Devrim Uygun
İçinden geçtiğimiz konjonktür, yakın dönemde ortaya çıkarabileceği sonuçlar bağlamında Sosyalist hareketin belli bölmelerinde, ideolojik anlamda sıkışma / savrulma şeklinde ortaya çakabilecek ve yakın geçmiş ile benzeşme potansiyeli barındıran bir dönem olarak gelişebilir.
Böyle gelişip gelişmeyeceğini çok uzak olmayan bir zamanda göreceğiz kuşkusuz.
Ortaya çıkabilecek benzerlikleri yazının sonuna doğru daha somutlayarak açmaya çalışırız.
İkinci Cumhuriyet’in zemin temizliği ve makasa yaklaşırken sol
Öncelikle atıf yapacağımız ve Sosyalist hareketin belli bir bölümü açısından sonuçları nezdinde benzeşme olasılığı bulunan dönemlerden ilkinin, düzen içi siyasi kavgalarını, kritik kavşaklarını ve Sosyalist sol açısından kırılma noktalarını ele alıp, kabaca hatırlamak faydalı olacaktır.
Türkiye’de İkinci Cumhuriyet rejiminin inşası için “radikal” adımların asıl olarak 2007 ve sonrasında atıldığını hatırlayarak başlayalım.
Bu dönemin başlangıcında, ülke tarihinin en büyük siyasi operasyonlarına (Ergenekon, Odatv, KCK, Balyoz vs..) , düzenin diğer aktörleri ile hesaplaşmada sert adımlar atıldığına, İkinci Cumhuriyet rejiminin temellerine dönük olası “tehdit uçlarının” ortadan kaldırıldığına ve rejimin inşası için gerekli siyasal zeminin oluşturulduğuna tanık oluyorduk.
AKP’nin, kuşattığı güçleri, yine o güçlerin duymak istediği (Vesayetin ortadan kaldırılması, demokratikleşme, özgürlükler vs…)söylemleri kulaklarına fısıldayarak etkisizleştirdiğini ve hukuksuz operasyonlarına bu eksenden meşruiyet kattığını ifade etmek gerekir.
Tüm bunlarla beraber bahsi geçen dönemde “Vesayetçi” “Ötekileştirici” “Tekçi” devlet anlayışını yıkan “Özgürlükçü” “Demokrat” “Kürt sorununda çözümcü” AKP’nin önünün daha fazla açılması gerektiği tezi, liberaller tarafından yaygın bir şekilde propaganda edilirken, bunun yansıması olarak Sosyalist hareketin içinde de bu süreçte rol alınması gerektiğini savunanlar oldu.
Sonuna kadar gidilecek, ceberrut Birinci Cumhuriyet ile, darbelerle ve derin devletle tarihsel hesaplaşma için önemli fırsatlar ortaya çıkacaktı.
Bu savunuda bulunan Sosyalist öznelerin tavrını belirleyen nirengi noktasının, Kürt siyasi hareketinin Birinci Cumhuriyet’in çözülüşündeki tutumu ve İkinci Cumhuriyet rejiminin inşası sırasında kendi adına açılacak siyasal manevra alanı ve buna bağlı konumlanışı olduğunun altını çizmek gerekir.
Yukarıdaki konumlanışın karşısında, aslında 12 Eylül’ün bir ürünü olarak AKP’nin, içeride kurmaya başladığı rejim için kabaca yol temizliği yaptığını, derdinin demokratikleşme, darbelerle hesaplaşma olmadığı, emekçilerin onlarca yıllık kazanımlarının ortadan kaldırılacağı, toplumsal ve siyasal alanın dinselleştirilip çürütüleceği, dış politika da strateji olarak belirlenen ”Yeni Osmanlıcılığın” kardeş emekçi halklar ile savaş anlamına geleceği, AKP’de cisimleşmiş işbirlikçi-gerici ve piyasacı saldırıların sermaye sınıfı ve emperyalizmin onayı ile yürütüldüğünün altını çizen sol arasında ideolojik anlamda ciddi bir kavga yaşanmıştı.
Bugün ”kandırıldık” diye yüzsüzce ortalığa çıkan “Demokraaaasi” diye feryat eden liberaller, İkinci Cumhuriyet’in toplumsal alanda meşruiyet bulması ve yerleşmesi açısından sol’un onayının alınması konusunda ciddi “emek” harcamış, geleneksel sol karşısında İkinci Cumhuriyet sol’unu yaratmak üzere ‘’taraf’’ olmuşlardı.
