Reklam

Yoksulların gayya kuyusu: Mikro kredi ve sosyal yardım mekanizmaları

Reklam

Umut Kuruç

Son kırk yıldır aslına rücu eden kapitalizmin krizi ile birlikte bütün ülkelerde, emekçilerin kazanımlarına dönük büyük saldırı devam ediyor. Hedef sermaye için dikensiz gül bahçesi. Maliyetlerini en aza indirmek isteyen sermaye kar oranlarını arttırırken, yoksulluk da hızla artıyor. Büyük özelleştirme hamleleri, zayıflayan, neredeyse bitme noktasına gelen örgütlü işçi hareketi, sendikasızlaştırma, iş güvencesinin ortadan kaldırılması, esnek istihdam, tarih boyunca kazanılmış olan toplumsal hakların gaspı, emeklilik haklarının kaldırılması, bakım hizmetlerinin, eğitim ve sağlık gibi parasız olarak verilen hizmetlerin piyasa kalemleri haline getirilmesi… Bunların sonuçlarını günlük hayatımızda yoksullaşma olarak birebir yaşıyoruz. Elbette bu süreç her ülkede işçi sınıfı hareketinin gücüne ve tarihselliğine göre farklı hızlarda işledi. Kapitalizmin sosyal devletinin bir yanılsama olduğu böylece görülmüş oldu. Zira bu kazanımlar, dünyada kapitalizme tehdit oluşturan reel sosyalizmin varlığı ile işçi sınıfının mücadeleleri sonucu elde edilmişti.

Bu mücadelelerde kadınların rolü çok kritiktir. Onların tarihte toplumsal mücadelelerde en ön saflarda yer aldığı ve devrimlerdeki büyük etkisi kapitalizmin bugün için de korkulu rüyasıdır. Bunu engellemek için sermaye düzeninin, bir yandan yoksullaşmayla birlikte ortaya çıkma tehlikesi olan tepkiyi soğurması, diğer yandan meşruiyetini sağlaması ve tahkim edebilmesi için iki önemli aracı devreye sokmuştur. Bunlardan biri siyasi iktidar, STK’lar (dernek, vakıf vb) ve yerel yönetimler eliyle dağıtılan sosyal yardımlar, diğeri de mikro kredi mekanizmasıdır. Her ikisinin de hedefi kadınları sermaye düzenine itiraz etmeyecek şekilde yoksulluklarıyla bu düzene bağlamaktır.

Önce şunu söylemek gerekir: Sermaye düzeni sürekli olarak yoksul yaratıyor. Kendi meşruiyetini kaybetmemek ve bunun sorgulanmasını engellemek için de “yoksullukla mücadele” gibi programlar icat ediyor. Kaynaklar ve hizmetler tamamen sermayenin insafına terk ediliyor. Sosyal hakların yerini sermayenin denetimindeki “sosyal sorumluluk projeleri” alıyor. Devlet, siyaset ve toplumsal ilişkiler buna göre, bu yapıyı korumak ve sürdürmek üzere düzenleniyor. Kalıcı hale gelen ve derinleşen yoksulluk ortadan kaldırılacak bir olgu değil, yönetilecek bir başlık haline geliyor. Sermaye birikimi, kapitalizmin ihtiyaçları doğrultusunda emekçi kitlelerin payına ve kaynaklara el koyulmasıyla gerçekleşiyor. Yoksullar ve emekçiler daha önce ücretsiz olan bütün hizmetleri parayla ve borçlanarak satın almakla karşı karşıya bırakılıyor.

MİKRO KREDİ NEDİR?

1980’ler ve 90’lardan itibaren sosyal hizmet kesintileri ile birlikte artan yoksulluğun yönetimi için Dünya Bankası, BM, çeşitli vakıflar, AB ve bağlı sermaye kurumları “yoksullukla mücadele programları” adı altında devreye girdiler. Bir yandan mikro kredi programlarının finansmanı sağlanırken, bir yandan da yoksullara sosyal hizmetlerin dağıtımı için Sivil Toplum Kuruluşları (NGO/STK) dedikleri örgütler aracılığı ile devletin elini çektiği alanlardaki boşluklar dolduruldu. Sosyal hizmetin yerini piyasa ve sosyal yardımlar aldı. Bu “çözüm”e göre STK’lar sosyal sorunları çözerken mikro krediler de yoksulluğu azaltacaktı.

