Kent ve kentsoyluluğun ne olduklarını tanımlayarak başladığımız önceki yazımızda, mülkiyet ilişkilerinin belirleniminde merkez-çeper ve sermaye-emek gibi ikilikler üzerinden sınıf mücadelelerine değinmiş; DP, ANAP ve AKP dönemlerinin ortak özelliği olan “liberalizm” kavramına getirip ara vermiştik.
Bu yazımızda, “sınıf mücadelesi verilmeksizin kent mücadelesi verilemez” çıkarımından hareketle, emperyalizmin liberal politikalarının yurt çapında ve kentlerde doğurduğu sonuçlara kısaca değinmek gerekir. Ama öncesinde birkaç hatırlatma yapalım.
‘Özgürlük’ anlamına gelen Liberty’den türeyen ve ‘özgürlükçü’ anlamına gelen liberal sözcüğü, kavram olarak egemen sermaye sınıfının ve mülkiyet ilişkilerinin değişmediği ancak devletin; düzenlemeler, kotalar ve benzeri sınırlamalarla müdahale etmediği ‘özgürlükçü ekonomi’ modelini anlatmak için kullanılır. “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” [1] sözü liberalizm ile özdeş söylem olurken, liberal ekonomi modeli, toplumların yaşamına “özgürlük ve demokrasi getireceğiz” diyerek sokulmaktadır. Gerçekte ise kamuculuğu, planlamacılığı, toplumculuğu, kolektivizmi doğrudan karşısına alan ve bunların yerine özel sermayeciliği, rekabetçiliği, bireyselciliği ve emek düşmanlığını temel alan bu söylemlerin biraradalığı emperyalizmin birincil önermesi haline gelmiştir. Birbirleriyle olan ilişkileri bağlamında düşünülmesi gereken kavramların uygulanan politikalarla somutlanmaları sonucunda yurt çapında, kentlere ve toplumsal mekânlara da radikal müdahalelerde bulunulmuş ve bir mücadele başlığı olarak ‘kent’ öne çıkmıştır. Bu kavramları ve kentle olan ilişkilerini sözünü ettiğimiz üç özne üzerinden inceleyelim.
Demokrat Parti (DP) Dönemi (1950-1960) için kavramlar
Adnan Menderes, emperyalizm, Paylaşım Savaşı, mülkiyet, toprak, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu, büyük toprak mülkiyeti, Dörtlü Takrir, çok partililik, Demokrat Parti, demokrasi, liberalizm, muhafazakarlık, Amerikancılık, Marshall Planı, mali ve askeri yardım, hibe, sıcak-para, karayolları, tarımda makineleşme, imar, inşaat, hızlı kentleşme, NATO, üs, jeo-strateji, Kore, dış-borç, devalüasyon, kriz, Köy Enstitüleri’nin kapatılması, darbe, idam.
Anavatan Partisi (ANAP) Dönemi (1980-1991) için kavramlar
Turgut Özal, emperyalizm, istikrar programı, 24 Ocak kararları, liberalizm, 12 Eylül, darbe, sıkıyönetim, referandum, 1982 Anayasası, 6 Kasım 1983 seçimleri, tek başına iktidar, idam, zorunlu din dersi, imam hatip, ekonomide yapısal dönüşüm, serbest piyasa ekonomisi, piyasacılık, devalüasyon, rekabetçilik, özel sermaye, 1989 dönüşümü, konvertibilite, döviz, serbest kur, sıcak-para, imar, inşaat, uydukent, kıyıların doldurulması, turizm kompleksi, alışveriş merkezi, marina, kentleşme, devlet destekli inşaat, yurtdışı inşaat taahhüt.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Dönemi (2002-…) için kavramlar
Recep Tayyip Erdoğan, koalisyon, kriz, borç, IMF, 3 Kasım 2002, tek başına iktidar, emperyalizm, neo-liberalizm, istikrar, özelleştirme, hukuk-sağlık-eğitim, imam-hatip, dindar nesil, TOKİ, duble yol, rezidans, serbest piyasa, sıcak-para, kara-para, yağma, rant, talan, maden, fıtrat, şantiye, inşaat, çevre ve şehircilik, kentsel dönüşüm, karayolları, kıyıların doldurulması, yat limanı, havalimanı, otel, rezidans, alışveriş merkezi, işgal, park, cami, orman arazilerinin imara açılması, köprü ve otoyol, lojistik, operasyon, sınır, sınır-ötesi, suikast, cinayet, katliam, bomba, ekonomi, yapısal dönüşüm, başkanlık, anayasa, darbe, idam.
* * *
Sıraladığımız bu dönemler ve kavramlar arasındaki benzerlik açıktır. Einstein’ın dediği gibi aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklememek gerekir. Bu yaklaşımla, emperyalist-kapitalist sistemin liberal politikalarının sonuçlarını kent üzerinden değerlendirecek olursak şu çıkarımları not etmek gerekir:
1. Yönetsel üstyapı olan devlet aygıtlarının üzerine kurulu olduğu ekonomik altyapı, toplum yaşamına içkin işlevlerin yaşama geçtiği mekânları doğrudan belirleyerek yapı ve mekânların yer aldığı kentleri –yeni tipolojiler de ekleyerek– yeniden biçimlendirip dönüştürür: “Her üretim tarzı kendi mekânını üretir”.
