Gerçekten yüzü var mı?

Soruyu tersine çevirmek gerekiyor herhalde. Bakın Davutoğlu’na, onda hiç IŞİD’le mücadele edecek yüz var mı?

Gerçekten yüzü var mı?

Önce Diyarbakır’da bir IŞİD hücresine yapılan operasyon haberi gündeme düştü. Arkasından da Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun “Bakın bana, bende hiç IŞİD’i destekleyecek yüz var mı?” sorusu. Peki gerçekten Türkiye IŞİD ve diğer cihatçı çetelerle mücadele ediyor mu?

Biraz geriye gidelim ve Suriye özelinde cihatçı çetelerin geçmişine kısaca bakalım. Suriye’de 2000’li yılların başlarında demokrasi tartışmaları yaşanmaya başlanmış ve Arap Baharı öncesinde daha 2007 yılında ABD ve AB Suriye’ye müdahaleye çağrılmıştı.

Cihatçı çetelerin kısa tarihi

Arap Baharı ile birlikte Suriye’deki muhalefet de uygun ortamın oluştuğunu değerlendirerek sokak gösterilerini başlattı. Provokasyonlarla birlikte çatışmalar şiddetlendikten sonra ordu içerisinde bir grubun isyanı ile bu protestolar iç savaşa dönüşmüştü. Bu ordu içerisindeki gruplardan bir tanesi Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) idi. Daha sonra çeşitli gruplarla birleşerek büyüdüler.

'Ilımlı muhalif' denen çeteler daha geçtiğimiz hafta Suriye askerlerinin kestikleri kafalarını ellerinde tutarken

‘Ilımlı muhalif’ denen çeteler daha geçtiğimiz hafta Suriye askerlerinin kestikleri kafalarını ellerinde tutarken

2004’ten itibaren El Kaide’nin Irak kolunu oluşturan Irak İslam Devleti, lideri Zarkavi’nin ölümü ve Bağdadi’nin örgütün başına geçmesinden sonra Ağustos 2011’den itibaren gösterilerin yaşandığı Suriye’ye adamlarını göndererek hücreler kurmaya başladı. Bu hücreler Ocak 2012’de Nusra Cephesi adını aldı.

Irak İslam Devleti, 2013 yılında önce Nusra Cephesi ile birleşeceğini duyurdu ancak El Kaide lideri Zevahiri’nin karşı çıkmasına ve Nusra Cephesi’ni Suriye’deki kolu olarak tanımasına rağmen Bağdadi Irak’ın batısı ve Suriye doğusuna hakim olan Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) ya da İslam Devleti’ne (İD) dönüştüklerini ilan etti. 2014 Şubat atında El Kaide, IŞİD işe bağlarını kopardı.

Bu sırada Özgür Suriye Ordusu’nu oluşturan birlikler hızlıca bağımsız İslamcı gruplar haline gelerek veya ittifaklar yoluyla İslami Cephe, Nusra Cephesi ve IŞİD gibi cihatçı çetelerle ilişkilenmeye başladı.

IŞİD ile El Kaide arasındaki tartışma sıcak çatışmaya dönüşürken bu sefer Nusra Cephesi’nden kopanlar IŞİD’e katıldılar. Günün sonunda, IŞİD kocaman bir toprak parçası üzerinden aşiretlerle birlikte bir devlet organizasyonuna dönüşürken İslami Cephe ve Nusra Cephesi de varlıklarını sürdürdü. Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar çeşitli denemelerde başarısız olduktan sonra İslami Cephe’yi kurmasıyla ÖSO esas olarak ve büyük ölçüde sadece bir isimden ibaret kaldı.

Davutoğlu: Terör değil reaksiyon

Çetelerin Cilvegözü saldırısından sonra olay yeri inceleniyor

Çetelerin Cilvegözü saldırısından sonra olay yeri inceleniyor

Özet olarak bugün Suriye’de yaşanan esasında ‘Radikal’i ile ‘ılımlı’sı arasında hemen hiç fark olmayan, her örgütün gücü ve kendisine biçilen roller ölçüsünde vahşileştiği, giderek IŞİD’e yaklaşacak şekilde hemen hemen tek yönlü bir geçişkenliğin olduğu bir çatışma.

Bu kısa ve eksikli öyküde Davutoğlu’nun “Bir öfke birikmesi var. IŞİD dediğimiz yapı radikal, terörize gibi bir yapı olarak görülebilir. Ama oraya katılanlar arasında Türkler, Araplar, Kürtler vardır. Oradaki yapı, daha önceki hoşnutsuzluklar öfkeler büyük bir cephede geniş bir reaksiyon doğurdu.” sözleri daha anlamlı oluyor kuşkusuz. Davutoğlu’nun bu sözleri hem IŞİD’i hem de diğer cihatçı çeteleri meşrulaştırıyordu.

