10 Kasım vesilesiyle: Güneş ufuktan nasıl doğar?
Yazarımız Umut Kuruç 10 Kasım vesilesiyle Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu ve Ekim Devrimi'nin kuruluşa desteğini yazdı.
ABD’deki başkanlık seçiminin sonuçlarıyla da açığa çıkan ve aslında emekçi yığınların memnuniyetsizliği olarak ifade edilebilecek tablo, kapitalizmin siyasi, ekonomik krizlerinin faturasını yoksul, emekçi kitlelere çıkardığını doğrular nitelikte…
Tıpkı 20. yüzyılın iki paylaşım savaşının (1914-1918, 1938-1945) birbirinin ardılı olduğunu söyleyebileceğimiz ve 1946’da, dönemin İngiltere Başbakanı Churchill’in, ABD’de Sovyetler Birliği’ne karşı “Demir Perde” nutku ile “soğuk savaşın” başlangıcını ilan etmesi gibi… Ardından 1947’de gelen Truman Doktrini ve Marshall Planı ile NATO gibi…
ABD seçim sonuçları ve bugün uluslararası planda bunun neye tekabül ettiğinden/edeceğinden ziyade, 20. yüzyıl sayfasını emekçiler için açan Büyük Ekim Devrimi ile emperyalizmin savaş ve paylaşımlarına direnenlerden bahsedelim istedik bugün.
1900’lerin ilk çeyreğinde kapitalizmin dünyasında paylaşım ve onun savaşları yaşanırken 1917 Büyük Ekim Devrimiyle kurulan Sovyetler Birliği emperyalizme karşı direnen halkların, emekçi sınıfların umudu olur. Anadolu topraklarında emperyalist işgale karşı yürütülen kurtuluş savaşı gibi…
Ekim 1919’da, Sivas Kongresi Moskova’ya bir temsilci heyeti gönderir. Heyet Başkanı Halil Paşa, Anadolu’da işgalcilere karşı yürütülen mücadelede Sovyet hükümetinden destek ister.
1920’de TBMM’yi ilk tanıyan Sovyetler Birliği Merkez Komitesi, Litvanya büyükelçisi Semyon İvanoviç Aralov’u Ankara’da Sovyetler Birliği Büyükelçisi olarak görevlendirir.
İvanoviç’in anılarında aktardığı, Lenin’in “Türkler, millî kurtuluşları için savaşıyorlar. Emperyalistler Türkiye’yi soyup soğana çevirdiler, hâlâ da soyuyorlar. Köylüler ve işçiler buna katlanamadılar ve başkaldırdılar. Sabır bardağı taştı, gerek Doğu halkları gerek biz, emperyalist kuvvetlere karşı savaşıyoruz. Sovyetler Birliği emperyalistlerle olan işini bitirdi. Onları bozguna uğrattı ve memleketten kovdu. Onların dişlerini söktük, keskin tırnaklarını vücudumuza geçirmelerine izin vermedik.
Mustafa Kemal Paşa tabii ki sosyalist değildir ama görülüyor ki, iyi bir teşkilatçı… Kabiliyetli bir lider, milli burjuva ihtilalini idare ediyor. İlerici, akıllı bir devlet adamı. Bizim sosyalist inkılabımızın önemini anlamış olup, Sovyet Rusya’ya karşı olumlu davranıyor. O, istilacılara karşı bir kurtuluş savaşı yapıyor. Kapitalistlerin gururunu kıracağına, padişahı da yardakçılarıyla birlikle silip süpüreceğine inanıyorum. Halkın ona inandığını söylüyorlar. Ona, yani Türk halkına yardım etmemiz gerekiyor. İşte, sizin işiniz budur. Türk hükümetine, Türk halkına saygı gösteriniz. Büyüklük taslamayınız. Onların işlerine karışmayınız. İngiltere onların üzerine Yunanistan’ı saldırttı. İngiltere ile Amerika bizim üzerimize de sürü ile memleketi saldırttı…
Kendimiz fakir olduğumuz halde Türkiye’ye maddi yardımda bulunabiliriz. Bunu yapmamız gereklidir. Moral yardımı, yakınlık, dostluk, üç kat değeri olan bir yardımdır. Böylece, Türk halkı yalnız olmadığını hissetmiş olacaktır.
(…) En önemlisi halka saygı göstermektir, Emperyalistlerin yağmacı, istilacı politikalarına karşılık bizim, hiçbir çıkara dayanmayan dostluk ve memleketin iç yaşamına karışmama durumumuzu açıklayınız! İşte sizin ödeviniz! Ne gibi yardımlarda bulunacağımızı da bildirelim: en kuvvetli bir ihtimalle silah yardımında bulunacağız. Gerekirse başka şeyler de veririz.” sözleri (Bir Sovyet diplomatının Türkiye Hatıraları, 1922-1923, Yenigün Basın ve Yayıncılık, Aralık 1997, Semyon İvanoviç) Sovyetler Birliği’nin “emperyalizme karşı kurtuluş mücadelesi veren halklarla dayanışmanın gerekliliği” ilkesinin dile getirilişidir.
