Orhan Pamuk’un kafasındaki tuhaflık!
Cumhuriyet gazetesinin haberine Orhan Pamuk, Time Dergisi’nin gelecek sayısındaki “10 Soru” sayfasında, Türkiye’deki gidişatı değerlendirmiş.
Cengiz Kılçer
Görünen o ki, Orhan Pamuk aynı kaderi paylaştığı liberal arkadaşları gibi ‘les idiots utiles’i yani “faydalı aptalları” oynamaya devam edecek. “Masumiyet Müzesi”sini yazmakla masum olunmuyor ve Orhan Pamuk “Teşvikiye Caddesi 131 numarada Merhamet Apartmanı’nda” oturmuyor.
Cumhuriyet gazetesinin haberine Orhan Pamuk, Time Dergisi’nin gelecek sayısındaki “10 Soru” sayfasında, Türkiye’deki gidişatı değerlendirmiş. Bir zamanlar büyük umutlar beslediği Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için “Gittikçe otoriterleşiyor, demokrasiye saygı duymuyor” demiş. Pamuk, Türkiye’de seçimler yapılmasına rağmen, gerçek bir demokrasi “olmadığını” ve ifade özgürlüğünün “korkunç halde” olduğunu da söyleyivermiş.
Orhan Pamuk’un demecinden anlaşılan o ki, aldatılmışlık, kandırılmışlık ve şaşkınlık içerisinde; ne var ki pişmanlık, suçluluk duygusu hak getire. Ama yine de “yalancıların, katillerin, hırsızların egemenliğine giden yolda benim de katkım var, hata yaptım; askeri vesayeti, İttihatçı zihniyeti yıkacağız, darbecileri yargılayacağız sözlerine inandım pişmanım” deyip nedamet getirmekten hâlâ uzak bir aymazlık içerisinde. Görünen o ki, Orhan Pamuk aynı kaderi paylaştığı liberal arkadaşları gibi ‘les idiots utiles’i yani “faydalı aptalları” oynamaya devam edecek. “Masumiyet Müzesi”sini yazmakla masum olunmuyor ve Orhan Pamuk “Teşvikiye Caddesi 131 numarada Merhamet Apartmanı’nda” oturmuyor.
“Yetmez Ama Evetçi” Pamuk
Orhan Pamuk, 2010 Anayasa Değişikliği Referandumu’nda elbette “yetmez ama evet”çi bir tavır sergileyecekti çünkü kendisini, tıpkı o dönem AKP yancılığına soyunan benzerleri gibi, “liberal laik” olarak tanımlıyordu. “Ben bir laikim, fakat liberal bir laikim.” Eh, pek doğal olarak da kendince bir liberallik tanımı vardı; “Türkiye’nin laikleri aynı zamanda liberal de olmalı”ydı. Referandumda “evet” diyeceğini de şöyle gerekçelendiriyordu: “Darbe’nin 30. yıldönümünde kurulan sandıkta ‘evet’ diyeceğim. 12 Eylül’le hesaplaşmanın yolu açılıyor. Yargı süreci başlamasa bile referandum 12 Eylül’ün vicdanlarda mahkûm edilmesini sağlayacak.”
12 Eylül 2010 Referandumu, AKP’nin kendi iktidarını fasılasız hale getirmeye ve devlet üzerinde mutlak bir hegemonya kurmaya doğru önemli bir hamlesiydi. Bu hamle, itinayla planlanmış ve Referandum, özellikle 12 Eylül gününe denk getirilmiş; solcu eskilerini, liberalleri ve dolayısıyla da Orhan Pamuk ile beraber Oya Baydar, Adalet Ağaoğlu, Lale Mansur, Perihan Mağden, Zeynep Tanbay, vb. “sanatçı” zevatı kendisine yedeklemeyi başarmıştı.
2006 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’yle taltif edilen Pamuk, Türkiye’nin ilerici birikimine her fırsatta saldırmayı görev edinmekle kalmamış, aslında bu birikimden beslenmeyi de bir türlü beceremediğini ‘Babamın Bavulu’ başlığıyla ödül töreninde yaptığı konuşmada bir kez daha kamuoyu ile paylaşmıştı. Konuşmada tek bir cümle içerisinde dahi Türkiye’nin edebiyat birikiminden söz edilmiyor, Sabahattin Ali’ler, Ahmet Hamdi Tanpınar’lar, Sait Faik’ler ve nice isim anılmıyordu. Tam tersine, batı merkezli bir oryantalizm vurgusu öne çıkıyordu. Aşağıdaki röportajdan alıntılanan bölümde de (*), yeni romanında Osmanlı’nın “güzel günlerine” duyulan özlem olarak ifade ettiği, oryantalizminin ve ilericilik düşmanlığının ipuçlarını vermeyi sürdürüyor.
Orhan Pamuk’un kendine biçtiği uluslararası görev
1990’lar ve 2000’lerin ilk yarısında hummalı bir Cumhuriyet düşmanlığı faaliyeti içerisinde olan Pamuk, Nobel’le birlikte kendisine uluslararası bir rol biçtiği için midir bilinmez, bu kez 2012’de, kendisinin başını çektiği beynelmilel bir ekiple Suriye Lideri Beşar Esad’a açık bir mektup göndermiş ve “İstifa et, yoksa sonun Saddam ve Kaddafi gibi olacak” uyarısı yapmıştı. Mektupta, “İstifa dışında ne yazık ki sizi ve ailenizi bekleyen tek yol var: Saddam Hüseyin veya Kaddafi gibi ölüm. Ya da Lahey’de mikropsuz bir hücrede ömür boyu hapis” deniyordu. Aynı mektubun bir yerinde de “Esad’a kendisini şimdilik destekleyen Rusya ve Çin’e fazla güvenmemesi tavsiyesinde” bulunuyordu.
Bu mektubun üzerinden tam üç yıl geçti; Rusya, Suriye’de IŞİD’le birlikte birçok terör örgütüne karşı 30 Eylül’den bu yana hava operasyonu düzenliyor; üstelik Rusya’dan sonra Çin’in de Suriye’deki savaşa gireceği konuşuluyor. Ne tesadüftür ki, Orhan Pamuk ve beynelmilel meslektaşlarının bu mektubu gönderdiği dönemde Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu, “En yakın zamanda Şam’a gidecek ve oradaki Emevi Camii’nde namaz kılacaktı”. Ancak, o en yakın zaman pek de gelecek gibi görünmüyor.
Hrant Dink katledildikten hemen sonra 2007 yılında, kendi can güvenliğinden de kaygı duyduğunu ve ne zaman geri döneceğinin belli olmadığını söyleyen Orhan Pamuk New York’a gider. Kendisini bilmeyiz ama Suriye’yi terk etmesini önerdiği Esad hâlâ Şam’da ikamet etmeye devam ediyor.
Son kitabının adından da anlaşılabileceği gibi Orhan Pamuk’un “Kafasında Bir Tuhaflık” var…
(*) Time Dergisi’nin gelecek sayısındaki “10 Soru” sayfasından alıntı:
“Romanınızdaki ana karakter Mevlüt boza satıyor. Bu içecek Türk halkına ne ifade ediyor?
Orhan Pamuk: Boza Osmanlı zamanında popüler bir içecekti, çünkü hafifçe alkollüydü ve içtiğinizde çakırkeyif hissederdiniz, ama İslam’a karşı bir şey yaptığınızı düşünmezdiniz. Osmanlı geçmişini romantize eden bir bağlamı var. Uzun bir geleneğin, imparatorluğun ve sürekliliğin olduğu güzel günlerin bağlamı…”