Devrimi İnşa Etmek
Evrimin uzun süren doğasına karşın, hızlı, keskin bir geçişi, değişimi, dönüşümü ifade eder Devrim sözcüğü.
Evrimin uzun süren doğasına karşın, hızlı, keskin bir geçişi, değişimi, dönüşümü ifade eder Devrim sözcüğü. Siyasi olarak da yerleşik toplumsal düzeni değiştirme ve yeniden biçimlendirmeyi; var olan ve eskimiş-köhnemiş yapıyı yıkıp yerine yenisini inşa etmeyi anlatır.
Peki, bu sihirli sözcük herkes için aynı anlama mı gelmektedir, ya da bir başka deyişle, devrimden neyi anlamamız gerekir?
Marks’ın, Engels’le birlikte 1848 yılında yazmış olduğu Komünist Parti Manifestosu, bizim devrimimizin ilkelerini nedenleriyle birlikte ortaya koymaktadır. Lenin’in öncülüğünde gerçekleşen 1917 Ekim Devrimi ise, sınıfsız-sömürüsüz dünyanın inşa sürecinin başlangıcı olması yönünden anlam kazanmaktadır. Her devrimin aynı anlama gelmediği bir ortamda, Marks ve Engels ile Lenin’in ilke ve düşüncelerini benimseyen, insanlığın komünizme ilerleyen tarihsel yürüyüşünde sosyalizmin inşasının başlangıcıdır bizim “Devrimimiz”. Tarihsellik gereği şunu da belirtmek gerekir ki, devrimlerin gerçekleşeceği koşulları bir anda var olmayacaktır. Bu bağlamda devrimin kendisinin edilmesi gerekmektedir.
İster somut, ister soyut olsun; her yapı [1], belirli-tanımlı bir amaca yöneliktir. Buna göre, her yapının belirli işlev bağıntıları (fonksiyon şeması) vardır. Bu bağıntıların değişmesi durumunda işlevler aksar ve gerçekleşemez duruma gelir. Aynı zamanda bu işlevlerin konumsal/mekânsal karşılığını oluşturan yatay ve düşey ilişkiler vardır. Bu ilişkiler, ideolojilerden bağımsız düşünülemez. Kapitalizmin rekabetçi ve müsrif doğasıyla insanı yalnızlaştıran bireyselcilik anlayışının, yaşam ve üretim mekânlarında kendisini ortaya koyduğu gibi, sosyalizmin de kendisini yaşam ve üretim mekânlarında örgütlemesi gerekmektedir. Lefebvre’in deyişiyle, “Her toplum ve üretim tarzı kendi mekânını üretir”[2]
Bir “yapı” olarak Sosyalizm
Lefebvre’in önermesini bir adım ileriye taşıyarak, hem sosyalizmin kendisini bütün bileşenleriyle bir yapı olarak düşünebilir, hem de sosyalist üretim tarzının, yaşam ve üretim işlevleri başta olmak üzere, kendi mekânlarını üretmesi gerektiği çıkarımını yapabiliriz. O zaman devam edelim:
Sosyalizm bir yapıdır ve yapılar inşa edilir. İnşa edilecek olan her yapı, inşa edileceği zemin ve çevre koşulları gözetilerek tasarlanır, planlanır ve üretilir. Üstyapının bütün yükünü temel taşıyacak olduğundan, üstyapının tasarımı tamamlanmadan temelin ne kadar yük taşıyacağı bilinemez. Geçmişin katmanlarından oluşan zemininiz sağlam değilse, yapınızı konumlandıracak temeli bile yapamazsanız. Buna göre; tarihsel altyapıdan güncel üstyapıya kadar bütün ayrıntılar, yapının inşası başlamadan önce bilinmeli, öngörülebilmelidir.
Yapıları ayakta tutan, taşıyıcı sistemleridir. Sistemdir, çünkü belirli ilke ve etkileşim dizgeleri üzerine kurgulanır, her taşıyıcının uzamda tanımlı biri diğerine indirgenemeyecek tikel bir konumu ve yük taşıma sınırı vardır. Eğer “sistem” denilen bileşkeyi kurgulamak istiyorsanız, her bileşeni doğru işlev için doğru ilişki ağında konumlandırmanız gerekir. Yapının ağırlık merkezi çekirdekte olmalı, dış ortam koşullarıyla sürekli etkileşimde bulunan yapı kabuğu ise sağlam olmalıdır.
Yapının statik tasarımını yaptık, ya dinamik tasarım?
Genel bir yaklaşımla diyebiliriz ki, statik (durağan) tasarım, yapının kendisini taşıyabilmesi, ayakta durabilmesi içindir; dinamik (hareketli / devingen / süreğen) tasarım ise, yapının öngörülemeyen dış etkilere karşı, nasıl davranacağının tasarlanmasıdır. Deprem, rüzgâr, sel, baskın gibi dışsal etkilerde yapının hasar görmeden varlığını sürdürebilmesi için bütün bu “dinamik”lerin doğru çözümlenebilmeleri gerekir.
