Deniz olunmalı…

"Üç fidanımız elbette çoğalacak ve kocaman bir orman olacak…"

Ekim İsmi

Deniz’ler söz konusu olduğunda, kendi adıma, iki şiirin farklı bir yeri olduğunu söyleyebilirim. İlki Can Yücel’in, Türkiyeli her genç devrimcinin belleğinde, er ya da geç, kendine yer bulmuş Mare Nostrum (Bizim Deniz)’u. “En hızlısıydı hepimizin”, “en güzel yüz metresini koştu”, “en önce göğüsledi ipi” ve “aşk olsun sana çocuk, aşk olsun”… İkincisi Sunay Akın’ın Devrim şiiri: “kağıt bir gemidir devrim/ bütün gemiler/ hurdaya çıksa da sonunda/ taşıdığı özgürlük şiiriyle/ batmadan yüzer nicedir/ dünya sularında/ kim bilir kaç yunus görmüş/ kaç Deniz Gezmiş”. İlkinde akan, coşkulu, delişmen, gözünü daldan budaktan sakınmayan hava, ikincisinde bir sükuta, hesaplanmamış bir yalnızlığa ve hüzne dönüşür sanki. İlk şiirdeki belirginlik ikincide kaybolur, belirsizleşir. Kendi adıma iki şiiri farklı kılan da işte bunlardır ve bunlar Deniz’in bir yaşam özetidir sanki.

47’lilerdendir Deniz. Şubat 1947’de Ankara Ayaş’da doğar. Anne ve baba öğretmendir. İlk ve orta öğrenimini Sivas’ta görür. Ardından İstanbul yaşamı başlar. 1965 yılında Türkiye İşçi Partisi’ne üye olur. 1966 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne başlar. Ülkenin çalkalandığı, üniversitelerin de bu çalkantıda öne çıktıkları yıllardır. Kısa sürede öğrenci gençlik hareketinin önemli isimlerinden biri haline gelir Deniz. Yapılan eylemlerin, işgallerin, yürüyüşlerin öncü isimlerindendir ve tabi gözaltılar, tutuklanmalar da eksik olmaz yaşamından. Filistin’e gider; hem Filistin halkının mücadelesinin bir parçası olur hem de Türkiye devrimi için zorunlu gördüğü silahlı mücadele pratiğini öğrenir. Ülkeye döndükten sonra Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO)’nu kurar. 4 ABD’linin kaçırılması eyleminden sonra başlatılan operasyonlar sonucu yakalanır. Yoldaşları Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’la birlikte 6 Mayıs 1972’de idam edilir.

Şüphesiz, yukarıda bir paragrafa sığdırdığımız kısa özetin geçtiği yıllar Türkiye tarihinin en önemli kesitlerindendir. O dönem yaşananlar öyle çok, öyle karmaşık ve öyle yoğundur ki, ortaya çıkan laboratuvar tüm tarihçiler, tüm toplumbilimciler, tüm siyasetçiler için halen ilgi çekicidir ve halen içerdiği zenginliği bugüne taşıyacak olgular ortaya çıkarabilmektedir. Örneğin, Türkiye’yi 17 yıldır yöneten AKP’nin kurucu kadrolarının önemli bir kısmının bu yıllarda yetişmiş sağcılar olması gibi, o dönemin sağcı örgütlenmeleriyle emperyalist ülkeler arasındaki ilişkinin bugünü anlamak için önemli bir tutamak olması gibi. Ya da solun penceresinden bakıldığında o yılların bugüne taşınan bir sol gelenek yaratması, ülkenin devrimci-demokrat örgütlenmelerinin çoğunun örgütsel kökeninin bu yıllara dayanması gibi.

Dönemin önemi hem ortaya çıkardığı dinamiklerde hem de ürettiği kadro tiplerindedir. Deniz Gezmiş yaşadığı dönemin ürettiği çok özel bir devrimci tipidir (*). Menderes dönemiyle birlikte ekonomik ve siyasal yapısı tamamen emperyalizme bağımlı hale gelmeye başlayan bir ülkede, uluslararası alanda yaşanan devrimleri izleyen ve ülkesindeki geri kalmışlıktan çıkış yolunu arayan bir kuşağın parçasıdır.

Bu arayışın temel soruları “hangi güçlerle” ve “hangi yolla” sorularıdır. Uluslararası komünist hareket tarafından yanıtları çok önce verilmiş bu soruların, 1960’lı yılların Türkiye’sinde tekrar sorulmasının ve bilinen yanıtın dışında başka yanıtlar aranmasının, pratik olarak, nedenleri vardır. Türkiye’deki komünist hareketin gelişiminin sürekli bir devlet zoruyla engellenmesi, bilimsel sosyalizmin teorik eserlerine ulaşım imkanlarının kısıtlılığı, işçi sınıfıyla olan bağların zayıflığı, düzenin parçası olan güçlerin kurtuluş yolunun da güçleri olabileceği yanılgısı ve tüm bunların içinde devindiği muazzam bir hız dönemin devrimci gençlerini kesin bir şekilde belirlemiştir. Ne Deniz ne Yusuf ne Hüseyin ne Mahir ne Ulaş… hiçbiri bu devinimin dışına çıkabilmiş değildir ve bu anlaşılmayacak bir durum değildir.

İşin bu yanı bir tarafa, Deniz ve dönemin diğer devrimci gençleri bıkmadan, usanmadan, yorulmadan son derece özverili ve gerçek bir mücadeleyi yürütmüş ve bu topraklara izlerini bırakmışlardır. Bu ülkede anti-emperyalist mücadelenin derin izlerinin olmasında, yurtsever kimliğin ancak ve ancak sol bir siyasi duruşla oluşturulabileceği gerçeğinin yaratılmasında, devrimci atılganlığın ülke siyasetinde ciddi boşluklar yaratabileceğinin görülmesinde Denizler’in oldukça büyük bir payı vardır.

Bugün, Denizler’in idamının 47.yılı ve Deniz’in, Hüseyin’in, Yusuf’un ülkenin ilerici, aydın birikimi/insanları tarafından bu kadar yoğun sahiplenilmesinin en büyük nedeni vermiş oldukları bu büyük, onurlu mücadele ve devrim için idam sehpasına bile gözlerini kırpmadan gitmeyi göze almış olmalarıdır. Ve bugün Denizler’i anmanın en güzel yolu uğruna ölüme gittikleri devrim için mücadeleyi büyütmekten, devrim için yığınakları yapmaktan, hayatın her alanında örgütlü kimliği büyütmekten geçiyor.

Üç fidanımız elbette çoğalacak ve kocaman bir orman olacak…

(*) Can Yücel şiirinin büyüklüğü de Deniz’i anlatırken bu dönemi ve bu dönemin devrimci genç tipini kısacık şiirine yedirebilmiş olmasında bence.