Yoksulluğun kapitalizmin yarattığı, büyüttüğü ve yönettiği bir olgu olduğunu söyledik. Yoksul kitlelere baktığımızda da işten çıkarılanlar/işsizler, sigortasız, sendikasız, düzensiz, kuralsız, esnek istihdamda güvencesiz, asgari ücret veya altında çalışanları görüyoruz. Yani, büyük emekçi kitleler…
Mikro kredi ve sosyal yardım uygulamalarının arkasında yatan mantık silsilesinde “yoksulluk” bütün koşullardan bağımsız bir olgu olarak ele alınıyor. Onu üretenin kapitalizmin kendisi olduğunun üzeri örtülüyor. Yoksulluk iktisadi ve toplumsal bir sorun değil, bireysel ve doğal bir olgu olarak topluma dayatılıyor.
Bu yaklaşıma göre yoksulluk, yoksulun bizzat kendi sorunudur. Bu duruma düşmesinin (yoksul olmasının) nedeni kendisidir ve yoksulluktan kurtulmanın yollarını kendi başına bulmak, kendi kalkınmasını sağlamak zorundadır. “Kendisine iş yaratamayan, iş bulamayan, iş sahibi olamayan yoksullar”ın bu mahrumiyeti, yeteri kadar becerikli olmamalarından kaynaklanır. Dolayısıyla, insanlar beceriksizlik neticesinde yoksul olurlar. Mikro kredi gibi programlarla birlikte diğer iştirakçi, destekçi vb kurumlar onlara “fırsatlar” sunar.

Böylece sistem içselleştirilir ve sorgulanamaz hale gelir. Yoksulluğun top yekûn siyasi, iktisadi ve toplumsal bir değişimle ortadan kaldırılmasının önüne geçilirken yoksulluk sisteme içkin yönetilecek bir olgu olur.

Ülkemizdeki uygulamalardan bazı örnekler mikro kredi alan kadınların bir kısmının, bu düşük meblağlarla temel ihtiyaçlarını giderdiklerini, diğerlerinin ise evde parça başı ürettikleri el işlerini çok ucuza sattıklarını gösteriyor. Mikro kredi uygulaması böylece yoksulların geçici ve kısa süreli olarak bir rahatlama yaşamasını, öte yandan da enformel çalışma rejimine dahil edilmesine yol açıyor.

Haftalık taksitlerle ve hizmet maliyeti adı altında faiziyle geri ödenen bu kredi mekanizması yoksul kesimlerin, özellikle kadınlar üzerinden “ekonomiye dâhil etme” şiarıyla, finansal süreçlerin parçası haline getirilmesini, böylece kapitalizmin finansallaşma ağının en yoksul kesimlere kadar genişlemesini sağlıyor.
Bir taşla birçok kuş vuran kapitalizm, yoksul kadınları sermaye düzeninin ihtiyaçları doğrultusunda hem enformel çalışma rejimine, hem de piyasaya dahil ediyor. Elbette borçlandırarak… Kitlelerin kredilerle ve kredi kartlarıyla tüketimini pompalayan sermaye düzeni, yoksul kesimler söz konusu olduğunda da mikro krediler üzerinden bu kesimlerin de borçla daha fazla tüketmesini güvence altına alıyor.

Diğer yandan yoksulluğun yönetimi görevini üstlenmiş olan BM, Dünya Bankası, AB vb uluslararası kuruluşlar, hibe adı altındaki yardım mekanizmaları ve “yoksul/gelişmekte olan” ülkelerin borç yapılandırmaları yerine uluslararası sermayeye daha fazla getirisi olan mikro kredi-mikro finans mekanizmasıyla dünya çapında yoksul kesimleri piyasa mekanizmasına yoksullukları baki kalacak şekilde bağlıyor.

Özellikle 1990’larla birlikte söz konusu mekanizmanın en önemli aktörlerinden biri ise STK’lar olarak ortaya çıkıyor. Kalkınma, demokratikleşme, özgürlük, sürdürülebilirlik vb kavramlar üzerinden özellikle Doğu Avrupa’nın eski sosyalist ülkeleri, “gelişmekte olan” ülkeler gibi farklı coğrafyalarda büyük bir hızla kurulan STK’lar mikro kredi dağıtımı ve organizasyonuyla birlikte birçok ülkede geçmişte devletin görevi olan kamu hizmetlerinin dağıtımında da rol oynamaya başlıyor. Büyük miktarlarda hibe ve fonlarla desteklenen STK’lar, kapitalizmin hem emekçi kitleleri piyasa mekanizmasına bağlama işlevini yürütür hale geliyor hem de ideolojik olarak sermaye düzenin önemli aracı olarak faaliyet yürütüyor.

1980’ler ve ‘90’larla birlikte “ideoloijler öldü, sınıflar bitti” sloganları sınıf mücadelesinin kimlikler, çevre, vb siyasetleriyle ikame edilmesini getirir. Mikro kredi mekanizmasının işlemesinde en önemli rollerden biri sayıları 1990’larla birlikte patlayan STK’lar, en önemli ideolojik propaganda başlıklarından biri ise “kadınların özgürleşmesi” olur.

