Sevgi Soysal'dan neden feminist çıkmaz?
Sevgi Soysal’ı feminizmle sınırlandırmak, zeka dolu ironisine de ele aldığı karakterlere ve eserlerine de en hafif tabirle haksızlıktır.
Bir süredir Suat Derviş’ten Sevgi Soysal’a Türkiye’nin ilerici ve sosyalist birikiminde köşe taşı olan edebiyatçıları zorlaya zorlaya feminist ilan edilmeye çalışılıyor.
Bunu yapan kalemler ve ağızlar, bu yazarların yaşadıkları tarihsellik ile Türkiye’deki toplumsal ve siyasal mücadelenin yükselişini, kazanımlarını, kadın yazarların bu yükseliş ve birikimden beslenerek ürettiğini yok sayıyor adeta.
Suat Derviş’in bir komünist olduğunu da, Sevgi Soysal’ın ise esas olarak kapitalizme karşı çıkışını da görmezden geliyor bu bakış.
Sevgi Soysal’ın 1960’lardaki İkinci Dalga Feminist Hareketin Türkiye’deki erken ve sezgisel temsilcilerinden biri olduğunu söyleyecek kadar ileri giderek “Türk edebiyatının 1950-70 arasını kapsayan yirmi yılının, memlekette esen feminist bir cereyan olarak okunması gerektiğini” söyleyebiliyorlar mesela.
Bu iddianın sahipleri, 19. Yüzyılda Osmanlı kadınlarının dünyayla eşzamanlı olarak edebiyatta özgürleşmesini sağlayan bir kadın hareketinin varlığından bahsederken, 1923’te kurulan Cumhuriyet’in ise kadınları 19. yüzyıldaki bu hareketten kopardığını söyleyecek kadar ileri gidebiliyor.
Elbette Cumhuriyet’in “kötülüklerine” ve “kadın düşmanlığına” bir de 1960’lardaki sol siyasetin kadın sorunlarını ‘burjuva işi’ diyerek ikincil kılmasının bu nitelikler ile donanmış bir kültürel çevrede yer alan kadınların dünyadaki feminist eleştiri ve edebiyatı yakından takip etmesini engellemesi ekleniyor.
Bu söylemin sahiplerine göre Cumhuriyet ve sol olmasa kadınlar nasıl da özgürleşecekti kim bilir!
Ancak, bu arkadaşların Suat Derviş’i veya Sevgi Soysal’ı nasıl okudukları da ayrı bir muammadır.
Bu yaklaşımla mesela, Sevgi Soysal’ın 1960’larda ve özellikle 70’lerde yükselen toplumsal mücadele ve sosyalizmin ideolojik olarak güçlendiği bir dönemde – özellikle ileri dönem eserlerinde – kadın sorununu, kurulu düzenin parçası olarak ele aldığını ve aslında bu düzeni eleştirmeden sorunun aşılamayacağını anlattığını anlamış olmaları mümkün müdür?
Ya da Soysal’ın zeka dolu ironisini görebilmişler midir?
Sevgi Soysal’ı feminizmle sınırlandırmak, zeka dolu ironisine de ele aldığı karakterlere ve eserlerine de en hafif tabirle haksızlıktır.
Kadının konumunu toplumsal yapı içinde eler alır Soysal. Roman ve öykülerindeki perspektif ise açıkça kapitalist düzene, onun insanları, özellikle kadınları kuşattığı değerlere bir karşı duruştur.
Biz de ironi yapmaya çalışalım ve Sevgi Soysal’ın aslında hem kapitalizmi hem de kapitalizmin ortaya çıkardığı kadın karakterlerini nasıl eleştirdiğine bakalım.
Soysal’ın eserlerindeki kadın karakterlerinin en önemli özelliği kendilerini kuşatan yaşam biçiminden kurtulma isteğidir. Kendilerinden hoşnut değillerdir ve kendilerini çevreleyen sınırlar içerisinde bir değişimle mutlu olacakları bir yaşamı hayal ederler.
Oysa Sevgi Soysal’ın yapıtlarındaki keskin eleştiriden çıkan da, bugün de tam boy karşımızda duran da aynı şeydir: Bu düzen yıkılmadıkça bizi kuşatan, köleleştiren yaşam biçiminden kurtulmamız mümkün değildir.
Kadını köleleştiren mülkiyet ilişkileriyle birlikte onun toplumsal alandaki kurumlarının ortadan kaldırılması da ancak kapitalizmin yıkılması ve yeni bir siyasi toplumsal yapının kurulmasıyla mümkün olur. Gericiliğin, sömürünün ve bunların toplumsal yaşamda insanlar üzerinde yarattığı egemen zihniyet ve ilişki biçimleri ancak, bunların beslendiği maddi koşullar ortadan kalktığı zaman yok olacaktır.
Bunun yerine kurulacak olan bir toplumsal düzen insanlar arasındaki ilişkilerin ve toplumsal değerlerin, eşitlik, akıl ve özgürlük zemininde kurulacağı bir düzen olacaktır. Bu zemin kurulmaksızın toplumsal değerlerin, insanın karakter ve psikolojisinin değişimi mümkün değildir.