RÖPORTAJ | BHH Eğitim Komisyonu, Eğitim Kürsüsü'ne çağırıyor
Manifesto olarak, Eğitim Kürsüsü etkinliği öncesi BHH Eğitim Komisyonu üyeleri ile bir röportaj gerçekleştirdik.
Röportaj: Merve Bahtiyar
Birleşik Haziran Hareketi (BHH) içerisinde kurulan Eğitim Komisyonu eylemlerini sürdürüyor. Bu yıl 13 Şubat’ta BHH’nin büyük bir çıkış yaparak Türkiye tarihinin ilk laiklik eylemi olan “Bilimsel ve Laik Eğitim İçin Boykot” eyleminden sonra eğitim gündemini yeniden açan BHH Eğitim Komisyonu üyeleri, eğitim emekçileri, öğretmenler, veliler ve öğrencileri, Pazar Günü saat 12.00’den itibaren Kadıköy’de Yeldeğirmeni Sanat Merkezi’ne, “Eğitim Kürsüsü”ne çağırdı.
Manifesto olarak, biz de bu etkinlik öncesi BHH Eğitim Komisyonu üyeleri ile bir röportaj gerçekleştirdik.
-Öncelikle merhaba. İsterseniz ilk olarak ülkemizdeki eğitimin AKP’li yıllarla birlikte nasıl bir dönüşüm geçirdiğiyle başlayalım. AKP’nin iktidarda olduğu on üç yılda bu başlıkta neler oldu?
AKP döneminde eğitim sistemi acımasız bir dönüşüme uğradı. 11 Nisan 2012 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6287 sayılı kanunla “eğitimde reform yapıyoruz” çıkışı yaptılar. Böylelikle 8 yıllık kesintisiz eğitime son verilmiş, 4+4+4 sistemi ortaya çıkmış oldu.
Eğitimin ticarileştirilmesi, piyasalaştırılması ve dinselleştirilmesi hedefiyle uygulamaya koyulan 4+4+4 kesintili eğitim modeli ilk gününden itibaren eğitim alanında büyük bir yıkıma yol açtı. Çünkü bu yasa, daha sonra atılan adımların başlangıcı oldu. 2012-2013 eğitim öğretim döneminde İmam Hatip Liseleri’nin ortaokul bölümleri 4+4+4 sayesinde yeniden açıldı ve 5. sınıf öğrencileri bu okullara kaydedilmeye başlandı.
Öte yandan, fiziksel altyapı yetersizliği gerekçe gösterilerek, mevcut okullar İmam Hatip Ortaokulu’na dönüştürüldü ya da ikiye bölünerek bu uygulama dayatıldı. Örneğin ALO İHL diye bir telefon hattı var; Beyaz El, İlim Yayma Vakfı, Hakça Der, Gider, Türkiye Gençlik Vakfı gibi oluşumlar İmam Hatip Platformları oluşturmuş, velileri ve çocuklarını İmam Hatip’e göndermeye ikna ediyor, bedava kıyafet dağıtıyor, kırtasiye karşılıyor. Elbette daha fazlası da vardır. Bunlar gizli değil, posterler asıyorlar okulların önüne.
Din derslerinin zorunlu (ya da zorunlu seçmeli) olmaması çok temel bir hak olmasına rağmen, bu derslerin bir siyasi pazarlık haline gelmesi de gözardı edilmemeli. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin zorunlu din dersinin kaldırılmasına ilişkin kararı var ama buna rağmen bu ders seçmeli ders adı altında, 1., 2. ve 3. sınıflarda zorunlu okutulmaya başlandı.
Öte yandan, tek mesele “Din, Kültürü ve Ahlak Bilgisi” dersi de değil. Kur’an-ı Kerim, Hz. Muhammed’in Hayatı ve Temel Dinî Bilgiler şeklinde dersler de var. Bu dersler, ortaokul ve liselerde haftada iki saat olarak okutuluyor. Baktığınızda normal lise ve İmam Hatip arasındaki dinî eğitim farkı, yok denecek kadar az.
İçerik düzenleme çabaları dışında bir de sembolik düzenlemeler var. Yani eğitim kurumlarının “görünüşünün” de dinselleşmesi. Mescidler ya da camiler gibi ibadethanelerin okul ve eğitimin bir parçası haline getirildiği bir uygulamadan bahsediyoruz. Misal, Kutlu Doğum Haftası okullarda kutlanmaya başlandı. Kız çocuklar üzerinde örtünme baskısı yaratan, karma eğitimi “günah” anlayışıyla yasaklamaya çalışan bir anlayıştan söz ediyoruz.
