Adalet yürüyüşü bugün bir mitingle sonlandırılacak. Yürüyüşün öncülüğünü yapan CHP son günlerde “ÖDP’den Saadet Partisi’ne kadar geniş bir yelpazede yalnızca adalet isteyen herkes burada olacak” açıklaması yaparken, TÜSİAD, MÜSİAD gibi patron örgütlerine de çağrıda bulunuyor, genel başkan ülkücü işaretiyle yürüyüş güzergâhında halkı selamlarken, CHP’nin altı okundan da ısrarla kaçınıyor; biz değil, kendisi söylüyor…
AKP iktidarında 15 yıl içerisinde hızlı geriye gidiş, ileri bir mevzi olan Cumhuriyet’in tasfiyesiyle taçlanıyor.
Elbette AKP iktidarına karşı bu on beş yılda birikmiş olan tepki ve öfkenin “adalet” talebiyle eyleme dönüşmesi, bu eyleme on binlerce insanın OHAL koşullarında katılması değerlidir.
Ancak soru, bu talebin nerede somutlandığı ve eylemin siyasi sonuçlarının ne olacağıdır.
Bu sorunun cevabı toplumun farklı kesimlerini ilgilendirmelidir. Sorunun kendisine ve cevabına kadınlar açısından bakmaya çalışalım.
70 kadar kadın örgütü “erkek adalet değil gerçek adalet için” sloganıyla “adalet yürüyüşüne” katılım çağrısı yaptı geçtiğimiz günlerde. Çağrı açıklaması “Hayatın her alanında, erkeklerle eşit haklara ve fırsatlara sahip olana kadar: Eşitlik yoksa adalet de yok.” sözleriyle sonlandırılıyor.
Cumhuriyet’in ve emekçilerin haklarının anılmadığı bir adalet talebi “erkek adalet değil, gerçek adalet” sloganına sıkıştırılabilir mi?
Tarihsel bir ilerleme olan 1923 Cumhuriyeti, 1980’den itibaren peyderpey, son 15 yıllık AKP iktidarı ile birlikte de tamamen tasfiye edilmiştir. Bu kadınlar için ne anlama gelmektedir? Öncelikle Cumhuriyet’in en önemli kazanımlarından biri olan ilericilik zeminin ortadan kaldırılması demektir. Buna gerici bir toplumsal zeminin inşası eşlik ediyor. Bu gerici saldırıdan ise en fazla kadınlara pay düşüyor. Bütün gerici ideolojik, kültürel girdiler kadının toplumsal alandaki konumunu belirliyor, kamusal alanda kadının ancak ikincil bir varlık olduğunu kabul etmesiyle nesne olarak var olmasına yol açıyor. Yasal uygulamalar, kadın katliamları karşısındaki hukuki kararlar, toplumsal yaşam buna göre düzenleniyor.
“Adalet” yürüyüşü ve mitingine “yoldaş” olarak çağrılan kesimlerin, mesela Sivas, Maraş, Çorum katliamlarının faillerinin, kadını ikincil bir varlık olarak görenlerin, toplumu dini kurallara göre tasarlamayı siyasi hedef olarak belirlemiş olanların adaleti “erkek adaleti” midir, yoksa kadınların adalet mücadelesi gericiliğe karşı mı olmalıdır?
Ülkemizde emekçi sınıfların 1980’lere kadar elde ettiği bütün kazanımlar büyük bir hızla kaybedilirken son 15 yıldır neredeyse elde avuçta hiçbir şey bırakmayan bir saldırıyla karşı karşıya olduğumuz açıktır.
2016 ile birlikte bu saldırılar OHAL uygulamalarıyla güvence altına alınmış, köle işletmelerinden başka bir şey olmayan özel istihdam büroları hayata geçerken esnek istihdam yasalaştırılmıştır. 16 Nisan Anayasa Referandumu sonrasında AKP iktidarı bütün emekçilerin kıdem tazminatına göz dikmiştir. Grevler yasaklanmış, emekçilerin kazancını çalmaktan başka bir anlama gelmeyen vergi düzenlemeleri gündeme gelmiştir. Kadın emeğini tamamen köleleştiren uygulamalar patronların taleplerine cevap verirken emekçileri köleliğe ve yoksulluğa daha fazla mahkûm etmek demektir. AKP’nin yeni Türkiye’sinde kadınların istihdam oranı düşerken güvencesiz ve kayıt dışı çalışmaları yaygınlaşmaktadır. TÜSİAD, MÜSİAD gibi patron kuruluşlarının adaleti “erkek adaleti” midir, yoksa kadınların adalet mücadelesi piyasacılığa ve sömürüye karşı mı olmalıdır?
