Dünya üzerindeki farklı ulusların güncel olarak geldiği nokta kapitalizmin ve artık 20. yüzyılın başlarından itibaren emperyalizmin tarihinden bağımsız değil. Dolayısıyla “ulusal kurtuluş” olguları da bunlarla birlikte değerlendirilirken “ulusların kendi kaderini tayin hakkı”nın da bağımsız bir şekilde ele alınma şansı bulunmuyor.
Ulusların kendi kaderini tayin hakkı (UKKTH) tartışmasının güncel olarak tekrar gündeme gelmesinin bir sebebi, Kuzey Irak’ta bölgesel yönetimin 25 Eylül tarihinde yapmayı planladığı “bağımsızlık referandumu”.
Bunun dışında UKKTH tartışması gerek dünya üzerinde, gerekse Türkiye’de sol ve sosyalist çevrelerin ele aldığı önemli başlıklardan biri. Öncelikle meselenin biçimsel kısmına değinmekte fayda bulunuyor. Referandum, oylama ya da çeşitli seçim mekanizmalarını devreye sokarak, etnik bir topluluğun ya da ulusal bir birimin tercihini ortaya koymasını beklemek kapitalizmin geldiği noktanın karşımıza çıkardığı olgulardan biri.
Özüne baktığınızda kapitalizmin işine yarayan, emperyalist sistemin ekonomik, siyasi çıkarları ile çelişmeyen, bir ulus devlet ölçeğinde ya da ulusal bir birimdeki emekçilerin siyasal iktidar mücadelesi ile uzaktan yakından ilgisi olmayan seçim, referandum gibi “demokratik” sayılan yöntemlerin işte tam da bu yüzden arka planında ne olduğunun ortaya konulması gerekli.
Hele ki mesele UKKTH gibi kritik ve önemli bir konuysa, tüm bu başlıklarda ulusal pencereden bakışın bir kenara bırakılarak sınıfsal gözlüklerin takılması gerekiyor. Yoksa emperyalist manipülasyon bu alanda da büyük bir yanılsamayı emekçilere dayatıyor.
Nereden nereye?
UKKTH tartışması sağın içerisinde çok yapılmaz. Ağırlıklı olarak solun ya da sosyalizm mücadelesi veren kesimlerin önemli bir tartışma başlığıdır. İlk olarak komünist ve işçi partilerinin uluslararası örgütlenmesi olan 2. Enternasyonal’in 1896 yılında yaptığı Londra Kongresi’nde gündeme gelmiştir. Polonya üzerinden yapılan tartışmalardan hareketle, dünya üzerindeki komünist ve işçi partilerinin ulusların kendi kaderini tayin hakkı etmede doğrudan doğruya tanınması kararı alınmıştır. Bu kararla birlikte ele alınan önemli bir karar daha vardır. O da dünya üzerindeki tüm işçilerin sınıf savaşında uluslararası birliği için çağrı yapılmasıdır.
Bu kararın alındığı kesit dünya üzerinde uluslaşma süreçlerinin belirli bir olgunluğa eriştiği, bununla birlikte belli bir ulusallık düzeyine geçmiş olan insan topluluklarının geleceği konusunda komünistlerin nasıl bir yanıt üretecekleri hakkındaki arayış dönemine denk düşmektedir. Bu arayış ya da tartışmaların önemlice bir bölümü aşılırken, günümüzde bazı tartışmalar hala eski referanslarla ele alınmaktadır.
Uluslaşma süreçleri, devrimler, ulusal kurtuluş mücadeleleri ve benzeri başlıkları ele alırken işin tarihsel boyutunun da altının çizilmesi gerekiyor. Burjuva devrimlerinin yükselişte olduğu bir çağda, onların bir fonksiyonu olarak ortaya çıkan uluslaşma süreçleri ve şekillenen ulusal devletler, son tahlilde sermayenin yeniden üretilmesi ve kapitalist birikim süreçlerinin tanımlanması için optimum zemin olarak şekillenmiştir. Doğal olarak o dönemde herhangi bir ulusun kendi kaderini tayini diye bir tartışma bulunmuyordu. Ağırlıklı olarak burjuvazi, kimi zaman bulunduğu yerdeki işçi sınıfının ya da küçük burjuvazinin de desteğini alarak iktidar mücadelesi veriyor, son tahlilde kendi ulusunun kaderini belirlemiş oluyordu.