Bu din tüccarlığı dönemine piyasalaşma da eşlik etti. Özel okullar arttı. Kendi iktidarları döneminde dersanelerin sayısını iki kat arttırıp sonra “parallel yapı ile mücadele” adı altında bu okulları özel okula dönüştürdüler. Sınav sistemini 13 yıl boyunca değiştirdiler. Liselere Giriş Sınavı (LGS) gitti Ortaöğretim Kurumları Sınavı (OKS) geldi, OKS gitti Seviye Belirleme Sınavı (SBS) geldi, SBS gitti Temel Öğretimden Ortaöğretime Geçiş Sınavı (TEOG) geldi. Veliler şaşkın durumda. Kısaca, AKP kendi iktidarını sürdürmek için yoksul kitlelerin nitelikli, bilimsel ve laik eğitime erişiminin tamamen engellendiği bir ortam yaratıyor.
-AKP’nin bütün ülkeye dayattığı inanç referanslı eğitim okullarda genel olarak kabul görüyor mu? Ailelerin, öğrencilerin ve öğretmenlerin bu sürece tepkisi nasıl oldu?
AKP okullarda yürüttüğü süreci sağlamlaştırmak için sadece ders programlarında ve içeriklerinde değişiklik yapmakla yetinmedi. Okul idarelerini istediği gibi belirleyeceği bir yönetmelikle, yandaşlarıyla okulları tahkim etme yoluna gitti. Bu yolla okullardan gelecek tepkileri azaltmak istediler. Öğretmenleri sindirmek için muhalif öğretmenleri cezalandırma yoluna gitti.
Özellikle 4+4+4 e geçiş sürecinde imam hatip okuluna dönüştürülecek okulların veli, öğrenci ve öğretmenleri bu dönüşüme karşı mücadele etti. Bu çabaların başarılı olduğu okulların imam hatip okuluna dönüştürülmesinin engellendiği sonuçlar da yaşadık. Veliler çocuklarını inanç referanslı bir eğitimle yetiştirmek istemiyor. İstanbul’un muhafazakar diyebileceğimiz bölgelerinde dindar yurttaşlarımız dahi imam hatipleşmeye karşı bir direnç gösterdi.
Elde edilen başarılar bu tepkilerin bütünlüklü bir şekilde bir araya gelememesinden kaynaklı olarak birkaç okulla sınırlı kaldı ve imam hatip dışında kalan okullar da dinselleşmeden seçmeli ve zorunlu din dersleri, değerler eğitimi gibi girişimlerle nasibini aldı. Bu saldırılara toptan karşılık verilemediği için veliler bireysel çarelere yöneldi.
Milli Eğitim’in gururla ilan ettiği özel okulların % 41 oranında artışının en önemli sebebi insanların devlet okullarında kuşatılmış hissettikleri gericileşmeden çocuklarını korumak için nafile bir çabayla özel okullara yönelmesidir. Özel okul ücretini karşılayamayacak ve çocuğu sınavlarda Anadolu Lisesi’ni kazanamamış veliler ise çaresizce duruma uyum sağlamak zorunda kalıyor.
Ama ne özel okul ne de Anadolu Lisesi ülkede yaşanan gericileşmeden azade değil, sadece gericileşmenin şiddeti şimdilik aynı oranda hissedilmiyor. Velilerin, öğrencilerin ve öğretmenlerin tepkilerinin en iyi ifadesi 13 Şubat boykotu olmuştu. Mücadeleye devam edeceksek boykot döneminde ortaya çıkan bütünlüğü sürdürülebilir kılmalıyız.
-Birleşik Haziran Hareketi içerisinde eğitim komisyonu olarak ayrı bir çalışma yürütmenin gerekli olduğunu neden düşünüyorsunuz? Ülkemizdeki eğitimciler, özellikle BHH çatısı altında neden örgütlenmelidir?
Yürüttüğümüz komisyon çalışması Haziran Hareketi’nin ilkelerinden ve örgütlenme perspektifinden ayrı bir çalışma değil. Haziran, kuruluşu itibarıyla gericileştirmeye karşı bir mücadeleyi doğrudan demokrasi aracılığıyla halk meclislerinden örgütleyecek biçimde önüne koymuştu. Eğitim alanı da iktidarın gericileştirme politikalarının en yoğun yaşandığı alan oldu.
Özellikle 13 Şubat boykotuyla gördük ki eğitim alanında yürütülen gerici hamlelere çok farklı kesimlerden ciddi bir itiraz yükseldi. Laik eğitim meselesinin dar bir kesimin meselesi olmadığını Aleviler, emekçiler, gençlik ve kadınlardan yükselen tepkilerden de gördük.
