Manifesto Özel | Emniyet, CIA ve Cemaat’in ‘yakın’ ilişkisi
Alev Doğan Gülen Cemaati’nin Emniyet içerisindeki örgütlenmesi bu yapılanmanın kimlerin desteği ile nasıl Türkiye’yi saran organize bir suç örgütü haline geldiğini kanıtlar nitelikte. Zira devlet kurumlarının ihtiyaçlar doğrultusunda ele geçirilmesi, “ağlak bir vaizin” tek başına beceremeyeceği kadar büyük bir iş. Bu noktada “ne istediler de vermedik” diyen AKP iktidarı kadar, emperyalizmin de ‘desteği’ herkesçe bilinen... View Article
Alev Doğan
Gülen Cemaati’nin Emniyet içerisindeki örgütlenmesi bu yapılanmanın kimlerin desteği ile nasıl Türkiye’yi saran organize bir suç örgütü haline geldiğini kanıtlar nitelikte. Zira devlet kurumlarının ihtiyaçlar doğrultusunda ele geçirilmesi, “ağlak bir vaizin” tek başına beceremeyeceği kadar büyük bir iş. Bu noktada “ne istediler de vermedik” diyen AKP iktidarı kadar, emperyalizmin de ‘desteği’ herkesçe bilinen bir gerçek. Peki Gülen Cemaati, Emniyet’i ele geçirmek için neden bu kadar uğraştı, bu uğraklarda kimlerin ‘yardımlarına’ başvurdu ve TSK, yargı ile beraber Emniyet’i neden bu kadar önemsedi? Bu dosya konumuzda, hem bu soruların cevabını arayacağız hem de Emniyet-CIA-Cemaat arasındaki yakın ilişkilere biraz göz gezdireceğiz.
“Altın Nesil” ortaya çıkıyor
Fethullah Gülen’in, 2000’li yıllarda bürokrasiye yerleşmesini planladığı ve “Altın Nesil” olarak kodladığı cemaat kadrolarının tohumları, 1970’lerde eğitim alanına yaptığı ‘yatırımlar’ ile Işık Evleri’nde atıldı. Gülen Cemaati’nin gözünü diktiği alanların başında ise Emniyet geliyordu. 1987-1991 yılları arasında, Işık Evleri’nden polislik mesleğine yönlendirilenler, Polis Akademisi, Polis Koleji, Polis Okulları ve bazı Emniyet daire başkanlıklarında etkili olmaya başladılar. Bunda 1984 yılında Turgut Özal’ın Polis Akademisi yasasında yaptığı değişikliğin önemlice bir payı vardı. Bu değişiklik ile lise ve üniversite mezunlarına doğrudan Polis Akademisi’ne girme imkânı tanınmıştı. Daha önce sadece Polis Koleji’nden mezun olanların devam edebildiği Polis Akademisi’nin ilk ve son sınıflarına dışarıdan da öğrenci alınmasına ilişkin yapılan bu düzenleme emniyet içindeki Cemaat örgütlenmesinin de miladı sayılıyordu. Gülen Cemaati’nin Emniyet’e sızmasını kolaylaştıran bir diğer faktör de, ANAP iktidarı döneminde Nakşibendi kimliği herkesçe bilinen dönemin İç İşleri Bakanı Abdülkadir Aksu’nun Cemaat üyelerine sağladığı özgürlükler idi.
Gülen Cemaati içi Polis Okullarından sonra emniyetteki örgütlenmelerin en önemli adresleri, atamaların kolaylaştırılması için Personel Dairesi, İstihbarat ve KOM (Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele) Daire Başkanlığı idi. İstihbarat ve KOM’un ele geçirilmesi demek, hem bilgi toplamak hem de bilgi topladıkları kişi ve kurumlar hakkında adli işlem yapabilme anlamına geliyordu. Bu nedenle Cemaat için kritik öneme sahipti bu daireler.
