“İdeal İnsan”ı yaratmak

Mete Hisarlıoğlu bu hafta, mimarlık üretimi ve yeni insanı merkeze alan değerlendirmelerini yazdı.

“İdeal İnsan”ı yaratmak

Mete Hisarlıoğlu

“İnsanların maddi yaşam koşullarını belirleyen onların bilinçleri değildir, bu maddi koşullar onların bilinçlerini belirler.”

Karl Marx’ın bu sözünü Marksistlerin yanı sıra, sanatla ve bilimle uğraşan birçok insan bilmektedir. Sanat ve bilim vurgusu bu yazının konusu oluşturacaktır.

Hem sanat, hem de bilim; kapitalist üretim ilişkilerinin belirlediği insan ve toplum bilincini, verili koşullarıyla ele alarak başlar ve tarihsellik içerisinde daha ileriye, daha yukarıya taşımanın yollarını arar. Tasarım ve özellikle de birçok uzmanlığa dokunan, onları büyük oranda içeren Mimarlık üretimi ise bu noktada özel bir konuma sahiptir. Fiziksel kurallar ve “standart”lara göre tasarlanan ve üretilen mimarlık yapısı, gelişkin bir malzeme bilgisini gerektirmenin yanında, barındırdığı estetik değerlerle “güzel sanatlar”la, pozitif bilimlerle ve toplum bilimleriyle de iç-içe geçerek bir kesişim düzlemi, buluşma zemini oluşturmaktadır.

Biraz daha açalım.

Sermaye-emek çelişkisi içerisinde emeğini satarak geçimini sürdüren ve sınıf bilincine henüz sahip olmayan örgütsüz emekçiler, kapitalizmin dayattığı bireyciliğe bağlı olarak öncelikle bireysel çıkarlarını düşünerek hareket etmekte, bu durum onların bilinçlerini oluşturmaktadır. Sosyalizm mücadelesi ise, sınıf bilinci taşımayan sınıfa, dışarıdan girdi yaparak sınıf bilinci taşımanın ve örgütlenmenin yollarını aramaktadır.

Sorumuz şu; emekçileri sınıf bilinciyle örgütleyecek bu girdiler ne gibi yollarla yapılabilir?

istemi2

(Sosyalizm’in Katedrali; Lyonel Feininger ve Bauhaus Manifestosu; Walter Gropius)

Bu soruya “mimarlık üretimi” üzerinden yanıt bulunabileceği varsayımından hareket ederek başlamayı deneyelim. Önceki yazılarımızda sıklıkla sözünü ettiğimiz Bauhaus’u ve Walter Gropius’un yazdığı Bauhaus Manifestosu’nu hatırlayalım: “Tüm yaratıcı etkinliğin nihai amacı bir yapıdır! (…)” [1] ile başlayan bu manifesto; inşa etmenin ya da biraz daha geniş anlatımıyla bir yapı üretmenin, çok-parçalı karakteri açısından bütünsel olması nedeniyle mimarlar, ressamlar ve heykeltıraşlara bir çağrı niteliği taşıyor ve şu paragrafla sonlanıyordu: “(…)zanaatkârlar ile sanatçılar arasında kibirli bir sınır oluşturan sınıfsal ayrımlar olmaksızın yeni bir zanaatkârlar birliği yaratalım! Geleceğin yeniden inşasını birlikte arzulayalım, tasarlayalım ve yaratalım: Mimarlık, resim ve heykel; bir gün tek bir biçimde birleşecek ve (…) milyonlarca işçinin ellerinden cennete yükselecek.”(Sosyalizm’in Katedrali; Lyonel Feininger ve Bauhaus Manifestosu; Walter Gropius)

“Le Corbusier” ile Yeni bir Mimarlığa Doğru

“İnsanların bilinçlerini maddi koşulları belirler” dedik. Bununla ilintili olarak, mimarlık da herhangi bir sorun ve/veya gereksinimi, üretilmek üzere tasarlanan mekân ile karşılamayı amaçlar. Çok sayıda materyal, uzmanlık ve emekçinin bir araya geldiği çoklu bir üretim sürecinin örgütlenmesi olarak düşünülmesi gereken mimarlık; yapılacak üretimin, kullanıcıya taşıyacağı bilinç nedeniyle büyük bir önem taşımaktadır.

Şimdi Marx’ın tümcesini yeniden okuyalım; “Maddi koşullar insanların bilinçlerini belirler.” Yapmaya çalıştığımız açıklama ve örneklemelerin ardından; “Mimarlık üretimi, insanların bilinçlerini belirler” çıkarımını da yapabilmemiz gerekir. “Ne Yapmalı?” sorusuna “mimarlık üretimi” yanıtını vermemizin ardından, “Nasıl Yapmalı?” sorusunun yanıtını aramaya başlayabiliriz.

