ABD seçimleriyle belirginleşen totoloji: Yükselen sağ-yüzünü sola dönenler

Yazarımız Murat Yurttaş ABD seçimlerini analiz ettiği yazısında mücadelenin geleceğine dair düşüncelerini kaleme aldı.

ABD seçimleri tamamlandı. Hiç beklenmeyen gerçekleşti. Cumhuriyetçiler tarihlerinin en önemli seçim zaferlerinden birini yaşadılar. Nedenleri daha uzun süre konuşulacaktır.

Seçimlerden önceki son on gün içerisinde Hillary Clinton’ın gizli olduğu iddia edilen elektronik postaları açık sunuculardan paylaşması skandalıyla ilgili olarak FBI Direktörü’nün tekrar soruşturma açılabileceğini Kongre’ye bildirmesinin ardından yaşadığı gerilemenin durduğu düşünülmüştü. Bir kaç eyalette sonuçları öngören anketler olsa da ülke çapında kimsenin beklenmediği bir sonuç olduğu açık.

Sonuçta seçimin kaderini belirleyen eyaletlerden Wisconsin 1988’den ve Michigan ile Pennsylvania 1992’den beri Demokrat Parti’ye oy veriyordu. Hillary Clinton, Barack Obama’nın 2012 seçimlerinde aldığı oyla kıyaslandığında sırasıyla 240 bin, 300 bin ve 145 bin oy kaybetti. Bu oylardan sırasıyla toplam oyların yüzde 1’i bile olmayan 28 bin, ancak binde 3’üne yaklaşan 12 bin ve yüzde 1’inden biraz fazla olan 69 binini alarak “mavi duvarı” koruyabilmiş olsaydı bugün çok farklı bir tabloyu değerlendiriyor olacaktık. Dolayısıyla ABD seçimlerine ilişkin değerlendirmelerde bu küçük farkların belirleyici olduğu bilinmeli.

Sonucun beklenmemesi, Donald Trump’ın adaylığının kendi partisi ve büyük sermaye tarafından neredeyse hiç desteklenmemiş olması, seçimlerden sonraki “piyasa” tepkisi gibi verilerden Trump’ın başkanlığının da böyle geçeceği anlamını çıkartmamak gerekiyor.

Tersinden “balkon” konuşmasında Trump’ın tonunu düşürmesi, ekonomi ekibinin içerisinde “müesses nizamın sütunlarından” Goldman Sachs’te milyonlar kazanmış bir iki kişinin olduğunun reklam edilmesi gibi şeyler de Trump’ın kampanyasını basitçe bir oyuna indirgemeyecektir.

Trump’ın üzerine bindiği siyasi taleplerin gerçek sorunlara işaret ettiği bilinmeli. ABD’de idari birimlerin yüzde 93’ünün ekonomik olarak 2008’deki düzeyde veya daha gerisinde olması, gelir dağılımındaki adaletsizlik, uluslararası ticaret anlaşmaları ile ABD sanayisinin daha ucuz işgücüne erişim için başka ülkelere gitmesi, daha iyi bir yaşam umuduyla en çok ABD sermayesi tarafından sömürülen ülkelerinden kaçıp gelen göçmenler nedeniyle ücretlerin düşmesi, en uzun istihdam artışı dizisinin aynı zamanda çok yavaş bir oranda olması, ne Afrikalı Amerikalılar açısından ne de genel olarak özel bir artış olmasa da yüksek suç ve polis şiddeti gibi önemli toplumsal sorunlara düzenin gerçek cevaplar üretememesi karşısında “müesses nizam”a olan tepki gerçek.

Ama Trump sonuçta şov dünyasının da bir aktörü olan bir emlak milyarderi. Dolayısıyla “müesses nizam” ile kavgası ancak bir haşarı çocuk düzeyinde olabilir.

Demokratların, düzenin sahibi edalarıyla, Hillary Clinton ve Barack Obama’nın ağzından seçim sonuçlarının kabul edilmesine, Bernie Sanders’ın birlikte çalışabiliriz ifadelerine ve halef ile selefin görüşmelerine bakılınca da düzenin Trump ile uyumu bir şekilde bulacağı da söylenebilir. Zaten kendi partisinin merkeziyle kavgalı olan Trump’ın Kongre çoğunluğunu hareket ettirebilmesi için kampanyasında ortaya koyduğu tabloyu da törpüleyeceği öngörülebilir.

Son bir not olarak, Trump’ın başkanlığına karşı yapılan protestoların ise Sosyalizm ve Kurtuluş Partisi gibi sol odakların yönlendirebildiği ölçüde ilgi çekici sonuçları olabilir.

* * *

Seçim sonuçları ile ilgili iki önemli noktanın, genel olarak düzenin yaşadığı tıkanıklığa üretilen cevapların sola sağlayabileceği imkanların değerlendirilmesi gerektiği ve ABD özelinde iki partili sistemin geleceğine dair belirsizlik olduğu söylenebilir.

İkinciden başlayalım. Seçime katılım oranının yüzde 50’lerde gezdiği ABD’de Demokratların 8 yıl önce 70 milyona yaklaşan oyu 60 milyonun altına düşerken Cumhuriyetçilerin seçim zaferine rağmen parti yönetimiyle parti tabanını oluşturan Çay Partisi kitlesinin arasında bir “uçurum” ile çıkmış görünüyor.

Demokratların başkanlık ve Senato’da çoğunluk için besledikleri büyük umut esas olarak son iki seçimde sandığa taşıyamadıkları kitlenin büyümesiyle duvara toslamış oldu. Öte yanda ise Cumhuriyetçi Parti’nin tavanı ve tabanı arasındaki farklılaşmanın sürdürülebilir olmadığı ve kavga görüntüsü verilmemeye çalışılacağı açık. Yine de Trump’ın, bazıları önemli sayılabilecek politika değişikliklerini hayata geçirse dahi görece kolay şekilde uzlaşmasının, bu farklılaşmayı ortadan kaldırmayacağı söylenebilir.