Terminolojinin çok tanıdık geldiği söylenecektir, doğrudur da. Ayrımında olunması gereken ise, bütün bu terminolojinin doğru ilişki biçimiyle kullanılması gerektiğidir. Tersi durumda, statikle dinamiğin yer değiştirmesi, koca bir yapının kimi rüzgârlara kapılıp sürüklenmesi gibi ironik sonuçlarla karşı karşıya kalınmasına neden olabilir.
O zaman soralım, sosyalizm yapısını inşa etmek için “ne yapmalı?”
Yarını bugünden kuracağız!
“Yarını bugünden kuracaksın,
O senin tarihin olacak” [3]
Hiçbir yapı, maddenin doğasına aykırı bir biçimde, “inşa süreci” olmaksızın, birden bire ortaya çıkmaz, çıkamaz. Yapı; ölçeğine ve üretim tarzına göre uzun ya da kısa, ancak mutlaka bir süreç içerir. Tarihteki bütün devrimler gibi, Sosyalist İktidar mücadelesi olarak tanımladığımız devrimimiz de böyle olacaktır. Devrimi inşa etmemiz gerekmektedir. “Nasıl bir yapı?” sorusuna; programımızla, ilkelerimizle, tasarım ölçütlerimizle yanıt vermemiz gerekmektedir. Bugün uyuyup da “kendiliğinden” ortaya çıkacak olgular sonucunda yarın bambaşka bir kozmosa uyanmayacağımız bilinmelidir.
O hâlde, yapılması gerekenler bellidir: Yarını bugünden kuracağız!
Vladimir Tatlin’in öncülük ettiği konstrüktivizm akımını hatırlayalım. Günün teknolojik olanaklarının çok ilerisinde olan bu tasarımların büyük bir kısmı uygulanamamış, kısa zaman içerisinde de terk edilmeye başlanmıştı. Lenin’in 1924’te yaşamını yitirmesi sonrasında ise toplum gereksinimlerine yönelik, uygulanabilir, somut, akılcı ve işlevsel tasarımlar öne çıkmaya başlamıştı. 1920’li yıllarda ABD’de Henry Ford’un bant üretimine geçmesine karşın, mobilyacılık başta olmak üzere zanaat üretimini teşvik ederek hızlı sanayileşme hamlesinde bulunan Almanya’da da Bauhaus’un kurucuları, “yeni insanı yaratma süreci”nde, insan antropometrisinden yola çıkarak sınaî (endüstriyel) mobilya ve hemen ardından da pre-kast yapı elemanlarının üretimine geçmişlerdi. 2’nci Paylaşım Savaşının yarattığı yıkım ise, kısa sürede çok sayıda insanı barındırmak için, yapıların bir bütün olarak seri üretimine geçilmesiyle sonuçlanmış, yapılarda standart elemanlar ve ölçüler kullanılmaya başlanmış, Le Corbusier’nin tasarladığı toplu-konut bloklar da kent planlamasıyla bütünleşerek Stalin Dönemi Sovyet yapı üretim kültürünü etkilemiştir. Özellikle 1945 sonrasında dünyanın Doğu-Batı / Sosyalist-Kapitalist kutuplara ayrıldığı bir genel durumda, mimarlar da toplumların ideologları olma görevlerini üstlenmişler, mekân üretimi üzerinden toplumsal bilinci biçimlendirmeye başlamışlardır.
O zaman, Lefebvre’in önermesi sonucunda ortaya koyduğumuz örnekleri toparlamaya çalışalım. Üretim araçlarının topluma ait olacağı bir yapıyı inşa edeceksek –ki edeceğiz– bu yapının kendi mekânlarını da programatik bir çerçevede üretmemiz ve sosyalist mekân tipolojileri oluşturmamız gerekmektedir. Yaşam alanları olan konutlardan tutalım da, üretimin yapıldığı her yerde; fabrikalarda, tarlalarda, ofislerde, kampüslerde, kışlalarda; her yerde ve her şeyde, mekânsal olarak da Sosyalist Türkiye’yi inşa etmeye şimdiden başlanmalıdır!
***
[1]: “Yapı”; TDK, Büyük Türkçe Sözlük. “Yapı” sözcüğü için verilen anlamlar sırasıyla şöyle: 1. Barınmak veya başka amaçlarla kullanılmak için yapılmış her türlü mimarlık eseri, bina. 2. Yapılmakta olan konut, yol, köprü vb. inşaat, konstrüksiyon. 3. Yapma, oluşturma, ortaya konulma, meydana getirme. 4. Canlı bir varlığın ruh veya beden özelliklerinin tümü, bünye, strüktür. 5. Bütünün bir araya getirilişinde uyulan dizge, strüktür. 6. Ögeleriyle somut bağımlılığı olan bütün. 7. Parçaları ve ögeleri arasında yasaya uygunluk, durağan bağlar ve karşılıklı ilişkiler bulunan dizge veya bütün, strüktür.
[2]: “Mekânın Üretimi”; Henri Lefebvre, (Özgün adı: La Production de L’espace, Çeviren: Işık Ergüden), Sel Yayınları, Haziran 2014
[3]: “Venceremos Marşı”nın dizeleri