Ankara: Bir toplum, kent ve mimarlık öyküsü-II

Cumhuriyet Türkiyesi’ni ve siyasî iktidarın merkezi “Başkent Ankara”yı kent ve mimarlık bağlamında ele alan değerlendirme...

Ankara: Bir toplum, kent ve mimarlık öyküsü-II

Emperyalist devletlere karşı verilen Kurtuluş Savaşı’nın sonunda “ulus kimliği” ile “yeniden inşa” edilmeye başlanan Cumhuriyet Türkiyesi’ni ve siyasî iktidarın merkezi “Başkent Ankara”yı kent ve mimarlık bağlamında ele almak gerektiğinden önceki yazımızda söz ettik.

Altı ay içerisinde üç katliamın yaşandığı Ankara’da, günlük yaşamın geçtiği kent ortamında mimarlık ve tasarım anlamında söylenebilecek çok şey kalmıyor gibi görünüyor ilk bakışta.

Ancak tersi bir biçimde, bu yakıcı durumun tam da kendisi kent ve mimarlıkla ilintili olarak karşımızda duruyor. Yaşamın ve üretim işlevlerinin sürdüğü –sürdürülmeye çalışıldığı– mekânların, kentin, kent merkezinin, meydanların, parkların, kentsel odak noktalarının ve hatta bunları tanımlayıp bütünlük oluşturan yontuların üzerinden ilerleyelim. Kentin, planlama sonucunda geliştiği ve planlı kentin de mimari tasarım ve diğer öğelerle tamamlanarak toplum bilincini etkilediğini, bu bağlamda kentin, olguların nesnesi olarak değil de olgu ve olaylara zemin hazırlayan öznelerden biri olduğunu söyleyebiliriz.

Bu söylediklerimizi örneklendirebilmek için “kent olarak Ankara”nın, nasıl biçimlendiğini kavramamız ve dönemler boyunca süregelengelişimine kısaca bakmamız gerekiyor.

Ancura’dan Ankara’ya

Günümüze kadar; Hitit, Frig, Pers, Roma, Bizans, Selçuk ve Osmanlı gibi çağının büyük uygarlıklarına evsahipliği yapmış olan Ankara’nın tarihi Taş Devri’ne kadar uzanıyor. Kral Midas zamanında en parlak dönemini yaşayan Frigyalılar’ın başkenti Gordion, Sakarya Nehri ve Ovasının hemen doğusunda kalması nedeniyle kendidöneminde stratejik öneme sahip Polatlı’nın hemen yakınlarında kurulmuş; arkeolojik bulgulara göre, Frigyalılar’a ait olduğu belirlenen sikkelerde “ancura (ankura)” denen “gemi çapası” betimlenmiş ve kent, bu isimle anılagelmiştir.Emperyalizme karşı kazanılan Kurtuluş Savaşı’nınöncesinde ancak30 bin kişilik bir yerleşim olan Ankara, hem mücadele hattının en sıcak olduğu Batı Anadolu’ya yakın olması, hem Anadolu’nun merkezinde olması, hem de ulaşım yollarının kesişiminde bulunması nedeniyle, bu mücadelenin komuta ve yönetim merkezi biçimini almaya başlamıştır.

Anadolu’nun emperyalist işgalden kurtulması sonrasında Ankara, biçimlenmeye başlayan yeni düzenin de karargâhı olmuştur.

Avrupalı ve modern bir ulus kimliği

Simgesellik üzerine inşa edilen “Yeni Ulus”a dair söylenebileceklerin bir bölümünü önceki yazımızda söyledik. Bu yazımızda ise “Ulusal Mimarlık Dönemi” sonrasında “planlı” olarak gelişen Ankara’ya başka bir bakış açısı geliştirmeye çalışacağız.

