Karşı devrim...

Cumhuriyet’in partisinin yönetimi “açılımlarıyla” bu oyunun parçası olma iddiasını sürekli tekrarlamaktadır. Kendisine eşlik eden, Cumhuriyet paradigmasıyla hesaplaşan başka unsurlar da elbette vardır. Bunların hepsi, altılı masayla sınırlı olmayan bir toplamdır ve söz konusu partinin son gol pasını alan AKP’nin koşusuna eşlik ettiklerini hiç zaman kaybetmeden açıklamışlardır.

Karşı devrim süreci bütün cepheleriyle düzen siyasetinin kutsallık atfettiği 2023’e yaklaşılırken hız kazanıyor; Kutsallık atfediliyor çünkü 2023’te, 100. yılında, Cumhuriyet’in tümüyle tasfiyesi hedefleniyor.

1980 sonrası sermayenin yeni birikim süreciyle birlikte ayağına takılacak her türlü siyasi, iktisadi, toplumsal “engel” için mıntıka temizliğinin unsurları o tarihlerden bugüne görevlerini yerine getirmeye kararlı bir biçimde yol alıyorlar. Bu cephe AKP ve MHP’den ibaret değil. Hatta biraz daha genişletelim, AKP ve MHP’nin içinden çıkan, AKP’nin içinden çıktığı unsurlarla da sınırlı değil. Toplumun algısında “sol” olarak kodladığı siyasi partiler ve hareketler de bu karşı devrim sürecinin parçası. Bu, son başörtüsü/türban gündemindeki açıklamalarla bir kez daha açık seçik ortaya saçılıyor.  Bu mıntıka temizliğinden ne kastediyoruz? Cumhuriyet’e dair ne varsa ortadan kaldırılması. Onun zeminin tamamen yıkılması, bütün kurumlarının ve değerlerinin tasfiye edilmesi…

Tarihi yapan sınıflar mücadelesidir. Bu mücadelede ileri doğru atılan adımlar, toplumları ileri doğru sıçratan devrimler işçi sınıfı, emekçi kitleler için kazanılmış mevzilerdir. Bu mevzileri ileri taşımak ise işçi sınıfı ve onun siyasi öznelerinin tarihsel görevidir. Bu bir kenarda dursun.

Dünya ve onunla birlikte Türkiye 1980’lerden, hatta 1970’lerin ikinci yarısından beri bir karşı devrim süreci yaşamaktadır. Dünyada sermayenin yeni birikim rejimi o yıllarla birlikte buna ihtiyaç duyuyordu. Türkiye’nin de bu karşı devrim sürecine iktisadi, siyasi ve toplumsal olarak eklemlenmesinin altına 1980 ile birlikte imza atılmıştır.

Pekiyi, bu imza neleri taahhüt etmiştir ve etmektedir? Hatırlamak önemli. Darbenin başı Kenan Evren’in, 1991’deki açıklaması bu taahhüdü açıkça ifade ediyor: “Eğer 24 Ocak kararları denen kararların arkasından 12 Eylül dönemi gelmemiş olsaydı, o tedbirlerin fiyasko ile sonuçlanacağından hiç şüphem yoktu. Böyle sıkı bir askeri rejim sayesinde o tedbirler meyvesini vermiştir”. Bir diğer açık ifade Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Başkanı Halit Narin’e aittir ve 12 Eylül 1980’nin hemen sonrasında sarf edilmiştir: “Bugüne kadar hep işçiler güldü, şimdi gülme sırası bizde”… Bu taahhüdün ipucunu ise 12 Mart 1971’in darbeci generali Memduh Tağmaç vermiştir: “Sosyal uyanış, ekonomik gelişmeyi aştı, önünü kesmek gerekir. (…) Sosyal uyanışın temelinde ekonomik nedenler aramak komünistlerin uydurmasıdır. Tüm olaylar anayasanın özgürlükçü özünden çıkmaktadır. Bu anayasa ve özgürlüğe açık yasalar değiştirilmeden olayların üstesinden gelinemez”. Bu sözler güçlenen işçi sınıfına, onun siyaset sahnesine örgütlü bir güç olarak çıkmasına, aydın hareketinin örgütlü yükselişine zemin hazırlayan 1961 Anayasası’nı hedef almaktadır. Arkasından 1982’de gelecek olan Anayasa, bu zemini ortadan kaldıracak ilk hamleyi yapacaktır. Sonrası, yıllar boyunca hazırlanan zeminin üzerine 2010 12 Eylül’ü ile devam edecek ve 2023’e yaklaşırken son goller arka arkaya atılacaktır. 1961 Anayasası’na küfür ile 1921 ruhunu çağırmak bunun ifadesidir… Demek ki, sermayenin önündeki bütün engeller temizlenecektir. Bütün direnç noktaları dağıtılacak, bütün siyasi, ideolojik ve kültürel referanslar silinecektir. Yani, yeni bir tarih yazımına ihtiyaç duymaktadır sermaye. İktisadi eklemlenme için siyasi ve toplumsal zemin uygun hale getirilecektir. Bu faaliyet iktisadi “yeniden yapılanmaya” eşlik edecektir. Emperyalizmin de “Yeşil Kuşak Projesi” ile hedeflediği böyle bir eklemlenme ve böylece yayılmadır.