Eğitimde gericileştirme dışındaki sorunlar da dağ gibi büyürken mücadele perspektifini hem politik hem pratik anlamda derinleştirme yollarının tikel çabalardan çok kolektif bir çalışmayla gerçekleştirilebileceğini düşünüyoruz. Bu nedenle eğitim komisyonu olarak çalışmalarımızı yerelden ve alanlardan beslenen bir çerçevede kurduk. Eğitim Komisyonunu sadece eğitimcilerin örgütleneceği bir alan olarak kurgulamadık. Zaten eğitimcilerin kendi sendikal örgütleri var.
Ama sorunuzu eğitimciler özelinde cevaplamak gerekiyorsa, eğitimcilerin diğer tüm eğitim bileşenleriyle -veliler, öğrenciler, eğitim hizmetinden mahrum bırakılanlar- bir araya gelerek bir halk hareketi çerçevesinde mücadele yürütmesi olarak cevaplayabiliriz.
-Birleşik Haziran Hareketi kurulduğundan bu yana eğitim komisyonunun çalışmalarından ve özellikle de geçen yıl gerçekleştirilen okul boykotundan bahseder misiniz?
Eğitim boykotunun öncesinde Birleşik Haziran Hareketi’nin ortaya koyduğu çalışmanın en önemli sonucu laik bilimsel eğitim meselesinin ülkemizde sadece Alevilerin ya da yaşam biçimi kaygısı güden dar bir kesimin sorunu olmadığını ortaya koymuş olmasıydı. Boykot döneminde birçok ilde Hazirancılar tutuklandı, baskılar yaşandı. Tüm bu baskılara rağmen halkın boykota katılımı ve ilgisi umut verici bir düzeyde gerçekleşti.
Birleşik Haziran Hareketi olarak boykotu basit bir okula gitmeme eyleminden çıkartmanın yöntemlerini de ortaya koyduk. Örneğin okulu boykot edecek öğrenciler için alternatif etkinlikler düzenledik. Kötü olan eğitim sistemine karşı çıkarken alternatifini de deneyimlemeye çalıştık. Bu etkinlikler için bize mekanlarını açan kurumlar ve işletmelerle kurulan ilişki de iyi bir dayanışma deneyimi oldu.
Boykotun ardından yaşadığımız iki seçim ve halka yönelik saldırılar eğitim meselesinin öne çıkmasını biraz zorlaştırdı. Fakat biz biliyoruz ki iktidarın eğitim alanına yaptığı saldırı genel politik hattından bağımsız değil. Bu nedenle ülkenin en karanlık günlerinde dahi eğitim meselesini diğer mücadele dinamikleriyle birlikte gündemde tutmalıyız.
Komisyon olarak 22 Kasım Pazar günü eş zamanlı olarak beş ilde “24 Kasımı Tanımıyoruz” başlığıyla iktidarın politikaları sonucu kaybettiğimiz öğretmenlerimizin mezarları başında bir anma gerçekleştirdik.
Ardından 24 Kasım “#EgitimEmekcileriOnurumuzdur” ‘hashtag’i ile bir Twitter kampanyası yürüttük. Öğretmenlerin tüm dünyada kutlanan evrensel günü 5 Ekim Dünya Öğretmenler Günüdür. Cuntacıların 1981 yılında ilan ettiği 24 Kasım darbe döneminin bir ürünü olduğu için bu eylemleri yaptık. Tüm bunların dışında eğitim komisyonlarının ülkenin bütün yerellerine yayılması için çalışıyoruz.
-Bilimsel referanslara dayanan çağdaş eğitime ilginin artması için eğitimciler nasıl bir çalışma yürütebilirler? Eğitim Komisyonunun bu yönde çalışmaları oluyor mu?
Öncelikle kavramlardan kaçmamak gerek. Örneğin laik bir ortamı yaratmadan bilimsel referanstan da bahsedilemez. Bu sebeple ilk olarak toplumların, insanların inanış biçimleri, şekilleri, dini bağlılıkları devlet kurumlarının ve dolayısıyla devletin eğitim kurumlarının dışında tutulmasının doğruluğundan şüphe edilmemelidir. Çünkü bilimsel referans sadece bilgiyi ölçü alır. Üstelik bilgiye de biat etmez, bilgiyi sorgular. Sorgulamak tarihsel ardışıklık ilkesi içinde ilerici gelişimin olmazsa olmazıdır.