“Cemaate dokunan yanar”
Polis Akademisi’nden, “Cumhuriyet gazetesi okuduğu” ve “ Zülfü Livaneli’nin Ada kasetini dinlediği” gerekçesiyle, sicili bozularak ilişiği kesilen, “Fethullahın Copları” kitabının yazarı Zübeyir Kındıra, BirGün Gazetesi’nden Onurkan Avcı’ya verdiği röportajda, Cemaate ilişkin şunları kaydeder;
“Cemaatçi polisler, kendi kadrolaşmalarını tamamlayabilmek için önce Atatürkçü, demokrat, ulusalcı kesime yönelik operasyonlar yaptılar. Daha okul sıralarında başlayan bu ayrıştırma, kendilerinden olmayanları karalama ve yok etme sistemlerini, aktif birimlerde daha da katı bir şekilde sürdürdüler. Dahası güçlendikçe, önce kendi yanlarında ve yakınlarında tuttukları Ülkücü kökenli polisleri de saf dışı etmek için aynı karalama yöntemleriyle suçlamaya başladılar. Bildiğim bir şey var ki, cemaate dokunan yanar. Cemaat arkasına aldığı ABD desteği, CIA koruması ve katkılarıyla, devlet ve iktidar içindeki kadrolaşmasıyla önemli bir güçtür.”
1990’lı yıllar Cemaat kadrolarının Emniyet içerisindeki yükselişlerine sahne olur. Önemli gördükleri noktalara atamalarda yapılan usulsüzlükler ile müdahale ederek kendi adamlarını atarlar. Emniyetin içerisinde Cemaatçi olan ve Cemaatçi olmayan ayrımı artık gözle görülür bir hale gelmiştir. Ancak ne dönemin iktidarları ne de medya bu duruma ilişkin herhangi bir müdahalede bulunmadığı gibi, Cemaat koruyup kollanmaya devam eder.
1999 ve 2003 arasında Emniyet Teşkilatı’nda yapılan bir dizi değişiklik ile polisler diğer kamu görevlileri gibi yurtdışında eğitim almaya başlar.
2000 yılında, ODTÜ Sosyoloji Bölüm Başkanı olan –bir dönem YÖK başkanlığı da yapan- Yusuf Ziya Özcan’a Emniyet’teki bazı isimler tarafından bir enstitü kurma fikri iletilir. Özcan öneriyi ODTÜ rektörü Ömer Saatçioğlu’na götürür ve hemen akabinde Emniyet Genel Müdürlüğü ile “Uluslararası Güvenlik ve İnsan Hakları Araştırma Merkezi” kurulması konusunda anlaşmaya varılır. ODTÜ’de kurulan merkezin ardından ise, Kuzey Teksas Üniversitesi’nde TIPS (Turkish Institute for Police Studies) kurulur. Aynı yıl 65 polis eğitim için Teksas’a gönderilir. Enstitünün ilk öğrencisi ise, şuan darbe girişimi nedeniyle hapiste olan Samih Teymur’dur. Teymur, kısa süre sonra Washington’da açılan TISD (Turkish Institute for Security and Democrasy) başkanlığına getirilir. TISD’in CIA ile yakın ilişkileri olduğu, bizzat Teymur’un verdiği röportajlarda defalarca dile getirilmiştir. TISD’in toplantılarına CIA’den ve FBI’dan uzmanlar gelirken, Teymur, CIA’e Guantanamo’daki hapishaneye “birlikte gitme ve sorgu yönetmelerini öğrenme” konusunda teklif götürür.
1990’da komiser yardımcısı olarak Polis Akademisi’nden mezun olan Teymur, Terörle Mücadele Şubesi’nde göreve başlar ve 2002 yılında ABD’ye gider. Yasa MİT mensubu olmayan memurlara 4 yıldan fazla yurtdışında kalma izni vermediği halde, Teymur 6 yıl boyunca ABD’de kalır. Türkiye dönmesi ise, Emniyet’in imamı olarak bilinen Osman Hilmi Özdil’in kendisini ziyarete geldiğinde FBI tarafından sorguya çekilmesi nedeniyle olur.
Teymur döner dönmez Batman Emniyet Müdür Yardımcılığı görevine atanır ve 2012’de Murat Günbeyi ile beraber bir “Kürt Raporu” hazırlar.
ABD doğumlu Murat Günbeyi, Başsavcılık makamını basıp gözaltına aldığı İlhan Cihaner, CHP’den milletvekili seçildiği yıl, “Meclise girip Ergenekon ile mücadeleye devam edeceğim” sözleri ile hatırlanan, Cemaatin yine önemli kadrolarından bir tanesidir.
Teymur, 2014’te POMEM’e atanırken, 13 Ekim 2016’da Ümraniye’de yakalanarak tutuklanır. Günbeyi ise 15 Temmuz Darbe Girişimi’nden hemen önce 17 Haziran 2016’da yakalanarak tutuklanır.