Sözgelimi, serbest piyasa ekonomisinin rekabetçi koşullarında iş yapabilmek için küçük ve orta boyutlu işletmeler kendi üretim süreçlerini ve mekânlarını örgütleyecek, piyasa koşullarında ayakta kalamayan işletmeler büyük ölçekli şirketler tarafından ilhak edilecek ve bu durum tekelleşmeyi ve sermaye ihracını doğuracaktır. Sermaye ihracı merkezi yönetimlerin bu yönde politikalar gütmesinin ve emperyalist-kapitalist sistemde yeni konumlanışlar alınmasına neden olacaktır. Menderes’li yılların büyük toprak sahipleri Özal’lı yıllarda sermayedarlara dönüşmüşlerdir ve günümüzde ise ülke ekonomisindeki dengeleri belirleyecek konuma gelerek yeni emperyalist ilişkilerin kurulmasına çalışmaktadırlar.
2. Sermaye egemenliğinde yol; erişim, yapılaşma, yağma, talan, rant ve sömürü demektir.
Tekil olarak bakıldığında yol, erişim sağlamaktadır. Öte yandan büyük ölçekte bakıldığında ise yol, sermayenin çıkarlarına götürmektedir. Çünkü yol; doğal kaynaklara, sosyal ve teknik donatılara erişimi sağlar. Kaynak ve donatılara erişim olanağı jeo-stratejiyi belirler ve stratejik konumlarda yapılaşma başlar. Jeo-strateji, insanların, emtianın, yer-altı ve yer-üstü kaynakların ve her türlü madde-hammaddenin taşınımını, lojistiği belirler.
Tartışılması gereken bu taşınımın ve hareketliliğin ne yönde olduğudur. Sektörel veriler ele alındığında tarım ve sanayinin ülke ekonomisi içerisindeki payı azalırken hizmetlerin payı artıyorsa, çıkarılacak sonuç nettir: Yoksullaşıyoruz!
Yukarıda sıraladığımız üç dönemin ortak özelliklerinden bir diğeri de, kırdan kente doğru gerçekleşen iç-göç hareketleridir. Tarım etkinliklerinin azalması, kır nüfusunun kente gelip sanayi ve hizmet sektörlerinde istihdam edilmesiyle ya da daha kötüsü, edilememesiyle sonuçlanır ve bu da işsizliğin artmasına neden olur.
3. Plansız serbest piyasa ekonomisi, sermayenin çıkarları doğrultusunda kendini kent mekânına dayatır. Plansız ve kaotik kentler ortaya çıkar.
Plansız ekonomi ve plansız kentleşme, sermaye hareketlerinin gerektirdiği mekânları dönüştürerek yaşam bulur. Sermaye hareketliliğinin sürdürülebilmesi için gereken yapılar kısa sürede inşa edilip, sermaye çıkarlarına aykırı yapılar yapılan yasal düzenlemelerle kısa süre içerisinde yıkılabilmektedir.
Bütünsel bir yaklaşımla düşünülecek olduğunda, siyasal erkin egemenlik sınırı olarak tanımlayabileceğimiz yurdun bütününde uygulanacak bir politika, bütünden parçaya doğru tümdengelirken, alt bölgeleri ve kentleri, yaşama alışkanlıkları ve üretim ilişkileri bağlamında doğrudan etkileyecektir. Yaşamsal etkinliklerin gerçekleştiği bütün mekânlar, egemen sınıfın dayattığı ilişki biçimlerinin sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Kent ve mücadele arasındaki ilişkinin kaynağı da burada yatmaktadır. Kent ve kentleşme politikası, merkezi yönetimlerin aldığı kararların, çevrede ya da yerelliklerde ortaya çıkan sonuçlarıdırlar. Tam da bu nedenle, yerelliklerde sonuç olarak karşımıza çıkan, dar anlamıyla kentsel, geniş anlamıyla ise toplumsal müdahalelerle yerelliklerde doğrudan mücadele edilemez; ancak merkezileşecek bir mücadelenin yerel ayakları örülebilir. Bu noktada 2013 Haziran Direnişi sırasında ve hemen sonrasında ortaya çıkan örgütlenme örnekleri verilmelidir. Taksim Dayanışması, Kuzey Ormanları Savunması, Validebağ Direnişi ve çok sayıda yerellikte, bulunduğu yerelliğin adıyla kurulan Kent Savunmaları ve Kent Dayanışmaları adlı oluşumlar, sözünü ettiğimiz “merkezileşme” sorunu nedeniyle mevzi elde edememiş oluşumlar olarak karşımıza çıkıyor.
4. Kentler, tarihsel süreç içerisinde gelişen, gelişmekte olan ve gelişmeye de devam edecek süreğen oluşumlardır. Kentleri savunmak, anlık değil geçmiş-gelecek ilişkisi bağlamında tarihsel çıkarlar doğrultusunda hareket etmeyi gerektirir.
Sonuç yerine
Süreğen varlıklar olan kentler üzerine verilebilecek örnekler arttırılabilir ancak sorunumuzun bu olmadığı açık olsa gerek. İdeolojilerin biçimlendirdiği, ekonomik temelli alt-yapıların yönetsel üst-yapılarının somutlandığı mekânlar olan kentlerde verilmesi gereken mücadele, sermaye düzeninin sınırlardan, pasif ve savungan bir nitelikten çıkıp ideolojik ve sınıfsal bir mücadeleye evrilmelidir.
Unutulmamalıdır ki, bütün toplumların tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir. Toplum yaşamının somutlandığı mekânlar olan kentlerin geçmişten geleceğe uzanan tarihlerini biçimlendirecek olan da sınıf mücadelesidir!
[1]: Sözün özgün Fransızca biçimi: Laissez-faire, laissez-passer