Kaldı ki, bunun bir adım ötesinde bilimsel bilginin toplumsal karşılığını yaratmak gerekir. Toplumsal faydaya dönüşmeyen hiçbir bilgi işe yaramaz. Üretilen bilimsel bilgi piyasacı bir kanalda toplandığında toplumun faydasına değil ranta katkı olarak kullanılır. İşte eğitimciler bunların karşısında durmalıdır. Toplumsal faydayı sağlayacak bilginin o toplumu oluşturan bireylerin yaşamlarını kolaylaştıracak, rasyonel koşula taşınması, kolektif ve toplumcu aklı benimseyen her eğitimcinin görevidir.
Eğer biz Tübitak gibi bilim ve bilgi üretmesi gereken ancak ranta ve İslamcı ideolojiye teslim olmuş, kadroları iktidar tarafından yandaşlık ölçülerine göre belirlenmiş bir kurumun var olduğu ülkede yaşıyorsak durumun vahameti ortadadır ve hemen müdahale edilmelidir.
Bunun da üstesinden ancak örgütlü bir mücadeleyle gelebiliriz. Birleşik Haziran Hareketi’nin eğitim komisyonu da bu amaçla çalışmalar yürütüyor zaten. Çünkü eğitimsiz bırakılan ya da içi boşaltılmış, inançla kuşatılmış, sorgulayan eğitim emekçilerini baskılayan bir eğitim sisteminin dayatıldığı halk bilinçli bir şekilde izole edilerek, çaresiz bırakılıyor. Halkın düşünme, sorgulama ve üretme araçları bu şekilde daha en başında elinden alınıyor. Haziran’ın eğitim komisyonları buna izin vermemek için yola çıktı. Gericiliği, baskıcı ve biat eden kültürel birikimi kökünden kazımak için bu yola baş koydu.
-Son olarak 6 Aralık’ta gerçekleştireceğiniz Eğitim Kürsüsünden bahseder misiniz?
Evet, 6 Aralık Pazar günü veliler, öğrenciler ve öğretmenleri çağırdığımız bir serbest kürsü etkinliği planlıyoruz. Bu etkinlikle iki temel sorunun cevaplarını birlikte üretmeyi hedefliyoruz: Eğitimde ne yaşıyoruz ve ne yapmalıyız?
13 yıllık AKP dönemine baktığımızda zaten kendi içinde çok fazla problemli olan nitelikli, bilimsel, kamusal ve erişilebilir bir çizgiyi tam anlamıyla yakalayamamış eğitim mevzusu bir de dinselleşme, artan taşeronlaşma ve itibarsızlaştırma ile iyiden iyiye halkın temel sorunlarından biri haline geldi.
Öyle ki artık imam hatip okuluna dönüştürülmeyen okul neredeyse kalmadı. Bir okul imam hatipe dönüştürülmese bile kapısından girdiğimizde bizi Kur’an’dan ayetlerin asılı olduğu panolar karşılıyor.
Öğretmenlerimizi aşağılayan valiler bu hükümetin idarecileri. Çalışma koşullarını günden güne kötüleştiren bu kapitalist sistemin keşmekeşliği. Üniversitelerde açılan yaz okulları para tuzağı. Sınavlar travmatik yükler olarak hem velilerin hem öğrencilerin belini büküyor. Öğrenim süresi boyunca katkı payı ve benzeri adlar altında toplanan paraların haddi hesabı yok. Üniversitelerde bilim adeta bir proje malzemesi; resmi ve özel kurumların güç gösterisi yaptığı sanayi işbirliği ile rantın kalbinde konumlandırılıyor. Ancak erişilebilir, parasız, bilimsel ve nitelikli eğitim her bireyin eşit hakkı.
Eğitim kürsüsünde bu başlıkları tekrar konuşup somut öneriler bulmaya ve mücadelemizi hep birlikte büyütmeye çalışacağız. Eğer geç kalırsak bugün yaşadığımız karanlık tablo iyiden iyiye içinden çıkılmaz bir hal alacak; sorgulamayı bilmeyen nesiller bilimin değil paranın tercih edilmesini gittikçe daha fazla normalleştirecek, bireyci yaklaşım kökleşecek, faşist baskılar ve biat kültürü daha fazla yayılacak. Bu sebepledir ki hemen şimdi bir araya gelip mücadeleyi büyütmeli, hemen bu gidişata daha yüksek bir sesle dur demek için harekete geçmeliyiz. Aracılığınızla, geleceğine sahip çıkan herkesi 6 Aralık Pazar günü güç olmaya çağırıyoruz, teşekkürler…