Manifesto'muz 168 yaşında!
Tam 168 yıl önce, 21 Şubat 1848 tarihinde, dünya tarihinde en çok basılan ve okunan kitaplardan birisi Londra’da basıldı. Kitabın yazarları Karl Marx ve Friedrich Engels kitabın yazımı için uluslararası bir örgüt olan Komünistler Birliği tarafından görevlendirilmişlerdi. Kitap bir anlamda Komünistler Birliği’nin siyasi programıydı, adı Komünist Parti Manifestosu ya da yaygın kullanımıyla Komünist Manifesto’ydu. Manifesto yayımlandığı... View Article
Tam 168 yıl önce, 21 Şubat 1848 tarihinde, dünya tarihinde en çok basılan ve okunan kitaplardan birisi Londra’da basıldı. Kitabın yazarları Karl Marx ve Friedrich Engels kitabın yazımı için uluslararası bir örgüt olan Komünistler Birliği tarafından görevlendirilmişlerdi. Kitap bir anlamda Komünistler Birliği’nin siyasi programıydı, adı Komünist Parti Manifestosu ya da yaygın kullanımıyla Komünist Manifesto’ydu.
Manifesto yayımlandığı andan itibaren hem komünistlerin hem komünizme ilgi duyanların hem de komünizm karşıtlarının ilk başvuru kaynaklarından biri oldu. Yazarları bunu öngörmüş olacaklar ki, hacmi hiç de büyük olmayan bu kitabı büyük bir özenle ve coşkusu hiç azalmayan bir üslupla hazırlamışlar, tarihin akışındaki yönü ve bu akışın dinamiklerini büyük laf kalabalıklarına esir etmeden en sade haliyle anlatmışlar. Tabii ki kitabın yazıldığı dönemin koşulları ve sınırları içerisinde…
Öncelikle, yukarıdaki satırlarda benim de yaptığım, bir “yanlışlığı” düzeltelim. Komünist Manifesto’nun yazılması işini tek başına Marx yapmıştı. Hatta yaşanan gecikmeden ötürü Komünistler Birliği Merkez Komitesi Brüksel Bölge Komitesi’ne bir mektup yazmıştı.
“Merkez Komitesi, Brüksel’deki bölge komitesine, geçen kongrede hazırlamayı üstlendiği Komünist Parti Manifestosu’nu 1 Şubat Çarşamba gününe dek Londra’ya iletmezse, kendisine karşı birçok müeyyideler uygulanacağını, Yurttaş Marx’a bildirmenizi emretmektedir. Yurttaş Marx’ın Manifesto’yu yazmaması halinde Merkez Komitesi, kendisine kongrede teslim edilen belgelerin derhal iade edilmesini talep etmektedir.”
Manifesto’yu Marx’ın yazmış olması kitabın hazırlık sürecinin Marx ve Engels tarafından yürütüldüğü gerçeğini değiştirmiyor. Öte yandan daha sonraki yıllarda bizzat Engels, Komünist Manifesto’nun üretiminde Marx’ı merkeze oturtuyor.
“‘Manifesto’ ikimizin ortak çalışması olsa bile, kendimi, onun çekirdeğini oluşturan temel düşüncenin Marx’a ait olduğunu belirtmek zorunda görüyorum. Bu temel düşünce şudur: her tarihsel çağda, egemen ekonomik üretim ve değişim tarzı ve bunlardan zorunlu olarak çıkan toplumsal yapı, bu çağın siyasal ve düşünsel tarihinin üzerinde kendisini kurduğu ve yalnızca onunla açıklanabilecek olan temeli oluşturur; buna bağlı olarak, insanlığın tüm tarihi (ilkel aşiret düzeninin ortak toprak mülkiyetiyle birlikte ortadan kalkmasından bu yana) sınıf mücadelelerinin, sömüren ve sömürülenler, egemen ve ezilen sınıflar arasındaki mücadelenin tarihi oldu; bu sınıf mücadelelerinin tarihi, bugün, sömürülen ve ezilen sınıfın (proletarya), tüm toplumu her tür sömürü ve baskıdan, her tür sınıf ayrımından ve sınıf mücadelelerinden ilk ve son kez kurtarmadan, sömüren ve egemen olan sınıfın (burjuvazi) boyunduruğundan kurtulamayacağı bir aşamaya ulaşmış olan bir gelişmeler dizisi oluşturur.” (1888 tarihli İngilizce baskıya yazılan önsözden)
Engels Marx’ı Manifesto’nun yazımında merkeze oturturken Komünist Manifesto’nun “sırrını” da ifşa ediyor! Komünist Manifesto siyasal bir metindir ve bu metnin ruhunda işçi sınıfının iktidarının zorunluluğu vardır. O zamana kadarki en gelişmiş toplum biçimi olan kapitalist toplumun analizinin yapıldığı kısımlar burjuvazinin kendi mezar kazıcılarını da yarattığı vurgusuyla anlamlandırılır. Ve bir adım sonra asıl mesele en net haliyle ifade edilir:
“Komünizmi ayırt eden, genel olarak mülkiyetin kaldırılması değil, burjuva mülkiyetin kaldırılmasıdır.