Emperyalizmin ve işbirlikçilerinin Ortadoğu’daki kanlı saldırıları bölgemizde yüz binlerce insanın yaşamını sonlandırırken en fazla kadınları ve çocukları insanlık dışı koşullara mahkûm etmektedir. AKP iktidarı emperyalistlerle birlikte Suriye’yi kana bularken, insanları yurtlarından ederken NATO, AB gibi kurumlara, emperyalist ABD’ye teslimiyet ülkemizin sadece iktidarının değil, TBMM bünyesindeki bütün partilerin dış politikasıdır. Bu kurumların adaleti “erkek adaleti” midir? Yoksa kadınların adalet mücadelesi emperyalizme karşı mı olmalıdır?
Adaletle ne alakası var diye sorulabilir. Söyleyelim.
Ülkemizde gerici, piyasacı saldırılar tam boy sürerken, emekçiler birbirine boğazlatılırken, imam hatiplerin açılmasını destekleyen, her fırsatta NATO’culuğunu ve AB’ciliğini konuşturan, patron örgütlerini göreve çağıran, “Türkiye’de laiklik sorunu yoktur” diyen, Ankara Garı katliamının yıl dönümünde İslam Sempozyumlarında boy gösterenleri hatırlamak gerekiyor.
Bunu hatırlamak bizlere “neyin adaleti” sorusunu sordurur. Sorunun cevabı açıktır ve adalet kavramını muğlaklaştırma çabalarına karşı durulmalıdır. Adaletsizliğin kaynağı bizzat sermaye iktidarının kendisindedir. Gericiliğin karşısına ilericilik, aydınlanma, laiklik yerine inanç özgürlükleri söylemini koyarak bunu meşrulaştırmanın kendisidir adaletsizlik. Savaşa karşı emperyalistlerin politikalarına sığınmaktır adaletsizlik. Buralardan kadınlara da emekçi sınıflara da adalet gelmez.
“Adalet” Suriyeli göçmen kadın ve çocuğu gibi, Özgecan gibi, tacize, tecavüze uğrayan, şiddetin hedefi haline getirilen, katledilen kadınlar için, cemaat yurtlarında, okullarda tacize, tecavüze uğrayan çocuklarımız için bu gerici kuşatma altında zuhur edeceğini bekleyeceğimiz bir şey midir?
“Adalet” kıyafeti nedeniyle toplu taşıma araçlarında neredeyse her kadını taciz edenler, “tahrik her şeye kadirdir” dercesine kadınlara şiddet uygulayanlar, parkta yürüyüş yapan hamile kadına bile saldıranlar karşısında nereye denk düşer?
“Adalet” patronlar daha fazla kazansın diye iş cinayetlerinde öldürülen işçiler, kölelik koşullarında çalıştırılan kadın işçiler ve mevsimlik tarım işçisi kadınlar için yoksulluğun ve köleliğin kural haline getirildiği yasalarda aranabilir mi?
Bu ülkede tarihsel ilerleme olan Cumhuriyet’in değerlerini ortadan kaldıranların yolunu açanlardan, emekçi sınıflar yerine sermayeyi kendine referans alanlardan, 15 yıllık AKP karanlığına meşruiyet kazandıranlardan adalet mücadelesi beklenemez. Beklense beklense, AKP eliyle kurulan yeni rejimin kabulü ve bu yürüyüşle bir kez daha açığa çıkan umudu, tıpkı Gezi Direnişi sonrasında olduğu gibi, 2019 başkanlık seçimlerine gömme tehlikesi çıkar.
Değerli olan, “adalet” umudunu taşıyan kitlelerdir. Ancak örgütsüzlük, adaletsizliğin beslendiği en büyük kaynaktır.
Çıta yükseltilmeli, talep edilen adaletin bu düzende değil, eşit, aydınlık ve özgür bir gelecek mücadelesiyle elde edileceği bilinmelidir. Bunun bilinciyle kadınlar, sermayeye, gericiliğe ve savaşa karşı örgütlenmeli, eşitliğin adaleti için örgütlü mücadeleye katılmalıdır.
Aksi takdirde, milyonların umudu yine bu adaletsiz düzene kurban edilir.
Bu haber en son değiştirildi 10 Temmuz 2017 08:52 08:52
Eski Almanya Başbakanı Angela Merkel, yeni kitabında Donald Trump’ın baş başa görüşmede Trump’ın kendisine Doğu…
İstifa çağrılarına yanıt veren Sağlık Bakanı Memişoğlu, "Bebeklerimizin ölümüne engel olan bir kişiye niye istifa…
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, yasadışı bahis suçlamasıyla tutuklu olan 5 sosyal medya fenomeni hakkında 1 yıldan…
Sinan Ateş Davası’nda abla Selma Ateş'e yönelik saldırıyı azmettiren Servet Bozkurt'un, Ankara’da iki cinayet işlediği…
Uluslararası Ceza Mahkemesi, (ICC) Gazze'de savaş suçu ı̇şledikleri gerekçesiyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
İstanbul 5. Sulh Ceza Hakimliği'nin Nasuh Mahruki'nin tutuklama kararında paylaşım içerikleri ve görüntülenme sayılarını da…