CIA’in Gülen Cemaati’ne ‘desteği’ yalnızca Emniyet personelleri ile sınırlı değildir. Gülen, “din görevlisi olarak” edindiği özel göçmenlik statüsünü eski CIA ajanı Graham Fuller sayesinde alır. Fuller 15 Temmuz’dan sonra, Huffington Post’ta yayımlanan makalesinde şunları kaydedecektir;
“2006 yılında Gülen’in ABD’ye yeşil kart başvurusuna dair üst yazıyı ben yazdım. Gülen’in ABD için bir güvenlik tehdidi olabileceğine inanmadığımı belirttim. Yeşil Kart’a onay vermem Siyasal İslam’ın Geleceği isimli kitabımı yeni bitirdiğim zamana denk geldi. Zira bu kitabı hazırlarken Hizmet’i oldukça ılımlı, hoşgörülü, şiddet yanlısı olmayan, dialoga açık, siyasi olmaktan ziyade sosyal bir hareket olup eğitime önem verdiğini gördüm.”
Cemaat-CIA ilişkisinde, öne çıkan isimlerden bir tanesi de, bazı FETÖ mensuplarının yurtdışına kaçışı için olanaklar sağlayan eski MİT mensubu Enver Altaylı’dır. Altaylı, soğuk savaş döneminde, CIA’in birinci elden yetiştirdiği isimlerden bir tanesi olmakla birlikte, Türki Cumhuriyet’lerde Cemaat’e CIA’in desteği ile okul açan, Cemaat’in ‘faydalandığı’ bir isimdir.
ABD’li yetkililer ile ilişkisi oldukça ‘sıkı’ olan bir başka isim de, Zekeriya Öz’dür. İddiaya göre dönemin İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili Zekeriya Öz şuan tutuklu bulunan ABD Başkonsolosluğu’nda görevli irtibat görevlisi M.T ile düzenli olarak telefonla görüşmüş, kendisine bilgi aktarmıştır. M.T. savcılık sorgusunda dönemin özel yetkili savcısı Zekeriya Öz ile iki kez görüştüğünü bunların da tamamen ABD ve Türk polisinin ortak çalıştığı operasyonlara ilişkin olduğunu vurgulamıştır. M.T , Zekeriya Öz ile son görüşmelerinde yanlarında 2 ABD’li yetkilinin de bulunduğunu, kendisini davet ettiklerini ancak Zekeriya Öz’ün VIP karşılama ve ağırlama isteğinden dolayı bu görüşmenin geri çevrildiğini belirtmiştir.
Hedef tahtasındaki ilk isim Emin Arslan
CIA’in açık desteği ile Emniyet’te hızla yükselen Cemaat’e, hem dönemin iktidarları hem de AKP eliyle sonsuz bir özgürlükler ortamı sağlanır. Cemaatin hedef tahtasına oturttuğu ilk isim de Hüseyin Baybaşin ve Urfi Çetinkaya’nın uyuşturucu şebekelerinin çökertildiği operasyonlar ile tanınan Emin Arslan’dır.
1995’de Akdeniz’de Lucky-S gemisinde yakalanan 14 ton uyuşturucunun sahibi Hüseyin Baybaşin, Türkiye ve Hollanda polisi ile ortak yürüttüğü operasyonla 27 Mart 1998’de Hollanda’da yakalanır.
14 Ağustos 1998’de noktalanan ‘Matador’ adı verilen operasyonla, Urfi Çetinkaya ve ortağı Cemal Nayır ile adamları yakalanarak tutuklanır.
Bu operasyonları yürüten Emin Arslan ise 2003 yılında FETÖ’cülerin terfi ettirilmesi için ikinci kez usulsüz olarak bir biçimde toplanan terfi şurasında, atamalara koyduğu muhalefet şerhi nedeniyle hedef tahtasına yerleştirilir. Ardından görevinden alınan Arslan, idari yargı ile görevine yeniden döner. Ancak 2009 yılında adına düzenlenen bir tertip ile tutuklanır. O dönem Cemaat’in bu usulsüzlüklerini örtbas eden ise AKP hükümetinden başkası değildir.
‘Kandırılmanın’ bu kadar kolay olduğu ülkemizde, söz konusu Cemaat olunca, herkesin bu mafyatik yapılanmanın çimentosuna su taşıdığı aşikar.
Onunla mücadele yöntemi de elbet…
Cemaate kucak açan, onu destekleyen, CIA’i, AKP’si, dönemin iktidarları…
Türkiye’nin hepsinden kurtulması dileğiyle…
Kaynak:
*İmam’ın Ordusu-Ahmet Şık- Kırmızı Kedi Yayınları
*Mahrem: Gizli Belgeler’de Türkiye’nin Sırları- Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu, Kırmızı Kedi Yayınları