendirilmesi ve yer alması gerekir kuşkusuz. Ancak Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı (UKKTH) başlığı Türkiye’de solun bir bölümü açısında saplantı ve zorlantı konusu haline gelmiş durumdadır.
Çokça yazıp çizdik ama tekrar edelim. UKKTH bugün emperyalizmin ve sermayenin belirleyiciliğinde bir ilke halindedir. Temel Marksist Leninist bir ilkelerden bir tanesi olmadığı için bugün emperyalizmin yayılmacılığı ve bir dizi ulusal devletin parçalanması adına gündeme getirilen UKKTH olgusu “devrimin kendi kaderini tayin hakkı”nın önüne konularak büyük bir yanlış yapılmaktadır.
Olayın ironik sayılabilecek boyutu ise artık neredeyse Abdullah Öcalan ve Kürt siyasi hareketinin dahi artık adını anmadığı ve gündeminden düşmüş olan bu başlığın her nedense Türkiye’de bir dizi solcunun amentüsü olarak varlığını korumasıdır.
Diğer taraftan UKKTH eğer ki Ortadoğu’da Amerikancılığa ve Amerikan Barışı’na, Türkiye’de burjuva çözüm sürecine meşruiyet katan bir resmin çerçevesini oluşturuyorsa, doğal olarak devrimci tutum bunun dışında ve hatta karşısında yer alacaktır.
“UKKTH’yi programına almazsan şovenist olursun” söylemi de Kürt siyasi hareketinin kuyruğunda dolaşan solun bir diğer retoriği olarak dile getirilmektedir. Ancak UKKTH’yi bu şekilde ele alıp kimlik siyasetinin peşinde yol alanlar, şimdi HÜDA PAR ve MHP ile aynı komisyonda gözlerini açtılar. Meclis’te milletvekili olmadığı için yetmez ama evet çizgisinden azade sayılamayacak olan sol ise benzeri bir çizgide devam ediyor. Ancak, burjuva çözüm süreci üzerinden Kürtlerin büyük kazanımları olacağını, olası kandırmalara karşı solun görev üstlenmesi gerektiğini söyleyenler yanılıyorlar. Çünkü bu süreçten her türlü şeyin yanında Kürt emekçilerin İkinci Cumhuriyet’e eklemlenmesi çıkacaktır. Ve bu durum Kürt siyasetçilerinin kandırılması aracılığıyla olmayacaktır. O yüzden aslında bu süreçte solun bulunmasına zaten objektif olarak da gerek yoktur.
Kürt sorunu ve devrimci tutum
Türk ve Kürt emekçilerinin ortak bir yurtseverlik bilinci temelinde sosyalist bir cumhuriyette birliği esas ve temel kurtuluş yoludur.
Bu noktada “her şeyi de sosyalizme havale ediyorsunuz” seslerinin yükseldiğini duyar gibiyiz. Evet, Kürt emekçisinin ve yoksulunun kurtuluşu sosyalizm ile birlikte sağlanacaktır. Çünkü kapitalizm ve kapitalist ülkeler ulusal sorunları çözmemekte, tersine kendi çıkarları için kullanmaktadır. Tarihte ve yakın geçmişte ulusal sorunu pozitif anlamda çözen tek örnek Sovyetler Birliği olmuş, yaklaşık bin yıllık “Büyük Rus milliyetçiliği”nin egemen olduğu bir coğrafyada tekil tekil uluslar ve etnik gruplar için dev adımlar atılmıştır.
Günümüzdeki demokrasi mücadelesi Kürt sorununun çözümü için ne yazık ki yeterli değil. Tersinden sermayeye alan açan ve liberal bir yönelimin ürünüdür. Kürt siyasi hareketi tarafından ortaya atılan “Demokratik Cumhuriyet” Kürt emekçilerinin istibdat rejimine adım adım bağlanması gibi bir arka plana sahiptir.