Cumhuriyet’in ilk dönemindeki ekonomik ve teknik altyapı yoksunluğu, kendisini bilgi alanında da gösterdiğinden Yeni Cumhuriyet’in “ulus kimliği”ni inşa etme çabaları, özellikle 1927 sonrasında Osmanlı Döneminde yetişen kadroların terkedilmek istenmesiyle belirginleşmiş, “Avrupalı ve modern” bir kültürün de inşası için çeşitli girişimlerde bulunulmuştu.

Ekonomik, stratejik ve ideolojik nedenlerden dolayı merkez olarak seçilen ve başkent ilân edilen Ankara, modern Türkiye’nin de yüzü olacağından, Ankara, “bir Avrupa başkenti” olarak kurgulanmıştı. [1] Kısıtlı olanaklar içerisinde; yüzyıllar boyunca inancı istismar edilmiş, metafizik kavramlar dayatılarak düşünme becerisi unutturulmuş ve geri bırakılmış bir toplum mirasından “çağdaş uygarlık düzeyi”nde bir toplum yaratabilmek için, ekonomiyi olduğu gibi kentleri de planlı bir hale getirmek gereksinimi ortaya çıkmıştı.

İzmir İktisat Kongresi’nde ilkesel kararları alınan halkçı ve kamucu politikalar somut karşılıklarını bulmaya başlamıştı. Kentler yeniden inşa edilmeliydi ve modern Türkiye’nin başkenti de modern olmalıydı.

Başkent Ankara’nınplanlı gelişimi için 1924-25 yılları arasında Kent Plancısı Lörchertarafından hazırlanan ve bu adla anılan LörcherPlanı’nın yetersiz kalması üzerine, Ankara Şehremaneti (Belediyesi) 1928 yılında bir yarışma düzenler ve dönemin,alanlarında uzman kent plancıları; LeonJausseley, Joseph Brix ve HermannJansen davet edilir. Yarışmada kent nüfusunun 50 yıl içinde 300.000 olacağı varsayılarak planlama yapılması istenir ve yarışma sonucunda HermannJansen’in önerisi kabul edilir.

jansen-1

Jansen Planı, 1928

Jansen Planı [2]’nın çerçevesi; kentin büyümeye açık olan güney yönünde bir omurga oluşturarak araç ve yaya dolaşımını belirlemekti. Bunu yaparken de, tarihî Ankara Kalesi kent içinde bir odak noktası, yakın çevresi ise bir rekreasyon alanı olarak düşünülecekti. Simgesellik açısından bakıldığında ise, Çankaya’da yer alacak Cumhurbaşkanlığı Köşkü ile Ulus’ta yer alan Meclis, Devlet ve Halk arasında hem bir ikilik hem de bir bütünlük oluşturacaktı. Bu iki noktayı birbirine bağlayan Atatürk Bulvarı üzerinde yer alan Bakanlıklar da, kurumsal bir aygıt olan Devlet’i mekânsal anlamda bütünleştirecekti. Planlama tamamlanmış, omurga çakılmıştı. HermannJansen’in 1928’de uygulanmaya başlanan ve 1932’de tamamlanan Ankara İmar Planı’nın içinin doldurulmasına gelmişti sıra: Kent tasarımı yapılmış, şimdi sıra mimarî tasarımın yapılarak fizik-mekânın biçimlendirilmesine gelmişti.

Osmanlı’nın son döneminde kamu yapılarının tasarımında belirgin bir biçemi izleyen mimarların “akım”a dönüşen üretimleri terkedilmeye başlanmış, Kemaleddin Bey’lerin, Vedat Tek’lerin“ Ulusal Mimarlık Dönemi” sonlanmaya başlamıştı. Profesör HermannJansen, “Cumhuriyet Başkenti”nin planlamasını yapmıştı, devlet ideolojisinin yansıması olacak yapıların tasarlanması için de Avusturyalı mimar Clemens Holzme ister başta olmak üzere Nazi baskısından kaçan ve alanlarında deneyim sahibi meslek insanları Türkiye’ye davet edilmişti.

