Günah çıkartmayacağız

Son Ankara katliamı ülkedeki dengeleri bir kere daha altüst etti. Yalnız bu sefer bu altüst oluşun solda da derin yansımalar ve izler bıraktığını dile getirmemiz gerekmektedir.

Son Ankara katliamı ülkedeki dengeleri bir kere daha altüst etti. Yalnız bu sefer bu altüst oluşun solda da derin yansımalar ve izler bıraktığını dile getirmemiz gerekmektedir. Gelinen noktanın sebepleri ve bazı sonuçlarının bir kere (belki de son) daha altını çizmek istiyorum.

Abdullah Öcalan ile devlet yetkilileri ve HDP arasında yürütülen müzakere sürecinin ayrıntılarını “İmralı notları” adıyla yayınlanan kitaptan görebiliyoruz. Öcalan’ın Türkiye soluna dönük kabul edilemez yaklaşımları, MİT ile yakın ilişkileri ve PKK önderliğine kızıp durması üzerinden popülerize edilen kitap, esas olarak müzakere sürecinin ana hattının PKK’nin silah bırakması karşılığında Öcalan’ın serbest bırakılması olduğunu kanıtlaması açısından önemli.

Bu süreç şu anda ortadan kalkmıştır. Kalkmasının temel sebeplerinin ise Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olduktan sonra kendisi ile harmoni içerisinde çalışan bir siyasi iktidar ve devlet aygıtı olmaması ile 2015-2016 yıllarında Suriye’deki gelişmeler olduğunu söylememiz mümkün.

Geçtiğimiz gün BBC’ye röportaj veren, eski MİT’çi ve müzakereci Cevat Öneş müzakerelerin tekrar başlaması gerektiğinden bahsediyor. Böylesi bir süreç yakın vadede mümkün görünmüyor. Bununla birlikte son çatışmalı süreci bir kere daha değerlendirmemiz gerekmektedir.

PKK’nin özyönetim ve özerklik hamlesinin iki sebebi olabileceğini daha önce yazmıştık. Birincisi, 7 Haziran seçimlerinde HDP’nin zaferini mutlak olarak görmek ve gaza daha fazla basmak. İkincisi ise, gelen yenilgi döneminin hissedilerek mücadelenin en radikal hatta çekilmesi. Bugün gelinen nokta itibariyle ikinci ihtimalin, ihtimal olmaktan çıkıp gerçeğe dönüşmeye başladığını söyleyebiliriz. Çünkü AKP iktidarının saldırıya girişeceği 7 Haziran öncesinde kendini belli etmeye başlamıştı. Bununla birlikte 7 Haziran sonrasında PYD’nin Tel Abyad’ı ele geçirmesinden sonra Türkiye’nin ABD ile anlaşmalarını güncellediğini ve İncirlik üssünün NATO uçakları için kullanıma açıldığını unutmamak gerekiyor.

Hendek siyasetinin ve yaşanan sürecin Rojava’da PYD’nin elde ettiği statünün korunması için Kuzey’de açılan bir cephe ve PKK’nin bir stratejisi olarak değerlendirildiğini de biliyoruz. Bu tanım olarak doğrudur. Sonuçlarının ne olacağını önümüzdeki günlerde göreceğiz. Ancak bu durum bayağı paradoksal bir biçimde AKP iktidarının işine yaradığını, zaten Rus uçağını düşürdüğü için sınırın dışına doğru düzgün çıkamayan Türkiye’nin ülke içerisinde şiddeti yükselterek ancak bununla birlikte dışarıya tehditler savurup durmasının yolunu da açtığını tespit etmemiz gerekiyor.

AKP iktidarı ve devlet aklı büyük ihtimalle işin başından beri dışarıdan toprak kazanmaya değil ülke sınırlarını koruyan muktedir güç olmaya oynadı. Şimdilik işleri yaver gitmiş görünüyor. Tabii ki çözeceğiz diyerek daha da derinleştirdikleri Kürt sorunu ile birlikte, artık sayıları binlerle anılan ölüler ve yıkılan kentleri de hesaba katarak bunları söylemek gerekli.

Bu sürecin son halkası ise Kürt siyasi hareketinin devlet şiddetine karşı intikam eylemleri ile sivilleri öldürdüğü bir noktaya kadar ilerledi. Bazı açılardan artık geri dönülemez bir noktaya gelinmiştir. Türkiye solu açısından dikkate alınması gereken iki başlık belirginleşmiş durumdadır:

1-) Kürt siyasi hareketinin Türkiye solu üzerindeki vesayeti ve gölgesi önümüzdeki süreçte zayıflayacaktır. Bunun nesnel ve öznel tarafları vardır. Nesnel tarafı, Kürt siyasi hareketi inandırıcılığını tamamen yitirmiştir. Ortada solculuk açısından meşruiyet falan da kalmamıştır.

(*) Öznel tarafı ise devrimciler Türk ve Kürt emekçilerinin birliğinden, sosyalist cumhuriyetten yanadır.

2-) Milliyetçiliklerin yükseldiği bir ortamda öncelikli ve temel yaklaşım, iç savaş ortamının tetiklenmesine karşı duruş olmalıdır. AKP, özellikle fırsattan istifade ederek Türk milliyetçiliği üzerinden siyasal söylem geliştirip Kürt emekçilerini hedef tahtasına yerleştirmeye çalışacaktır. Şu ana kadar yürütülen politikaların artması beklenebilir. Buna karşı çıkılması gerekecektir.