Buna göre, toplumsal cinsiyet eşitliği ve dolayısıyla kadınların özgürlüğü piyasaya dâhil oldukları oranda sağlanacaktır. Mikro kredi mekanizmasıyla piyasanın aktörleri haline gelen bu kadınlar yoksulluklarından kurtulacaklardır. Böylece, bir yandan piyasayı besleyecekler, diğer yandan da sermaye iktidarlarının egemen olduğu ülkelerin insani gelişim endekslerini, kadınların “iş gücü piyasasına katılım oranları” gibi rakamları da yükselteceklerdir. Sermaye rejimi de meşrulaşacak, yoksulluk yönetimi devam edecektir.

Bu sürecin işleyebilmesi için “eğitim” önemlidir. Yoksullukla çaresiz kılınan kadınlara bir hafta içerisinde toplam birkaç saatlik eğitimlerde ezberlemek zorunda bırakıldıkları bazı kuralların yanı sıra, belki daha da önemlisi, ekranlardaki dizilerle pekiştirilen bir çeşit külkedisi masalı pazarlanır. Çok çalışır, girişimci olurlarsa kendilerini kurtarabilirler. Tıpkı dizlerdeki gibi tüketebilirler. Piyasaya bağlanırken, enformel çalışma rejiminin de parçası haline gelecek olan kadınlar, kapitalizmin bireysel kurtuluş, girişimcilik, piyasacılık gibi ideolojilerince de kapsanacaktır. Burada artık toplumsal kurtuluş mücadelesinin üzeri örtülür, bireysel bir sorun olan yoksulluktan ancak piyasaya bağlanarak kurtulmak mümkündür. Yoksullukla birlikte bütün yoksunluklar yönetilecek başlıklardır. Artık sermaye için yük olan, maliyetleri yükselten güvenceli, düzenli ve kalıcı iş olanaklarına gerek yoktur.
Mikro kredi mekanizmasına dâhil olan yoksullar, özellikle de kadınlar yoksulluktan kurtulmadıkları gibi, sürekli bir güvencesizliğin içerisinde yaşamlarını sürdürmeye mahkûm edilirler. Sermayenin kurumları ise “kadınlar için” şiarıyla yürüttükleri bu programlarla sermayenin gücünü tahkim etmeyi sürdürür.
“Kadınların özgürleşmesi” şiarının da takiyeden başka bir şey olmadığı ortadadır. Esas hedef finans ağına bağladıkları kadınların, mekanizmanın güvenliğini sağlayacak niteliğe sahip olmalarıdır. Bir yere kaçamazlar, onları bağlayan toplumsal ilişkiler, aile vb vardır. Kocalarını, ailelerini rezil etmeyi göze alamazlar. Zaten borçların, kredilerin faiziyle birlikte geri ödenmesi, yukarıdaki satırlarda da belirtildiği gibi, kolektif baskı aracılığıyla garanti altına alınmıştır.

SOSYAL YARDIM: DAHA FAZLA BİAT

Sermaye düzeninin, bir yandan yoksullaşmayla birlikte ortaya çıkma tehlikesi olan tepkiyi soğurması, diğer yandan meşruiyetini sağlaması ve tahkim edebilmesi için uyguladığı bir diğer politika, sosyal yardımlardır. Ücretlerin büyük oranda açlık sınırının altında asgari ücret düzeyine çekildiği, emekli maaşlarının bu düzeyin dahi altında bırakıldığı, patronların ulusal gelirden aldığı pay büyürken emekçilerin payının hızla düştüğü, patronların vergilerden neredeyse muaf olduğu, bu yükün emekçilerin sırtına bindirildiği, toplumsal hak olan kamu hizmetlerinin piyasa kalemi haline getirildiği büyük bir yoksullaştırmayla karşı karşıya olduğumuz tabloda sosyal yardımlar “yoksulluğunu bil, şükret!” dercesine bir biat mekanizmasıdır.
Böylece bütün hakları gasp edilen ve yoksullaştırılan emekçi kitlelere bu hakları unutturulmakta, sermaye düzenine ve onun siyasi temsilcilerine biat edecekleri bir kültürel yapı da kurulmaktadır.

Yoksulluğun kapitalizmin yarattığı, büyüttüğü ve yönettiği bir olgu olduğunu söyledik. Yoksulluk, sermaye iktidarları için ortadan kaldırılması gereken değil, yönetilmesi gereken bir olgudur. Ortadan kaldırılması ancak sermaye iktidarının ortadan kaldırıldığı koşullarda gerçekleşebilir. Bu nedenle yönetilerek var olması önemlidir.