Elbette ki bu sadece onay alma operasyonu da değildi. Sosyalist hareketin ideolojik mücadele alanında paralize edilmesi anlamına da geliyordu. Bir yandan Türkiye’ye biçilen gömlek giydirilmeye çalışılırken, aynı zamanda Sosyalist Sol’un başından aşağı ”Yeni sol” gömleği geçirilmeye çalışılmıştı.
2010 yılına geldiğimizde, İkinci Cumhuriyet’in kuruluşu için gerekli zemin temizliği büyük ölçüde tamamlanmış, artık rejimin meşruiyet arayışı ve yerleşiklik kazanma ihtiyaçlarına da yanıt üretecek kritik bir eşiğe gelinmiş oluyordu.
İkinci Cumhuriyet rejiminin ruhunu yansıtacak bir Anayasa için referandum zamanı gelmişti.
Referandum da liberallerin emekleri bir kısım “sol” da karşılık bulup “”Yetmez ama evet” ile kendini temsil etmiş, fakat Sosyalist Hareket’in ana akımlarını temsil edenlerin oluşturduğu “Hayır” cephesi ve özel olarak da TKP’nin süreç boyunca ideolojik/siyasal üretkenliği ve mücadelesi ile İkinci Cumhuriyet’e Sol’dan onay verilmesinin önüne geçilmişti.
12 Eylül 2010 Referandumu sonrasında özellikle yargıda köklü tasfiye ve yeniden yapılanma adımları atılmış, HSYK’nın yapısındaki değişiklik ile bu kurum iktidar partisinin suçlarının örtüleceği ve örgütleneceği bir mekanizma haline getirilmiş oluyordu.
Bu önemli referandum da “yetmez ama evet” ve “boykot” tavrı alan siyasi aktörler, AKP’nin sonraki yıllarda hukuk tanımaz bir suç örgütü olarak emekçi halkımızın boğazına daha fazla çökmesinin, iş cinayetlerinin, içerideki katliamların ve dış politikadaki savaş suçlarının da sorumluluğuna ortak olmuşlardır.
Düzen siyasetine kompartıman olmanın sonuçları
Yukarıda ana hatları ile hatırladığımız dönemden Sol’un belli odakları adına çıkarılacak sonucu şöyle şöyle somutlayabiliriz …
2010 Referandumu ve oraya uzanan süreç boyunca Sosyalist Sol’un bir kısmı sermaye egemenliği ile hesaplaşma başlığında AKP ‘nin lokomotif olduğu trene eklemlenmiş kompartımanlardan biri haline dönüşmüştür.
12 Eylül 2010 makasına gelindiğinde ise lokomotif kompartımanlardan ayrılıp tarihsel yönünde, yani sağdan yoluna devam ederken, kompartımanlardan biri haline dönüşen kimi “sol” özneler ise bir süre sonra ortada kalıvermişti.
Emperyalizm ve sermayenin lokomotifi AKP, İkinci Cumhuriyet rejiminin kuruluşu için önünde kalan gerçek engel ile yüzleşmeye yaklaşıyor ve attığı her adımda, memleketimizin ilerici, laik, kamucu, bağımsızlıkçı ve özgürlükçü toplumsal kesimleri ile çeşitli siyasi başlıklarda doğrudan karşı karşıya kalıyordu.
Kadınların toplumsal yaşamdaki yerlerine ilişkin attığı gerici adımlar ilerici kadınların duvarına tosluyor, YGS’de ortaya çıkan şifre skandalında on binlerce liseli gencin sokaklardaki direnci ve cesaretine şaşırıyor, ODTÜ’de öğrenci gençlik engeline takılıyor, Roboski ve Reyhanlı katliamlarına tepkiler doğrudan iktidarı hedef alıyor, 1 Mayıs’larda işçilere emekçilere karşı şiddet giderek artıyor ve öfke giderek kabarıyordu.
31 Mayıs 2013 akşamına kadar biriken bu öfke patladı. Dünyada eşi benzeri çok görülmemiş, Cumhuriyet tarihinin en kitlesel halk ayaklanması ile AKP iktidarı açısından İkinci Cumhuriyet hülyasının kâbusa dönüştüğünü görüyorduk.