holzmeister-1

Günümüzdeki TBMM; Holzmeister, 1938

1930’lu yıllarda yükselişe geçen faşizmin, meslek insanlarının olanaklarını kısıtlamasından ve siyasî iktidarın “Batılı ve Modern” bir kültür yaratmayı istemesinden dolayı bu dönemde özellikle Almanca konuşan mimarların etkinliği oldukça fazla olmuştur. Devlet’in kurumsal yapısını mimari mekâna dönüştürme olanağını bulan mimar ClemensHolzmeister, bu dönemin en önemli mimarıdır. Mimar, Ankara’da; Milli Savunma Bakanlığı (1927-31), Orduevi (1930-31), Cumhurbaşkanlığı Köşkü (1930-32), İçişleri Bakanlığı (1930-34), Merkez Bankası (1931-33), Bayındırlık ve İskân Bakanlığı (1933-34), Yargıtay (1933-35), Emlak Kredi Bankası (1934-35), Ticaret Bakanlığı (1934-35), Harp Okulu (1935) ve TBMM (1938-63) gibi önemli yapıların üretimini gerçekleştirmiştir.

Devlet Başkanı konutu, ulusal meclis, askerî yapılar, bakanlıklar ve banka yapıları gibi; modern-ulus devletin en önemli unsurlarının mekânsal üretimini yapma olanağını bulan Holzmeister’i ayırt etmemizi sağlayan biçemi; anıtsal klasikçiliği,modernist ve minimal çizgilerle yorumlayabilmiş olmasıdır. Osmanlı yapı kültürünün izlerinin çok belirgin olduğu 1923-1928 arası dönemin ardından Alman ekolünden gelen mimarların Ankara başta olmak üzere 1928-1938 arasında büyükkentlerde gerçekleştirdikleri tasarımları da 2’nci Ulusal Mimarlık Dönemi olarak anılmaktadır. Büyük bölümü günümüze kadar ulaştığından ve Türkiye siyasî tarihinde önemli yer tutan bu yapılar,yaşanan önemli olayların mekânları olduklarından, toplum belleğinde de büyük yer tutmaktadır.

Yığın yığın, kat kat, mermer, beton ve asfalt…

Alman ekolünden mimar ve plancıların biçimlendirdiği modern Cumhuriyet başkentinin yapıları ve meydanları kadar önemli diğer öğeleri de, bu kentin meydanlarını tanımlamaktan daha fazlasını yapan “heykel”ler; diğer deyişle “yontu”lar.

Osmanlı’dan kalma gerici değer yargılarının yıkılmasının bir yolu, halkı, o güne kadar neredeyse hiç bilinmeyen heykellerle tanıştırmak ve yaşam alanlarının içindeki somut ürünlerle Cumhuriyeti yüceltmekti. Uzun yıllar boyunca “günah” olarak anılan resim sanatının halk üzerinde birdenbire büyük bir etki yaratması beklenemediğinden, yeni biçimlenen kentte; hem “Kurtuluş Savaşı”nıgelecek kuşaklara aktarıpCumhuriyeti yüceltecek hem de kentleşme ve planlamayı tamamlayacak olmalarından dolayı anıtsal heykeller yapılmaya başlanmıştı.Başlıcaları, Ulus Meydanı’ndaki Zafer Anıtı [3]ve Mareşal Mustafa KemalAnıtı[4] olan bu heykel yapıları; bir yanda toplumu sanatla tanıştırıyor, diğer yanda da Mustafa Kemal başta olmak üzere Cumhuriyet’in öncü kadrolarının emperyalistlere ve onun yerli işbirlikçilerine “biz buradayız!” mesajı vermesini sağlıyordu.