“Evvela milli topraklarımızı taht-ı işgâlde bulunduran Emperyalist kuvvetleri tard (kovmak) ve atiyen, (gelecekte) emperyalizm aleyhine vuku bulacak mücadelatı müşterekemiz (ortak mücadelemiz) için kuvayı dâhiliyemizi (iç güçlerimizi) taazuv ettirmek (şekillendirmek) üzere şimdilik ilk taksit olarak beş milyon altının ve takarrür ettirilecek (kararlaştırılacak) miktarda cephane vesair vesaiti fenniye-i harbiye (diğer teknolojik savaş araçlarının) ve malzeme-i sıhhıyenin (sağlık malzemelerinin) ve yalnız şarkta icrayı harekât edecek kuvvetler için erzakın Rus Sovyet Cumhuriyeti’nce temini rica olunur. Ihtıramatı faike (üstün saygılar) ve hissiyatı samimanemizin (samimi duygularımızın) kabulünü rica eyleriz.” 26 Nisan 1920 Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal.
39.000 tüfek, 327 makineli tüfek, 54 top, 63 milyon fişek, 147.000 top mermisi, 2 avcı botu, Ankara’da iki barut fabrikasının kurulması için yardım, Fişek fabrikası için gerekli teçhizat ve hammadde, 200 kilo külçe altın, kimsesiz gazi çocukları için yetimhane kurulması için 100.000 altın Ruble, basımevi ve sinema teçhizatı alımı için 20.000 Lira, 1921 yılı Nisan, Mayıs ve Kasım aylarında üç parti halinde 6.500.000 altın Ruble… Sovyetler Birliği’nin bu süre boyunca Kurtuluş Savaşı’na desteği toplam 17.500.000 ruble civarındadır.
Doğu halklarının, emperyalist işgalcilere ve onların işbirlikçisi gericilere karşı o tarihteki en önemli mücadelesi diyebileceğimiz Anadolu’daki Ulusal Kurtuluş Savaşı sürerken Ekim Devrimi de karşı devrimcilerle savaşmaktadır. 1922’de Sovyet Kızıl Ordusu’nun zaferiyle sonuçlanacak olan bu savaş ABD, İngiltere, Fransa gibi emperyalist ülkelerin para, silah ve askerle desteklediklerine karşı büyük insanlığın savaşıdır.
1920’den itibaren ulusal meclisini kurmuş olan Türkiye’yi destekleyen ise sadece bu savaşı veren Sovyetlerdir. Ulusal kurtuluş mücadelesi sırasında memur maaşları bile Sovyetlerin altın rubleleri ile ödenir.
1933 yılına gelindiğinde 1923 Cumhuriyeti’nin ilk sanayi kuruluşu diyebileceğimiz kamu mülkiyetindeki Sümerbank yine SSCB kredisiyle kurulur. İskenderun, Karabük demir çelik fabrikaları, TÜPRAŞ, Mersin ve İskenderun limanları, ilk alüminyum fabrikası, ziraat sanayii alanlarındaki kuruluşlar gibi…
Bütün bunların ötesinde bağımsızlık ve egemenliğin teyidi anlamına gelen ve Kurtuluş Savaşı’nın son düzlüğü diyebileceğimiz Lozan’da, emperyalizmin temsilcisi olan İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon İsmet İnönü’ye “Sen bana daha çok müzik kutusunu hatırlatıyorsun. Sen günlerdir aynı şarkıyı bizi bayıltıp hasta edene kadar çalıp duruyorsun: Bağımsızlık, bağımsızlık, bağımsızlık… Aldın. (…) Konuştuklarımızdan hiç memnun değiliz. Bunların hepsini cebimize atıyoruz. Yarın harap bir memleketi (Türkiye) imar etmek için önümüzde diz çöktüğünüzde bugün reddettiklerinizi teker teker çıkarıp önünüze koyacağız.” derken yine Sovyetler Birliği vardır Cumhuriyet’in yanında…
Truman Doktrini, Marshall yardımı ve NATO üyeliği ile birlikte emperyalizmin anti-komünist harekât alanı haline gelecek olan Türkiye’nin sermaye iktidarları ise Cumhuriyet’i kemirecektir; 2000’lerin bu günlerinde geriye hiçbir şey bırakmamacasına…
1900’lerin ilk çeyreğinde dünyanın bu tarafında emperyalist işgale karşı yürütülen kurtuluş savaşı ile kurulan Cumhuriyet ve onu destekleyen yegâne güç olan Sovyetler Birliği’nin bugüne kalan belki de tek anıtı ise 1928 yılında İtalyan Heykeltraş Pietro Canonica’ya yaptırılan ve iki genç Türk heykeltıraş Sabiha Hanım (Bengütaş) ve Hadi Bey’in (Bara) katkıları olan Taksim Cumhuriyet Anıtı’dır.
Bugün bizlere halkların kurtuluşu için en başa yazılması gerekenin, anti-emperyalizm ile birlikte emperyalizmin mutlak iş birlikçileri olan gericilik ve kan emici sermayeye karşı mücadele olduğunu hatırlatan bu anıttır.
Güneşin doğabileceği ufuk için ise Taksim Cumhuriyet Anıtı’nda sadece Mustafa Kemal ve İsmet İnönü’yü değil, General Mihail Vasilyeviç Frunze ve Mareşal Kliment Yefremoviç Voroşilov’u da görmek gerekir, hem de daha fazla gecikmeden.