Taktik bir yönelimden ibaret
Burjuva devrimleri çağından, emperyalizm çağına ve dolayısıyla sosyalist devrimler çağına geçilmeye başlandıktan sonra ulusal şekillenmeler işçi sınıfının iktidar mücadelesinin bir fonksiyonu haline gelirken, UKKTH olgusu da buradaki taktik bir açılım olarak özellikle Rusya’da Bolşevikler tarafından gündeme alınmıştır. Lenin ve Bolşeviklerin temel düsturu bu başlığın işçi sınıfının iktidar mücadelesinde ve sosyalist devrimler için işe yarar bir olgu olup olmadığıdır. Daha ötesi olarak değerlendirilme şansı bulunmamaktadır. Aynı dönemde emperyalist güçlerin bunu mandacılık ve çeşitli emperyalist sömürü biçimlerinin aracı olarak kullanmak isteseler de, sosyalizmin iktidara gelişi ile birlikte tartışma tersine dönmüştür. 2. Enternasyonal’de yapılan tartışma tam da bu geçiş evresine denk düşmektedir.
Bir sonraki evre, dünya üzerinde emperyalizm kapitalist sistem ile sosyalizmin karşı karşıya geçirdiği 74 yıllık evredir. Bu dönemde genel olarak ulusal kurtuluş mücadeleleri sosyalizmin emperyalizme karşı çizdiği hattın bir fonksiyonu olarak ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla UKKTH olgusu da bu pencereden bakarak ele alınmıştır.
Son olarak günümüzü de kesecek şekilde, sosyalizmin geriye çekildiği dönemde ulusal çelişkiler bir kere daha emperyalizme hizmet eder pozisyona geçerken, UKKTH de bu tartışmayı emperyalizm lehine açan maymuncuk rolü üstlenmektedir. Mikro milliyetçilikler, yeni kurulan küçük devletçikler, etnik farklılaşmaların ulusal düzleme çıkartılarak farklılıkların abartılması gibi olguların hepsi bu zeminde türemektedir.
Sebebi açık olsa gerek, emperyalizmin “sosyalizmden kurtulduğunu” düşündüğü bir dünyada tüm ulusların emperyalist kampın hegemonyasının altına çekilmesi için bu bir demokrasi ya da özgürlükler başlığı, halkların ya da ulusların kurtuluşunun bir biçimi ya da yöntemi olarak pazarlanmaktadır.
Ulusallık değil sınıfsallık
Günümüzde ulusal sorun başlığı altında toparladığımız ulusal kurtuluş mücadeleleri, devletleşmeler, UKKTH gibi başlıkların değerlendirmeye tabi tutulurken tepe taklak olan olguyu tamamen ayakları üzerine döndürmek gerekiyor. İşçi sınıfının iktidar mücadelesi burada temel parametre olarak ortaya çıkmaktadır. Sosyalist devrimler çağı, kapitalizmin elindeki “ulusal kurtuluş” paradigmasının düşmesini sağlarken, UKKTH bu arada ilkesel olarak değil geçici olarak yararlanılan bir yaklaşım olmuştur.
Şimdi bugün ulusların kurtuluşunun değil, sınıf işbirliklerinin ya da emperyalizme tam boy bağımlı ulusal birimlerin şekillenmesinin aracı olan UKKTH’nin devrim mücadelesinde yerinin olmadığının bir kere daha altının çizilmesi gerekli.
Daha doğrusu ulusların kendi kaderini tayin olgusu yeni bir sosyalist devrimler dalgasının eseceği döneme kadar geri planda kalmaya adaydır. Bunun dışında kapitalist emperyalist makyajla önümüze demokrasi ve özgürlükler olarak sunulan her başlığın neye hizmet ettiği açık bir şekilde görülmelidir. Zaten aslolan şey ulus temelli bakışın yerini sınıfsal bakışın, kaderin tayini denilen olgunun yerini ise devrim arayışının alması gerektiğidir. Marksistlerin bakışı budur.
Bu haber en son değiştirildi 18 Eylül 2017 15:01 15:01
Ahmet Özer'in tutuklanmasının ve yerine kayyum atanmasının ardından belediyede kamu ve özel teşebbüse ait hizmetlerde…
Milli Savunma Bakanlığı, Kara Harp Okulu resmi mezuniyet töreni sonrasında yaşanan kılıç çatma töreni sonrasında…
Diyarbakır'da kaybolduktan 19 gün sonra cansız bedenine ulaşılan 8 yaşındaki Narin Güran cinayetinde itirafçı olan…
Hamas'ın siyasi büro üyesi Halil el-Hayye, Gazze'de ateşkes görüşmeleri ile ilgili değerlendirmelerde bulundu. el-Hayye, "Gazze'nin…
Çocukları ilaçlarla manipüle ederek istismara uğradığına inandıran 'Profesör Kabus' olarak tanınan Salık Zoroğlu'nun kullandığı ketamin…
23 Derece hesabının sahibi Gökhan Özbek, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımla gözaltına alındığını duyurdu.