Bu kabus sırasında lokomotifin kazanına kömür atanlar arasında ciddi bir dağılma hali ortaya çıkmış oluyordu. Sonrasını daha fazla detaylandırmadan içinden geçmekte olduğumuz konjonktüre gelelim.
Yalnızca tekrar seçim değil, tekrar kompartıman olmanın olası sonuçları
Bugün ise rejim kaynaklı tartışmalarda, rejimin içinde bulunduğu kriz başlıklarının devrimci mücadeleye nereden ve nasıl alan açacağına dair sol içinde yine farklı yaklaşımlar var.
Sosyalist Sol ‘un farklı bölmelerinin bugün belirledikleri pozisyonlar ve buna bağlı olarak geliştirdikleri siyasetin, sonuçları itibariyle 12 Eylül 2010 Referandumu öncesi ve sonrasında ortaya çıkan tablo ile benzeşme olasılığı vardır.
Bir kısım sol için yaklaşım şöyle özetlenebilir;
AKP ve özel olarak Tayyip Erdoğan’ın kişisel olarak ürettiği toplumsal öfkenin karşılık bulduğu ve yoğunlaştığı toplumsal kesimler ve bunların siyasal temsiliyetini yürüten düzen içi muhalefet güçleri var. Bu muhalefet güçleriyle birlikte, mücadelenin hem seçim düzleminde ortaklaşması ve dayanışması, hem de seçim sonrasında siyasal/toplumsal zeminde kalıcı geniş bir radikal demokratik muhalefet cephesi yaratma imkanının varlığı söz konusudur. Sosyalizmin bir seçenek olarak öne çıkmasının önü buradan açılacaktır.
Bu yaklaşımda sözü edilen düzen içi muhalefet güçleri CHP ve HDP’de somutlanmaktadır.
Fakat bu partiler 7 Haziran sonrasında, gerek süreç içinde kurulan savaş hükümetine bakan vererek, gerekse AKP’nin savaş tezkeresi oylamasında evet oyu kullanarak, hem AKP iktidarına bir kez daha meşruiyet alanı yaratarak nefes almasın sağlamışlar hem de 1 Kasım sonrasına dair de somut mesajlarını vermişlerdir.
Son zamanlarda 1 Kasım sonrasına dair koalisyon vurgularını güçlendirmeleri, bunu da son aylarda katledilen yurttaşlarımızın yası tutulurken dillendirebilmeleri, AKP ve onu üreten düzeni yıkma hesabı ile bu partilere destek ve oy verme çağrısı yapan sol açısından ikinci bir açmaz olasılığını belirginleştirmeye başlamıştır.
En nihayetin de desteklenen özneler “düzen içi” muhalefet güçleridir, sicilleri pek temiz değildir bu yüzden daha fazlasını bekleyip “ihtar” vermek haksızlık olur.
Seçim sonrası ortaya çıkacak tablo, başka parametreleri önemsizleştirmeden söylemek gerekirse; desteklenen ve doğrudan oy verilen düzen içi “muhalefetin”, muhtemel koalisyon hükümetinin bir parçası ya da meşruiyet kaynağı olmaları olasılığının giderek güçlenmesidir.
Örneğin; AKP’nin İpek-Koza medya grubuna dönük operasyonu, Nazlı Ilıcak, Aslı Aydıntaşbaş gibi liberalleri, Cemaati, CHP’yi ve Selahattin Demirtaş gibi aktörleri yan yana getirebiliyor. Bu diziliş tesadüfî bir diziliş değil, tercihli bir diziliştir ve devamı beklenmelidir.
Bu tabloda Sosyalist Sol güncel siyasi gelişmelere müdahalede tarihsel bağlamından kopmuş, sadece güncel bir mücadele stratejisi ile yaklaştığı oranda, bel bağlanan ve sosyalizme alan açılacağı sanılan yolda ilk bölümde hatırlattığımıza benzer sonuçlarla karşı karşıya kalacaktır. En önemlisi bu yaklaşımdaki sol, düzen siyasetinin herhangi bir aktörünün lokomotif, kendisinin kompartıman olduğu bir yolda, lokomotifin karanlık bir tünele doğru ilerleyişini durdurma imkanına asla sahip olamayacağın bilmelidir.