İstibdat rejiminin temel varlığı Türkiye işçi sınıfının ve özelde de Kürt emekçilerinin sınıfsal taleplerinin karşısında yer alıyor. Kimlik siyasetini merkeze koyan, Ortadoğu’daki durumdan büyük beklentiler içerisinde olan ve iç cephe modeli üzerinden sermaye devleti ve rejim ile arasındaki mesafeyi kapatmaya karar veren Kürt siyasi hareketi doğal olarak Kürt emekçi ve yoksullarının sınıfsal durumunu görmezden gelecektir. Kürt ulusalcılığı ile liberalizmin kesişim noktası işte budur.
Oysaki, devrimciler ve solcular sınıfçıdır. Ekonomist değiliz, işçi sınıfının bağımsız siyasal mücadelesini savunuyoruz. Sınıfın çıkarları yolunda mücadele ediyoruz. Bugün, Kürt sorunu üzerinden ortaya konulan burjuva çözüm bunun yüz seksen derece zıddı bir yönde gidiyor. Neden oraya gidelim, tabii ki tam tersini savunacağız.
Bir diğer başlık olan, Türkiye’nin parçalanma ihtimali ise güncel bir mesele olarak Türkiye siyasetinde sıcaklığını koruyor. Erdoğan’ın ümmetçi, Bahçeli’nin Lübnanlaştırıcı çıkışları ile Kürt siyasi hareketi cephesinden Lozan’ın sorgulanmasına dönük söylemler ülkede tedirginlik yaratmaktadır. Emperyalist, Siyonist saldırganlığın Ortadoğu’da attığı adımlar ile birlikte Irak’ta ve Suriye’de gelinen aşamalar ele alındığında, Türkiye’de Kürt meselesinin emperyalizm tarafından kaşınma ihtimali varlığını korumaktadır. İşte tam da bu yüzden, Türk ve Kürt emekçilerinin anti-emperyalist birliğini merkeze koymak zorundayız. Barış mücadelesinin yolunun da buradan geçtiğini unutmamalıyız.
Bugün egemen güçler Ortadoğu’da Amerikan barışı çatısı altında buluşuyor.
Türkiye’de Türk ve Kürt patronlar burjuva çözüm sürecinde buluşuyor.
Türk ve Kürt milliyetçileri ile sağ ve sol liberaller iç cephe diyerek barışıyor.
Türk İslâm sentezi ile Kürt İslâm sentezinin halvetine doğru yol alınıyor.
Bize düşense bellidir: Bu tabloda dışlanan, yok sayılan, ötekileştirilen, ezilen, hor görülen, hakları gasp edilen, açlık ve yoksulluğa tamah ettirilen işçi sınıfımızı ayağa kaldırmak ve siyasal mücadeleyi yükseltmek. Kürt sorununda gerçek çözümün yolu ve devrimin kendi kaderini tayin hakkının yolu budur. Çünkü Türkiye’de tüm emekçilerin kaderi devrime ve sosyalizme bağlamıştır.
Bu haber en son değiştirildi 23 Ağustos 2025 11:36 11:36
Türkiye'de 7 yıldır yaşayan Japon Youtuber Yoshi Enomoto, oturma izninin reddedildiğini duyurdu ve ülkesine geri…
Türkiye’nin en büyük müzik etkinliklerinden biri olan Zeytinli Rock Festivali'ne yeniden yasak geldi. Bölge İdare…
İnan Güney'in tutuklanmasının ardından Beyoğlu Belediye Başkan Vekili belli oldu. Belediye Meclisi'nde yapılan seçimin son…
Hatay'da 6 Şubat depremlerinde yıkılan ve 219 kişinin hayatını kaybettiği Atilla Eren Apartmanı davasında, hakkında…
TBMM’deki açılım süreci kulislerinde AKP’nin tüm yükü MHP’ye bırakması, sürecin başarısızlıkla sonuçlanacağı endişelerini artırıyor. Suriye’deki…
Ekonomist İnan Mutlu, Et ve Süt Kurumu’nu (ESK) eleştirerek, Türkiye’deki kırmızı et fiyatlarının dünya ortalamasının…