1940’ların ikinci yarısıyla başlayan ve 1950’lerlerle güçlenen karşı devrim çıkışını atlayalım. En uzun soluklu karşı devrim sürecinden devam edelim… 1990’lara geçersek, Bugün 1950’lerin karşı devrimiyle cisimleşmiş olan Adnan Menderes’in yanı sıra rahmetle anılan Turgut Özal’a gelelim… Hani “solun” bir kısmının demokrasi kahramanı ilan ettiği Özal.  1. Körfez Savaşı sırasında “Irak Savaşına Amerikalıların yanında girersek bir koyar üç alırız” diyen ve dönemin ABD Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz’in “Bir demokrat olan Turgut Özal, halkının, Körfez Savaşından uzak durma tercihine rağmen, Amerika’yı destekledi” sözleriyle takdir ettiği Özal. “Benim memurum işini bilir”, “Ben zenginleri severim”, “Demiryolları Moskof işidir” diyen 24 Ocak kararlarının baş aktörü, MESS eski başkanı Özal. TCK’nın, Anayasa’daki laiklik ilkesini koruyan, tarikatların ve cemaatlerin örgütlenmelerini kısıtlayan 163. Maddesi’ni 1991 yılında kaldıran Özal.

“Demokratikleşme” ve “özgürlükler” işte böyle başladı ülkemizde. 1982 Anayasası yetmedi. 2010’da “yetmez ama evet”le ve boykotla yetmediği tescillendi. Sermayenin ve emperyalizmin ayağına takılacak her türlü siyasi, iktisadi, toplumsal “engel” için mıntıka temizliği sürdü, sürüyor. Mıntıka temizliği emekçi kitleler için kazanılmış mevzilerin yerle bir edilmesidir. Dolayısıyla, yaşadığımız topraklar için ileri bir sıçrama olan Cumhuriyet’in değerleriyle, kurumlarıyla, hafızasıyla tasfiyesidir.

2000’lere gelindiğinde mevziler hala dağıtılamamıştır. AKP ile 1923 rejiminin tasfiyesi hızlanacak, kurulan oyunda son gol bu unsurun ayağından çıkacaktır. Ancak, futbol bir takım oyunudur. Forvetin gol paslarıyla beslenmesi gerekir.

İşte son yirmi yıldır yaşanan ve artık son dönemecine girilen süreç budur. Cumhuriyet’in kurucu kadrolarının kurduğu parti de bir süredir forveti besleyen takımın parçası haline gelmiştir (Bizzat forvetin en yetkili ağzı tarafından da doğrulanmıştır), elbette oyunu bozacak, birileri çıkmazsa… O da bizim değil, söz konusu partinin kendi işidir. Burada sosyalistler dışında direnç gösteren, mevzileri savunan, kalenin önünde defansa geçen, karşı hücumu örgütlemeye çalışan başka bir siyasi özne olmadığını da tekrarlamak gerekir.

Sermayenin takımı oyunu neyin üzerine kurmaktadır? Cumhuriyet’in bütün değerleri ve kurumlarıyla tasfiyesi ve yerine kurulan rejimin restorasyonu hiç kuşkusuz. Burada Cumhuriyet değerlerinin, laikliğin, esas olarak emekçi kitleler için önemli olduğunu ve bu tasfiye sürecinde laikliğe dönük saldırıların önemini vurgulamak gerekir. Laiklik dünyayı ve yaşamı anlama, idrak etme ve değiştirme, dönüştürme iradesidir, özgürlük de burada başlar. Kırılmak istenen irade budur. Tarihsel olarak sola ait olan değerler bu iradeyle var olmuş ve güçlenmiştir. Bu iradenin kırılması, sola ait değerlerin toplumsal hafızadan silinmesi demektir. “Çatışmayı ve ayrışmayı engelleyerek toplumsal uzlaşma sağlamak”tan kasıt da işte yukarıdaki satırlarda bahsettiğimiz tarihi yazarken bizim sınıfın burjuvazi ve onun aktörlerine uyumu ve teslimiyetidir. Çünkü tarihi sınıflar mücadelesi yazar. Ve bu mücadelede sevgili Metin Kurt’un deyimiyle atılan hiçbir şutun emekçilerin kalesine girmemesi önemlidir bizim için.

Şimdi gelelim son gelişmelere… Cumhuriyet’in partisinin yönetimi “açılımlarıyla” bu oyunun parçası olma iddiasını sürekli tekrarlamaktadır. Kendisine eşlik eden, Cumhuriyet paradigmasıyla hesaplaşan başka unsurlar da elbette vardır. Bunların hepsi, altılı masayla sınırlı olmayan bir toplamdır ve söz konusu partinin son gol pasını alan AKP’nin koşusuna eşlik ettiklerini hiç zaman kaybetmeden açıklamışlardır.

Şimdi kronolojiye bakalım ve bütün bunların bir tesadüf olmadığını görelim.