Yakın dönem içinde İkinci Cumhuriyet’in yerleşme krizini rejimin temel metni olarak görülen Anayasa başlığında yaşanacak tartışma ve pazarlıklarla beraber, yukarıda değinilen olasılığın somut örnekleriyle birlikte ortaya çıkabileceğinin altını kalınca çizmek gerekir.
Anayasa gündemiyle beraber rejimin kriz dinamiklerinin toplumsal alanda tetikleyeceği etkileri düzen sınırları içinde tutarak hafifletme girişimlerinin de yine “düzen içi muhalefet” eliyle yürütüleceği bugünden görülmelidir.
2007’den 2010 Referandumuna kadar yaşanan siyasi gelişmeler de ve kritik kavşaklar da kendi bağımsız hattını güçlendirmek yerine Kürt siyasi hareketinin belirlediği yörüngede siyaset yapmayı tercih edenler için, geçmiş süreçten çıkarılması gereken dersler bağlamında pek değişen bir şey olmamıştır.
Kendisi düzen karşıtı bir lokomotif olamamışken, düzen içi muhalif güçlerle birlikte ve onların belirlediği siyasal zeminde devrimci siyaset yaptığını ya da yapacağını ve buradan sosyalizme yol açılacağını düşünen bir yaklaşımın niyeti ne olursa olsun 1 Kasım sonrasında yukarıdaki tablonun bir benzeri ile karşı karşıya kalacağı açıktır.
Devrim yolu zordur, çetin’dir, yolumuza devam edelim…
Sosyalist devrimciler, düzen karşıtı bir tutum alabilecek milyonları örgütlemeye dönük görevlerine odaklanmalı fakat asla bu dinamiği düzen güçlerine bağlayacak bir tutum geliştirmemeli, gece yatarken başını yastığa rahatça koyabilmelidir.
Haziran ayaklanmasının en büyük eksiği örgütlü ve kitlesel bir işçi sınıf dinamiğinin eksikliğiydi. Sosyalizmin toplumsal bir güç olması bugün Şişecam’da, Türk Telekom’da, madenlerde, metal iş kolundaki onbinlerce işçiyi “nasıl ve hangi araçlarla” sosyalist iktidar kavgasına örgütleyeceğini görev listesinin en başına yazmaktan ve gereğini yapmaktan geçer.
Sosyalist hareket, tüm zorluklara rağmen, işçi sınıfının ve onun öncü örgütünün lokomotif olduğu bir yolu örgütlemekten asla ve asla geri adım atmaması gereken günlerden geçiyor.
Çok öldük son zamanlarda, fabrikalarda, inşaatlarda, madenlerde, sokak ortasında, halayda, bir sokak arasında, ekmek alırken, tarlaya giderken, kamyon kasasında, sahile vurmuş 4 yaşında, en korunaklı alanımız sandığımız evimizde, en küçüğümüz daha yaşına girmemiş, en büyüğümüz belki daha torununu doyasıya sevememiş…
Öyleyse…
Gecelerinde aç yatmayalım diye,
Gündüzlerinde sömürülmeyelim diye,
Çoçuklar şeker de yiyebilsinler diye,
Devrime gidecek lokomotife, daha fazla kömür atma zamanıdır…
Bu haber en son değiştirildi 7 Kasım 2015 09:43 09:43
Dokuzuncu olağan kongresini gerçekleştiren Saadet Partisi'nde genel başkanlık için Kayseri milletvekili Mahmut Arıkan ile İstanbul…
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin, PKK lideri Abdullah Öcalan için yaptığı çağrının yankıları sürüyor. Cumhurbaşkanı…
Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noel Barrot, Uluslararası Ceza Mahkemesinin (UCM) İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hakkında çıkardığı…
ABD'li Senatör Lindsey Graham, Uluslararası Ceza Mahkemesinin (UCM) İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve eski Savunma…
Kadına yönelik şiddeti tek başına biyolojik bir mesele olarak erkek saldırganlığıyla açıklamak en hafif tabirle…
Bu düzen çürümüştür. Şimdi bu çürümüş düzeni yeni anayasa ile tescillemek istiyorlar. Medeni kanunu tartışmaya…