Ölümünün 31. yılında Ruhi Su ve sabahın sahipleri
Yalım Oktay, 31 yıl önce aramızdan ayrılan Ruhi Su'nun bizlere bıraktığı izleri yazdı.
Yalım Oktay
Bu topraklarda -tıpkı dünyanın ayak basılmış her karesinde olduğu gibi- iyiye, güzele ve insana dair üretilmiş ne var ise arkasında sosyalist bir zihnin çabası ve alın teri vardır. Gidişleri ile hayatımızda derin boşluklar bırakan herkesin, yaşadıkları dönemlerde eşitlik ve özgürlük mücadelesinin emektarları olması tesadüf değildir. Bizler, ölenlerin ardından “sessiz ve sitemsiz” bir acıyı mağrur bir biçimde taşırken, Türkiye sağının kudurmuşçasına, her aracı pervasız bir biçimde kullanarak ölmüş olana saldırmalarının tek bir nedeni vardır; çünkü “sol” bu ülkenin onuru, aklı, estetiği ve vicdanıdır.
Bundan tam 31 sene önce bugün aramızdan ayrılan Ruhi Su, bu yazının girişinde anlattıklarımızın tamamı ve hatta daha fazlasıdır. 1912’de gözlerini Van’da açar ve ilk gençliğinin tamamını öksüzler yurdunda ve evlatlık verildiği yoksul bir ailenin yanında geçirir. Bir dönem askeri okulda okusa da, müziğe olan açlığı onu farklı bir hayatı aramaya, onu bulmaya ve sonunda başarmaya iter. 1942’de Ankara Devlet Konservatuvarını`nın Şan bölümünü bitirir. Aynı yıllarda sırasıyla Ankara Cebeci İkinci Ortaokulu`nda sonra Hasanoğlan Köy Enstitüsü`nde müzik öğretmenliği yapar. Cumhurbaşkanlığı Orkestrası’na seçilir, konservatuvarın opera bölümünde de okur ve daha sonra da Devlet Operası’nda çalışmaya başlar.
İmza attığı başarıların temel itkisi ise, onu “benim kabem insandır” demeye iten aklıdır. Ruhi Su bir komünisttir, 1951 Tevkifatı dolayısı ile 1952-1957 yılları arasında cezaevinde kalır. 1954 yılında ak güvercini, yoldaşı Sıdıka Su ile cezaevinde evlenir. Nikah şahitleri Behice Boran ve Nevzat Hatko’dur. Sıdıka Su yıllar sonra verdiği bir röportajda o günleri şöyle anlatır;
“Arkadaşlığımız zamanla ilerledi. Beş yıl kadar arkadaşlık ettik ama evlenme konusunda kararsızdık. Çünkü ikimiz de Türkiye Komünist Partisi (TKP) üyesiydik. Bunu gizlediğimiz için ilk başlarda birbirimize bile söylememiştik. Sonra, partiye gittiğimizde birbirimizin TKP üyesi olduğunu orada karşılaşınca anladık. O zamanlar, TKP üyesi olmak yasaktı. Biz de bunu kimseye söylemiyor, herkesten saklıyorduk. Bu nedenle, hapse gireceğimizi de biliyorduk. Düşündüğümüz gibi oldu. Beş yıla mahkum olduk. İstanbul Merkez Komutanlığı, Askeri Harbiye Cezaevinde yattık. Uzun süre, hapishanede gizlice mektuplaştık. Sonra, 1954 yılında cezaevinde nikahlandık. Nikah şahidimiz Behice Boran ve eşi Nevzat Hatko’ydu. Bir astsubay kanalıyla, Rumeli Caddesindeki Hükümet Konağında bir Cumartesi günü nikahımız kıyıldı. Astsubay ve iki jandarma eriyle birlikte nikah için dışarı çıktık. Nikahtan sonra Ruhi, bizimle beraber gelen astsubaydan rica etti. Cezaevine yürüyerek döndük. Yolda, Ruhi bir kitapçı dükkanına girdi ve bana evlilik hediyesi olarak Goya’nın bir albümünü aldı.”
Ruhi Su’nun, müzik alanına yaptığı en büyük katkı ise, Türk Halk Müziği’nin aslolan formunu deforme etmeden, yeni bir biçim ile dinleyici ile buluşturabilmesidir. Öğrencilik yıllarında konservatuarın çalışma odalarından birinde türkü söylerken kendisini duyan hocası Markoviç’in “Ben Türk Müziği’nin bu kadar güzel olduğunu bilmezdim. İlk defa duyuyorum. Neden sen Radyo’da söylemiyorsun?” önerisi, radyo günlerinin başlamasına vesile olur. Bu aracılık Ruhi Su’nun yapmak istediği müziğin şekillenmesinin ve bir forma kavuşmasının da vesilesi olur. Ruhi Su, ölümüne kadar 16 tane 45’lik plak, 11 uzunçalar çıkarır. Ölümünden sonra kurulan Ruhi Su Kültür ve Sanat Vakfı aracılığıyla eşi Sıdıka Su (ö. 18 Ekim 2006) ve oğlu Ilgın Su özel arşivlerdeki ses kayıtlarından yararlanarak plak, kaset ve CD üretimini sürdürürler.
73 yıllık müzik, mücadele ve aşk dolu bu yaşam, bugün bu yazıyı okuyanlar, okuduğu zaman yüreklerindeki telin titremesi ile minnet duyanlar için , burada anlatılanlardan daha fazlasıdır aslında. Ruhi Su’ya, sosyalizme duyulan o sarsılmaz inanca ve sabahın sahiplerine…