Bazı yazarlar Türkiye solu ile Kürt hareketi ile duygusal kopuş olabileceğini yazmaktadırlar. Duygusal kopuş tanımı meseleyi açıklamaya yetmez ama bize göre siyasal kopuş gereklidir. Doğru olan budur.

Solda bir kesim ısrarla eylemi savunmaya devam ediyor. Onları geçiyoruz. Solcunun, devrimcinin kitabında halk düşmanı eylemlere prim vermek olmaz.

Herkes gelinen durumun farkında. Bu ülkede kendine solcuyum diyen kişinin ne demesi gerektiği de belli. Ancak içten içe kendini günah çıkartmak zorunda hissedenler olduğunu da biliyoruz.

Günah çıkartmak isteyenler öncelikle kendi yarattıkları statükoyu, kafalarındaki dogmatizmi yıkmak zorundadırlar. Gerisi bizi ilgilendirmiyor. Artık abdest mi alırlar, yoksa özlerine mi dönerler o kısım kendi bilecekleri iş.

Devrimciler hesap verirler, aynı zamanda hesap sorarlar.

Biz günah çıkartmayacağız. Sömürücü sınıflardan, emperyalistlerden, gerici iktidardan, halk düşmanlarından hesap soracağız.

(*) Bu konuda bir not düşmek istiyorum. Duran Kalkan geçtiğimiz haftalardaki bir röportajında bahardaki mücadele dönemine dair mealen şu vurguları yapmaktaydı. “Biz devletin bu kadar sert saldıracağını düşünmüyorduk. Dolayısıyla bütün kış boyunca mücadele stratejimizi gözden geçirdik ve yeni kararlar aldık.” Yeni kararlarının özünü ise artık tek yönlü mücadele verilemeyeceği şeklinde açıklıyor. Gerilla mücadelesi tek yönlü, kent mücadelesi tek yönlü, serhildanlar tek yönlü yapıldığında sonuç alınamadığından bahseden Kalkan, bunların hepsini iç içe geçirmeyi dile getiriyordu. Önce Türkiye solunun bazı örgütleri ile silahlı bir cephe örgütlenmesine giden PKK bu stratejinin ilk ayağını ördüğünün mesajını verdi. Bununla birlikte, eğer Ankara’da kent merkezinde sivillerin öldürüldüğü terör eylemi olurken, Nusaybin, Şırnak, Yüksekova’da silahlı mücadelenin devam etmesi ve aynı zamanda Newroz’da büyük bir ayağa kalkma beklentisinin halka propaganda edilmesi bu stratejik sentezi oluşturuyorsa, kusura bakmayın biz başka bir alem için mücadele ediyoruz demek durumundayız.

Ek:

Bu yazıyı Ankara Güvenpark katliamı vesilesiyle kaleme almıştım. Dün yayınlanmadan önce Taksim’de patlama oldu. Bununla ilgili de bazı notları paylaşmakta fayda var.

Taksim patlaması vesilesiyle, tek başına AKP iktidarının ya da bazı çevrelerin söyediği gibi “saray çetesi”nin merkeze konularak değerlendirme yapılması eksikli ya da yanlıştır. Ortadoğu’daki savaşı hesaba katmadan, Türkiye ile emperyalizm ilişkilerini değerlendirmeden, ülkemizdeki rejim sorununu ele almadan değerlendirme yaparsanız, AKP iktidarının emperyalizmden bağımsızlaştığı sonucuna varırsınız. Dolayısıyla saray çetesinin kaos planı yaklaşımından uzak durmak gerekir.

Buna benzer şekilde emperyalist güçler tarafından kaos planı aracılığı ile götürülmeye çalışılan AKP iktidarı yaklaşımı da süreci açıklamaya yetmemekte, hatta paradoksal bir biçimde bir önceki paragraftaki yaklaşım ile aşağı yukarı aynı kapıya çıkmaktadır. Emperyalizmin bölgeyi ve Türkiye’yi dizayn etmesi, şekillendirmeye çalışması, başarıları ve eksikleri ayrı bir tartışmadır. Türkiye içeride ve dışarıda bunları yaşamaktadır.

Dolayısıyla ezberimize dönelim. Dünkü saldırı da bir terör saldırısıdır. Yüksek ihtimal IŞİD’in yaptığı ortaya çıkarılacaktır. Bombaları patlatanların istihbarat elemanları olduğu gündeme getirilecektir. İsrailli bir turist kafilesine denk gelen bomba sonucunda ölenlerin iki kişinin ABD vatandaşı olduğu da söylenmektedir.

Manifesto haber portalının güzel ve doğru tespitiyle “dünyanın en büyük terör örgütü NATO” saldırıyı kınamıştır. Patlamanın bir gün öncesinde Türkiye-AB mülteci anlaşması onaylanmış, patlamanın olduğu gün Davutoğlu İran Dışişleri ile görüşmüş ve sınırların değişmezliği sözünü almıştır.

Toplumsal sonucu ortaya çıkan durum adlı adınca terörize (korku) olma halidir. AKP iktidarı adım adım toplumu terörize ederken ya da bundan istifade ederken, önümüzdeki süreçte başkanlık ve anayasa tartışmalarına hazırlanmaktadır. Bunları görmemiz gerekmektedir. Halk örgütsüz olduğu ve bombalarla şekillenen Türkiye algısı merkeze oturduğu için çıkış yolunun olmadığı düşünülmektedir.

Çıkış içinse öncelikle yukarıdaki yazının son satırında yazanları yapmak için örgütlenmeye başlayarak adım atmaya başlayabiliriz.