ulus-zafer-aniti-3

Zafer Anıtı; Ulus Meydanı, Ankara, HeinrichKrippel, 1927

1925 yılında Yenigün gazetesi öncülüğünde Kurtuluş Savaşı Kahramanları anısına uluslar-arası bir yarışma açılır. Yarışmada 1’inci olan Avusturyalı heykeltıraş HeinrichKrippel’eTürkiye Hükumeti tarafından ısmarlanan heykeller, 1927’de tamamlanır, o dönemde “Hâkimiyet-i Milliye Meydanı” ve “Millet Meydanı” olarak anılan Ulus Meydanı’na yerleştirilir. Anıtkabir yapılıncaya dek, resmi törenlerin yapıldığı alan olması nedeniyle daha da büyük önem kazanan Ulus Meydanındaki bu anıtta; toplamda dört figür yer almaktadır. Mermer kaide üzerinde “Sakarya” adlı atı ve askeri üniformasıyla Mustafa Kemal betimlenir. Daha önce üretilmiş “cephede emir veren” komutan yerine, “yüzünü batıya dönmüş” ve “kendinden emin” bir anlatım vardır. Alt bölümü daha geniş, üst bölümü ise daha dar olan mermer kaidenin piramidal yükselişi ise Cumhuriyet’in öncüsünü yüceltme anlamları taşımaktadır. Kaidenin ön (Batı) bölümünde yer alan iki asker ve arka (Doğu) bölümünde yer alan Türkiye kadını; Kurtuluş Savaşı’ndaki dayanışmayı ve bütünlüğü simgeler.

sihhiye

Mareşal Anıtı; Atatürk Bulvarı, Sıhhiye, Pietro Canonica, 1927

Ulus Zafer Anıtı’yla benzer tarihlerde açılan bir diğer anıt ise, Sıhhiye’de yer alan ve “Mareşal Anıtı”olarak bilinen Sıhhiye Zafer Anıtı. Taksim Cumhuriyet Anıtı’ndaki heykellerin de yontucusu olan PietroCanonica’ya yaptırılan bu anıt, diğer anıtlarda olduğu gibi bir meydanı tanımlamak yerine, Ulus’u Çankaya’ya bağlayan Gazi Mustafa Kemal Bulvarı (bugünkü adıyla Atatürk Bulvarı) üzerinde yer alıyor. Tören üniforması ve kılıcıyla bir “geçit töreni” izlenimi yaratmayı amaçlayan bu yontu, Mustafa Kemal’i “tek adam” olarak vurguluyor ve buna bağlı olarak da pek çok eleştiriye maruz kalıyor.

Cumhuriyet’in ve “Yeni Ulus”un inşa sürecinde Ankara’nın, mimarlık ve kent üzerinden nasıl biçimlendirilmeye çalışıldığı, bu dolayımların da toplum ve insan bilincini nasıl etkilediği üzerinde durmaya çalıştık.

Günümüzde “bombaların biçimlendirdiği”, olağan koşullarda ise planlama ve tasarım ile üretilen, hem öznesi hem de nesnesi “insan” olan kent yaşantısını ve kentin insan üzerinde bıraktığı etkiyi bakın Nâzım Usta nasıl anlatıyor:

“Issızdı caddeler:
belki erken
belki geç
belki ölü bir saat,
belki duvarların arasına çekilmiş hayat.
yığınyığın
kat kat
mermer
beton
ve asfalt.
ve heykel
ve heykel
ve heykel,
insan yok fakat.
ve sonra bozkır:
en beklenilmedik yerde
ve her şeye rağmen
şehrin içine kadar giren,
ve sonra derhal toprağın sonsuzluğu…”
[5]

* * *

[1]: http://www.goethe.de/ins/tr/ank/prj/urs/trindex.htm

[2]: http://architekturmuseum.ub.tu-berlin.de/index.php?set=1&p=79&Daten=153603

[3]: https://tr.wikipedia.org/wiki/Ankara_Zafer_An%C4%B1t%C4%B1

[4]: https://tr.wikipedia.org/wiki/Mare%C5%9Fal_Atat%C3%BCrk_An%C4%B1t%C4%B1

[5]: Memleketimden İnsan Manzaraları; Nâzım Hikmet Ran, YKY, 15.Baskı, İstanbul, 2008.