2010, 12 Eylül referandumu öncesinde CHP’nin başına taze gelmiş genel başkan, “türbanı biz çözeriz” diyerek başlangıç yapmış, hemen referandum sonrası “cemaatlere saygılıyım, yeter ki siyasallaşmasınlar”, “Laikliğin tehlikede olduğunu düşünmüyorum. Din alanında özgürlükleri daha da genişletmek gerekir” çıkışlarını yapmıştır. Türbanın kamusal alanda serbest olması için yolu açtığını ilan etmiştir.

2011 yılında CHP Parti Meclisi üyesi Bülent Kuşoğlu Zaman gazetesine verdiği bir röportajda “Tekke ve zaviyelerin tarih boyunca Türklük ve İslamiyet’in aktarılmasında çok önemli roller oynadıklarını, kapatılmalarının toplumu yozlaştırdığını, Devrim Kanunları ile bu kurumların kapatılmasının topluma zarar verdiğini” söyleyebilmiştir. 2022 yılında bu partinin İstanbul milletvekili Turan Aydoğan aynı kanunla ilgili “kadüktür” diyebilmiştir. Ekmeleddin vakasından herhalde bahsetmeye gerek yok.

2015 yılında HDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan, tekke ve zaviyelerle ilgili yasakların kaldırılması durumunda, ‘Nakşibendîlik, Kadirilik, Halvetilik, Uşşakîlik, Cerrâhîlik, Şâbânilik, Sa’dîlik gibi Sünnî tarikatların’ dini değerlerini özgürce yaşayacaklarını savunurken “Tevhidi Tedrisat yasasıyla birlikte devletin aynı zamanda ‘dini kontrol altında tutma’ yönünde bir politika geliştirdiği görülmektedir (…) Bu yasa günümüzde anlamsızlaşmıştır.” diyerek tekke ve zaviyelerle ilgili kanunun yürürlükten kaldırılması için kanun teklifi vermiştir. 2022 yılına gelindiğinde Şeyh Sait ve Said-i Nursi gibi gerici ve işbirlikçi isimlerden kahraman çıkarmaya uğraşan aynı partinin sözcüleri CHP’nin açtığı alanda “yasal ve anayasal değişikliğe biz varız!” diyerek hızla yer tutmuşlardır. Gerici cenahın bütün temsilcilerince yıllardır şu ya da bu vesileyle kadınlara “örtünün” dayatması artık temsiliyetini, sözcülüğünü genişletmiş, çeşitlendirmiştir.

Bütün bu süre boyunca siyasetin dili sadece AKP ile sınırlı olmayacak biçimde değişmiştir.

Söz ettiğimiz cephe, her işe “Allah’ın izniyle” soyunurken, Cumhuriyet’e dair ne varsa “helalleşerek”, yani bir daha o referanslara geri dönmemek üzere, yoluna devam etmektedir. İşte bu son hamle ya da gol pası bu helalleşmenin en yüksek aşamalarındandır. Takımın forveti son hamleye ya da gol pasına “aileyi güçlendirme”, “aile fıtratını koruma” ifadelerini de içerecek şekilde türbanı güvenceye alacak, laikliği anayasal olarak da bitirecek bir atakla cevap veriyor.

Alevi yurttaşlarla ilgili her iki “tarafın” da işi ileriye götürmesi, tekke ve zaviyelerle ilgili kanunun da ortadan kaldırılma hedefinin ipuçlarını veriyor. Yani mesele cem evlerinin nereye bağlanması gerektiğinin çok daha ötesinde ve tehlikeli bir hale geliyor. Zaten iktisadi, siyasi ve toplumsal olarak güçlenmiş olan, bürokrasiye yerleşmiş olan tarikat ve cemaatlerin önündeki bütün engellerin kaldırılmasına doğru koşuyorlar.

Durum ortada. Karşı devrim süreci Cumhuriyet’in yüzüncü yılında işi bitirmek üzere işliyor, Cumhuriyet’ten geriye hiçbir şey bırakmamacasına… Bu sürecin aktörlerinin sadece 20 yıllık iktidar olduğunu düşünmek ise artık en hafif tabirle aymazlıktır. Cumhuriyet’in bütün kurumları paramparça olmuş, tasfiye edilmiştir. Oysa Cumhuriyet değerleri bizler için mevzidir. CHP’li değiliz, ancak, Kurtuluş Savaşı’nın ve Cumhuriyet’in kurucu kadrolarının partisi de bu tasfiye sürecinden payını alacaktır, görünen köy kılavuz istemez. Bunun kimin eliyle yapıldığı ise ortadadır.

Ancak, Cumhuriyet değerleri ve başta laiklik, söz konusu partinin tekelinde değildir. Kadınlar ve emekçi sınıflar için tarihin, yani sınıflar mücadelesinin ortaya çıkardığı bizim sınıfın kazanımı, mevziidir. O yüzden, o mevziiyi koruyacak, bizim mıntıka temizliğimizi yapacak, o kazanımı yeniden elde ederek bir kuruluşu gerçekleştirecek olan da emekçi sınıflar ve en önde de kadınlar olacaktır.