* * *

Gelelim esas meseleye.

Düzen tıkanıklık yaşıyor. Son büyük ekonomik krizin etkileri hafifletilse de gerçek bir çıkış yakalanamıyor. Tüm kaynaklarını sömürdükleri, savaşlarla öldürdükleri ve bunun için diktatörlerle ve modern dünyanın gördüğü en vahşi katil sürüleriyle işbirliğine girmekten çekinmedikleri ülkelerden yaşayabilmek için kaçan göçmenlerden korkuyorlar. Çok uluslu şirketlerin ülkelerin gelirlerini aşan karlarına karşılık kendi ülkelerinde dahi gençlerin işsizlik ve umutsuzluktan kurtulmasını sağlayamıyorlar.

Kapitalizm yeni bir hikaye yazmakta zorlanıyor. “Dördüncü sanayi devrimi” kampanyasının ise şimdilik rüzgar yaratamadığı açık. 1990’lardaki zafer çığlıkları artık çok gerilerde kaldı. “Küreselleşen” dünya sadece sermayeye sınırsız serbestlik sağlayabildi, sağlayabiliyor.

Tüm bunların sonucunda yaşanan yıkımlara düzenin iki “geçici” cevap ürettiği görülüyor. Birincisi sosyal demokrasinin çözüldüğü veya inandırıcılık sorunu yaşadığı durumlarda Yunanistan’da SYRIZA, İspanya’da PODEMOS, İngiltere’de Jeremy Corbyn, ABD’de Bernie Sanders gibi “sol” çıkışlar. İkincisi merkez partilerinin fazla hareket etmediği durumlarda, Almanya’da Almanya için Alternatif, İngiltere’de Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi ve ABD’de Çay Partisi gibi sağ popülist hareketler.

Somut örneğimizden devam edersek, ABD’de Sanders ve Trump, “müesses nizam”a karşı siyasallaşmamış ve örgütsüz tepkileri arkalarına aldılar. Ekonomiyi hareketlendirmek için en temel araç olarak altyapı yatırımlarını ortaya koydular. Dış politikadaki sorunlara karşı yeni önermeler getirdiler. Elbette sosyal politikalara karşı piyasanın her şeyi halledeceği miti onları ayırsa da son noktada vaatleri, düzen için zaman kazanmaktan ibaret. Örneğin, altyapı inşaatlarının taşra bölgelerinde yoğunlaşacağı düşünüldüğünde geçici de olsa kısa sürede bol miktarda iş yaratılacağı ve ayrıca ekonomiyi canlandıracağı açık.

Tüm bu ve benzeri “siyasi çözüm”lerin neticede gelir dağılımını düzeltme ve eski mutlu günlere dönme vaatlerini yerine getirmekte başarısız olduğu ve olacağı söylenebilir. Bu durum kapitalizmin düzeltilmesinin mümkün olup olamayacağına ilişkin teorik bir tartışmanın ötesinde bu vaatlerin gerçekte olmaması nedeniyle de böyle.

Sağın cahil, yobaz, görgüsüz, aptal yığınlara karşı “sol”un iyi, zeki, güzel insanları bir araya getiriliyor. Bu arada toplum kendilerini aynı sistem tarafından dışlanmış hisseden, ülkesine yabancı hisseden ve birbirlerinden nefret edip yan yana dahi gelmeden yaşayan iki gruba ayrılıyor. Bu durumu değiştirmemiz gerekiyor. Bu durumu değiştiremediğimiz sürece 2010’ların düzen siyasetine damga vuran bu akımlar gerçek bir sol alternatifin çıkmasını engellemeyi sürdürecekler.

Tüm bunlar, “yükselen sağ”, “faşizm geliyor” tezlerinin de “yüzünü sola dönenler” tezlerinin de aynı yerden beslendiğini, sağın ve solun aynı şeyleri söylediğini ve aslında birer totoloji olduklarını ortaya koyuyor.

Bu iki grubun solu dinlemesi ve böylece birbirlerini dinlemesinin yolunun açılması için de solun bu totolojik tezlerden kurtulması bir zorunluluk. Bunu yapamadığımız sürece “en geniş birliktelikler” içinde yalnızlaşmayı sürdürmek dışında bir olasılık olmadığı açık.

Yine açık ki, geniş kitleler açısından hor gördüğümüz yolların, köprülerin, inşaatların somut olarak vaat ettiği şey iş. Bunun ötesinde söylediklerimiz ise bir hayale indirgeniyor. Dolayısıyla, sabırlı ve ısrarcı olmakla başlayıp, güç biriktirerek, ilerleyerek bir siyasi hattı büyüteceğiz.

Düzenin uyduruk alternatifleriyle geçici çözümler olmayacağı gibi düzenin bir parçasına karşı mücadele etmenin düzen açısından bir önemi olmadığı da görülmeli. Ne yerellerden diyerek ne dayanışma modelleriyle burjuvazinin ve devletinin imkanlarıyla mücadelenin de imkanları bulunmuyor.

Dolayısıyla kolay bir yol yok. Tatava yapmadıkça karşınıza çıkan 14 yıldır yaşadığımız, Amerikalıların içine şimdi düştüklerini sandıkları şey bugün düzenin ta kendisi ve onu değiştirecek kudret her zaman olduğu gibi fabrikalardan yükselecek.

ABD seçimlerinden çıkartılması gereken tek dersin, anlaşılması gereken tek verinin bu olması yeterli.