Sosyal hakların gasp edilmesiyle bir sadaka kültürü haline getirilen sosyal yardım mekanizması devleti tüm kurumlarıyla dönüştüren siyasi iktidarın 20 küsur yıldır oturtmak için özel önem verdiği uygulama. Başta Diyanet’in, belediyelerin, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın rolü, protokolleri, bu protokollerin STK adıyla tarikat cemaat uzantısı yapılar üzerinden emekçi kitleleri kuşatması yoksulluğun sermaye ve onun iktidarı tarafından sadece ekonomik olarak değil, biat kültürü olarak da kritik önemde olduğunu gösteriyor.

Burada mekanizma yine kadınlar üzerinden işletiliyor. Kadını aile ile sınırlayan zihniyet, sosyal yardım mekanizmasını da aile üzerinden kuruyor. Gıda, yakacak, vb ayni yardımların yanı sıra, toplumsal haklar olan çocuk ve yaşlı bakımı gibi piyasa kalemi haline getirilen kamu hizmetleri aile içinde kadına yüklenerek cüzi bir “yardım”la bağlanıyor. Böylece, kadınların önemli bir kısmı çalışma hayatının dışında yer almaya devam ediyor. Öte yandan aile içerisinde çalışarak ek ücret alan ve genellikle kadın veya çocuk aile bireyi sosyal yardımın kesilmemesi için kayıt dışı ve esnek istihdam koşullarına razı oluyor. Böylece, sermaye her koşulda maliyetlerini düşürmeye ve karlarını arttırmaya devam ederken emekçi kitleleri yoksulluğu derinleştirerek ve sürdürerek sosyal yardım mekanizması üzerinden itiraza yer bırakmayacak şekilde siyasi, ekonomik ve kültürel olarak kendi işleyişinin parçası haline getiriyor.
Sermaye düzeninin yoksulluğu üreterek, mikro krediler ve sosyal yardımlar üzerinden yöneterek emekçileri boyunduruk altına almasının sonuçları açıktır. Daha fazla yoksulluk, daha büyük karanlık… Öte yandan her türden eşitsizliğin ilacı olarak sunulan piyasanın kadınların özgürleşmesinde nasıl bir rol oynadığı da ortadadır. Yoksullukla köşeye kıstırdığı emekçileri bu mekanizmalar vasıtasıyla daha fazla sömürü ve gerici karanlıkla teslim almaya çalışan sermaye düzeni yıkılmadıkça kadınların da emekçilerin de kurtuluşu mümkün değildir.

Yoksulluk, ancak sermaye düzeninin alaşağı edildiği siyasi, iktisadi, toplumsal bir altüst oluş ve yeniden kuruluşla ortadan kaldırılır. Kadınların özgürlüğü de bu yeniden kuruluş zemininden yükselir.

Reklam

Önceki Haberler

Yangın faciasında Bolu Belediye Başkan Yardımcısı ve İtfaiye Müdür Vekili gözaltına alındı

Grand Kartal Otel'deki yangın faciasında Bolu Belediye Başkan Yardımcısı Sedat Gülener ile İtfaiye Müdür Vekili…

22 Ocak 2025 17:57

Sinan Ateş suikastına ilişkin ikinci soruşturmada takipsizlik!

Sinan Ateş suikastına ilişkin açılan ikinci soruşturmada takipsizlik kararı verildiğini sosyal medya üzerinden paylaşan Ayşe…

22 Ocak 2025 17:03

HTŞ yönetimi Rusya, İran ve İsrail’den ithalatı yasakladı

HTŞ yönetimindeki Suriye’nin Maliye Bakanlığı, Rusya, İran ve İsrail’den yapılan ithalatı yasakladı ve bu ülkelerden…

22 Ocak 2025 16:58

İtfaiyenin uygunsuz dediği otelin nasıl çalıştığı ortaya çıktı

Yangın güvenliği için başvuru yapıp denetimden geçemeyince geri çeken Grand Kartal Otel'in ne yaptığını Tanju…

22 Ocak 2025 16:49

TKH’den Kartalkaya açıklaması: Hesap verin!

TKH'den Kartalkaya'daki yangın faciası sonrasında yapılan açıklamada görevini yerine getirmeyen kişilerin tutuklanıp hesap vermesi gerektiği…

22 Ocak 2025 16:35

Laiklik Meclisi tarafından hazırlanan ‘Aralık 2024 Laiklik İhlalleri Raporu’ yayımlandı

Laikilik Meclisi tarafından hazırlanan Aralık 2024 Laiklik İhlalleri Raporu yayımlandı. Raporda yaşanan ihlaller 170 kapsamlı…

22 Ocak 2025 15:47
Reklam