Ama modern burjuva özel mülkiyet, ürünlerin sınıf karşıtlıklarına, birinin bir başkası tarafından sömürülmesine dayanarak üretilmesinin ve mülk edinilmesinin son ve en tamamlanmış ifadesidir.
Bu anlamda, komünistler teorilerini tek bir cümleyle özetleyebilir: özel mülkiyetin kaldırılması.”
Komünist Manifesto 1848 devrimlerinden hemen önce yayımlanmıştır. Yayımlandığı tarihe kadar işçi sınıfı kendi bağımsız talepleriyle siyaset sahnesinde hiç rol almamıştır. Burjuvazinin çok kısa zamanda hayata geçirdiği devrimci dönüşümler önemsenmekte, burjuva sınıfın halen devrimci bir rol oynayabileceği düşünülmektedir. Nitekim bu beklentiler Komünist Manifesto’nun yazımından kısa bir süre sonra pratik olarak reddedilmiş ve daha sonraki yıllarda burjuva sınıfın tamamen gericileştiği, tüm ilerici misyonların sahibinin işçi sınıfı olduğu belirtilmiştir.
Komünist Manifesto’nun içerikteki bu eksiklerine rağmen halen güncel olması ve kılavuz olma özelliğini kaybetmemesi, işçi sınıfının tarihsel misyonu dışındaki konularda bir mutlaklık ifade etmiyor oluşunda aranmalıdır. Komünist Manifesto komünistlere bir pusula vermekte ve yoldan çıkılmaması için ana rotayı tarif etmektedir.
Rota tarifinin ilk adımı da sanırım isimden başlamaktadır. Çok sonraki bir aşamayı tarif etmesine rağmen Manifesto’nun önüne Komünist konmuştur. Nedeni çok basittir, Engels’ten aktaralım:
“Yine de, yazıldığı dönemde, onu sosyalist bir manifesto olarak adlandıramazdık. 1847’de sosyalist dendiğinde, bir yandan çeşitli ütopik sistemlerin yandaşları: her ikisi de giderek yalnızca ölmekte olan mezheplere dönüşmüş olan İngiltere’deki Owen’cılar ve Fransa’daki Fourier’ciler; diğer yandan her türden toplumsal kusuru, sermaye ve kârı hiçbir tehlikeye sokmadan, türlü yamama faaliyetleriyle düzeltme sözü veren çok çeşitli toplumsal şarlatanlar; yani, her iki durumda da, işçi hareketinin dışında duran ve ‘eğitimli’ sınıflardan destek aramayı tercih eden kişiler anlaşılıyordu. İşçi sınıfının tek başına siyasal devrimlerin yetersizliğine inanan ve toplumun bütünsel bir dönüşümünün zorunlu olduğunu iddia eden kesimi, o zamanlar kendisini komünist olarak anıyordu. Bu kaba, yontulmamış, tümüyle içgüdüsel türde bir komünizmdi; ama temel noktayı yakalamıştı ve işçi sınıfı içinde ütopik komünizmi, Fransa’da Cabet’ninkini, Almanya’da Weitling’inkini yaratacak kadar güçlüydü. Dolayısıyla 1847’de sosyalizm orta katmanların bir hareketi, komünizm işçi sınıfının bir hareketiydi.”
Neyse ki bugün böyle bir sorunumuz bulunmuyor. Manifesto’da bahsedilen hayalet sonraki yıllarda dolaşmaya devam etti ve Ekim Devrimi’yle birlikte kanlı canlı bir gerçekliğe de dönüştü. Bugün sosyalizmin çözülmüş olması ne hayaleti unutturdu ne de onun gerçekliğinin insanlığa kazandırdıklarını. Artık kimse öyle haybeden sosyalist olmaya da kalkışmıyor bu sayede; lafın özü, sosyalizm de bizim komünizm de…
İşçi sınıfına güvenmeyenler, sınıfa inanmayanlar mı?
Biz boş verelim onları, bizim elimizde Komünist Manifesto’muz var…