Türkiye’den cihatçı öyküleri

Yine biraz gerilere gidelim. MİT Tırları soruşturmasını yürüten ve daha sonra tutuklanan savcıların ifadelerine de yansıdığı şekilde, Şubat 2013’te Cilvegözü Sınır Kapısı ile başlayan, sonraki ay Niğde Ulukışla’daki saldırı ile devam eden ve Mayıs 2013’te Reyhanlı saldırıları ile arkasından Adana’da yapılan operasyonda ‘sarin gazı’ ele geçirilmesi olaylarında sürekli olarak Heysem Topalca ismine rastlandı.

Heysem Topalca

Heysem Topalca

Heysem Topalca, Suriye’de çatışmaların başladığı andan itibaren aktif bir role sahip ve MİT adına çalıştığı anlaşılıyor. Suriye’deki çetelerden Bayır Bucak Türkmen Tugayı’nın içerisinde yer alıyor, Cilvegözü saldırısını yapanlara telefon veriyor, Niğde Ulukışla saldırısını gerçekleştiren Çendrim Ramadani, Benjamin Xu ve Muhamed Zekjırı’nın Türkiye’ye girişini sağlıyor, Reyhanlı’da uyuşturucu kaçakçılığı yapacağız diye bombalı araçları teslim ediyor, cihatçı çetelere giden silah trafiğini yönetiyor, göz altına alınıyor, tutuklanıyor ama hep serbest kalıyor.

Yine Musul Başkonsolosluğu’nun anlaşılmaz bir kararla boşaltılmaması nedeniyle IŞİD tarafından rehin alınan diplomatlar ve ailelerinden oluşan 49 kişinin teslim edilmesi karşılığında 180 IŞİD militanının takas edildiği de biliniyor.

Son olarak AKP’nin önce insani yardım dediği ancak silahların varlığı kesin olarak anlaşılınca Türkmenlere gidiyor diye meşrulaştırmaya çalıştığı MİT tırları operasyonu.

Son olarak bir de Hürriyet gazetesinin Washington temsilcisi Tolga Tanış geçtiğimiz günlerde yazdığı bir köşe yazısında, Temmuz’da İncirlik üssünü açmasına, Ağustos ayında IŞİD’e karşı operasyonlara ilişkin her konuda bir anlaşma yapılmasına rağmen ABD’nin Ortadoğu ve Ön Asya’dan sorumlu askeri komutanlığının raporlarına dayanarak Türkiye’nin IŞİD’i vurmadığını yazdı.

IŞİD ile mücadele mi, IŞİD’e destek mi?

Bunun yanına aylardır, yıllardır yapılmayan IŞİD operasyonlarının şimdi birden bire yapılıyor olmasını, onlarca kişinin gözaltına alınmasına rağmen hala daha pek az tutuklamanın olmasını, evlerinde silahla yakalanan cihatçıların savcılığa dahi çıkartılmamasını, Türkiye’de bir şekilde yakalanan cihatçıların kendilerine ne kadar iyi davranıldığı hikayelerini ve başka bir sürü öyküyü de ekleyebiliriz.

Yine kısa ve eksikli bir özet ama tüm bu parçalar AKP iktidarının Suriye iç savaşındaki rolünü, yaptıklarını ortaya koyuyor. Esasında tüm bu hikaye AKP’nin kirli sicilinin en görünür ve bilinen yanı.

Davutoğlu, yüzüne bakılmasını isterken

Davutoğlu, yüzüne bakılmasını isterken

10 Ekim’de Ankara Katliamı’ndan sonra IŞİD’in sorumluluğu açıkça ortadayken PKK’yi, Suriye istihbaratını ve DHKP/C’yi de işin içine katarak içinden çıkılmaz senaryolar kurmaya başlayan AKP’de Davutoğlu bunu kavramsallaştırmayı da unutmamıştı: ‘Kokteyl terör’

Mersin’de, Diyarbakır’da ve Suruç’ta, Ankara saldırılarını yapan ‘Dokumacılar’ grubu açığa çıkmış olmasına rağmen ve sadece bu tek bir hücrenin dahi hedef alınması halinde Ankara’da bir katliamın yaşanmaması mümkünken Davutoğlu ‘kokteyl terör’e karşı mücadele masalları anlatmayı tercih ediyor. Diyarbakır’daki operasyon bile bu tabloyu tersine çevirecek bir gösteri sunmuyor.

Şimdi soruyu tersine çevirmek gerekiyor herhalde. Bakın Davutoğlu’na, onda hiç IŞİD’le mücadele edecek yüz var mı?