Marksist Mimarlık ve Sosyalist Mimarlık kavramları, birkaç çarpıcı örnek dışında literatürde pek de yer almıyor. Var olan az sayıda örnek ise, kapitalist koşullarda gerçekleşen mimarlık üretimini aşıp, her alanda olduğu gibi, bu alanda da sosyalizme referans veriyor. Vladimir Tatlin, Walter Gropius, Le Corbusier ve Manfredo Tafuri isimleri, dolaylı yollarla da olsa birbirleriyle ilişkilendirildiklerinde bu alanda önemli bir birikim sunan isimler. Gerek Marksist düşünceyle üretim yapan Tatlin gibi, gerekse de oldukça fazla Marksist referansa sahip Bauhaus okulunu kuran Gropius gibi isimler, bizim işleyip hasadını yapabileceğimiz tohumları ekiyor. Ekilen tohumları en çok biçen, hem teorik hem de pratik anlamda en büyük katkıyı sağlayan isim ise kuşkusuz Le Corbusier. [2]

1887’de İsviçre’de La Chaux de Fonds’da dünyaya gelen Charles-Edouard Jeanneret-Gris, mimarlıkta “uluslararası tarz” olarak bilinen üretim biçemini yaptığı katkılar ile tanındı. Tasarımlarında yüksek nüfus yoğunluğuna sahip kentlerde yaşayan insanlar için daha iyi yaşam koşulları öneren tasarımları büyük önem kazandı. Uzun süren meslek yaşamı yaşamı boyunca Avrupa’nın yanı sıra, Rusya ve Hindistan gibi özgün koşullarda da üretim gerçekleştirdi.

Mimarlık mesleğinin çok-yönlü özelliğinin bir getirisi olarak; “kent plancısı”, “ressam”, “heykeltraş”, “yazar” ve “mobilya tasarımcısı” olarak da anılan Le Corbusier, modern tasarımın öncülüğünü yaparak, düşüncesini örgütlemenin yollarını aradı.

Kent planlaması ve toplu-konut üzerine yaptığı çalışmaları “ruhsuz” ve “monolitik” gibi eleştiriler almakla birlikte, kendisini “yeni toplum”a adayan mimarın çalışmaları, bugün dünyanın neredeyse bütün mimarlık okullarında kendisinin konuşulmasını sağladı.

()

(Kule Kenti (A City of Towers); Le Corbusier, 1923)

Piyano dersleri veren bir annenin ve saat ustası bir babanın çocuğu olan Charles-Edouard Jeanneret, Uygulamalı Sanatlar Okulu’nda çizim ve sanat tarihi öğretmeninin etkisiyle mimarlığa ilgi duymaya başlamıştır.

1907-1911 yılları arasında aralarında Türkiye’nin de bulunduğu, Orta Avrupa ve Akdeniz ülkelerini gezen mimar, akılcı, işlevsel ve sade Akdeniz evlerinin biçimsel öğelerinden etkilenmiştir.  Yapılarında betonarme sistem kullanan Parisli mimar Auguste Perret ve ilk sanayi tasarımcılarından biri olan Peter Behrens‘le birlikte çalışma olanağı bulmuş; tasarım anlayışının gelişmesinde her iki isim de büyük rolü oynamıştır.

1917’de Paris’e yerleşen Le Corbusier, 1923’te yayımlanan ilk kitabı “Vers une Architecture (Mimarlığa Doğru)”de geleneksel, süslemeci mimarlık anlayışının tersine, yalın ve işlevsel yapıları savunarak, toplu konut anlayışına yeni bir yaklaşım getirmeyi savunmuştur.

istemi4

(Unite d’Habitation; Le Corbusier, 1952, Marsilya)

1920’de “Le Corbusier” mahlasını kullanmaya başlayan Charles-Edouard Jeanneret’nin bir araya getirildiğinde bir blok oluşturan ve “yaşayan hücre” olarak nitelediği ilk ev modeli, 1925’te Paris’teki bir sergide yer almış, 19461952 yılları arasında ise Marseilles (Marsilya)’de “Unite d’Habitation (Yerleşim Birimi)” yaşama geçmiştir. 1.800 kişiyi barındırmak üzere tasarlanan 18 katlı bu yapı; apartman dairelerinin yanı sıra, anaokulu, tiyatro, alışveriş merkezi, spor salonu gibi ortaklaşa kullanılacak hizmet birimlerini de içeriyordu.  Mimarın bu tasarım kurgusu, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde özellikle Vladimir Tatlin’le başlayıp devam eden Konstrüktivist dönemde derin etkiler yaratmış, Stalin Dönemi’nde Moskova’nın çeşitli yerlerinde yer alan ve “Yedi Kızkardeş” adıyla anılan bloklar bu niteliklerle üretilmiştir. [3]

istemi5

(Moskova Devlet Üniversitesi; Lev Vladimirovich 1948-1953)

Düşüncelerini kuramlaştıran mimar, Modulor’unda ortaya koyduğu tasarım ölçü ve standartlarının ilk örneklerini Bauhaus Tasarım Okulu’nda vermiş, çelik borular kullanarak ürettiği sade ve işlevsel ev eşyalarıyla endüstriyel tasarım ve üretimi de önemli katkılar sunmuştur.

Modulor

2’nci Dünya Savaşı sonrası Avrupa şehirlerinde yaşanan “bütünsel yeniden inşa süreci” ve Amerika’nın başat rol oynadığı modern sanayileşme girişimine paralel olarak ortaya çıkan Modulor, çağın gereksinim duyduğu hızlı ve seri üretim için standartlaşmayı savunur. Bu savunuyu uygulamaya koyabilmek için de, tüm ülkeler ve toplumlar için standart bir ölçü sistemini önerir. Savaş sonrasında yaşanan konut sıkıntısı gözetilerek, mimarlıkta ve yapı endüstrisinde prefabrik yapı elemanlarının seri üretimini kolaylaştırmak ve evrenselleştirerek tüm dünyada uygulanabilir kılmak hedeflenir. [4]

istemi6

Le Corbusier’nin “Modulor” adını verdiği bu sistem, kendi dönemi için geçerli olan metre’nin ve İngiliz ölçü sistemi inç-foot’un dışına çıkarak yepyeni bir model ortaya koyar. Mimar, insan bedeninin boyutlarına ve Altın Oran hesabına dayanarak, “kolunu kaldırmış bir adam” boyu – bir insanın elini kaldırdığında erişebildiği yükseklik– olarak kabul edilen 226 cm ve onun belli bir mantıkla geliştirilen sayı dizilerinden bütünlüklü ve tutarlı bir ölçü sistemi inşa ettiğini iddia eder.

Modulor’un 1948’de yayımlanan 1’inci cildinde Le Corbusier, kendi geliştirdiği bu ölçü modelini tarihçesiyle birlikte anlatmaya ve uygulamalı örneklerle kanıtlamaya çalışır. Yapıtının 1955 tarihli 2’nci cildinde ise, dünya genelinde büyük bir tartışma yaratan önerisine karşı, yine dünyanın farklı noktalarından gelen tepkileri ve yanıtları aktarmaya çalışır, tartışır ve savını daha da ileriye taşır.

istemi7

Modulor’un Yapı Üretimine Katkısı

Le Corbusier’nin Modulor’unun yapı üretimine ve Mimarlık kültürüne en önemli katkısı, “insani ölçülerden yola çıkarak” standart üretimin ilk adımını oluşturması olmuştur. Kendi geliştirdiği ölçü sisteminde dikkati çeken, sayıların büyük çoğunluğunun 3’e bölünebilmesidir. Tasarımcının, ayak bileği, diz, bacak, bel, omuz, baş ve kol düzeyleri için öngördüğü ölçülendirme, günümüz tasarımında “30N” adıyla da anılmakta, yapı nesneleri genelde 30’un alt ve üst katları olan boyutlarda üretilmektedir. Çok sayıda örnek verilebilmekte birlikte, ortalama ölçüler üzerinden hareket edecek olduğumuzda; sandalye yüksekliğinin 45 cm, masa yüksekliğinin 72-75 cm, tezgâh yüksekliğinin 112-120 cm, konutlardaki giriş kapı yüksekliklerinin 210-220 cm dolaylarında olduğunu görebilmekteyiz.

Toplumların genel fiziksel özelliklerine göre değişebilir olmakla birlikte, ulusal değil, uluslar-arası ölçekte tasarım yapmayı amaçlaması yönünden Modulor ve onun yaratıcısı Le Corbusier, yeni insanı “idealize etme” girişimiyle bile olsa günümüz tasarımında, “yeni mimarlığa doğru” büyük bir tarihsel birikim sunuyor.

Yeni insanın yaratılması sürecine mimarlık pratiğiyle başlangıç yaparak büyük katkı sağlayan Charles-Edouard Jeanneret-Gris’in, nam-ı diğer “Le Corbusier”nin kuramını geliştirmek ve “mimarlık üzerinden yeni insanın yaratılmasına katkı sağlamak” ise biz Komünist Mimarlara düşüyor.

***

[1]: gazetemanifesto.com/2015/10/15/devrim-ve-yeni-mimarlik-politikasi-ii/

[2]: “Le Corbusier”, Jean Louis Cohen – Peter Gössel, Taschen, 2009

[3]: “Seven Sisters”, https://en.wikipedia.org/wiki/Seven_Sisters_(Moscow)

[4]: “Modulor”, Le Corbusier (Editör: Bahar Demirhan, Çeviren: Aziz Ufuk Kılıç), Yapı Endüstri Merkezi Yayınları, İstanbul, 2014