Seçim döneminin tüm kuralları işliyor tek bir istisna ile…
Seçim süreçlerinde önceden zerre kadar bile olsa bir dayanak noktası olurdu. 16 yılın sahibi AKP için önceki seçimlerde dayanak yaratmanın yolu mutlaka bulunurdu. Gerek bomba siyaseti, gerek “Van Minüt” şovlar derken, AKP meşruluk açısından kaybettiğini anladığı an, iddiayı bir dayatmaya evriltme yolunu hep buldu.
Peki şimdi öyle mi? Açıkladıkları seçim manifestosunun ruhunda “Daha iyisini yapacağız” vaadi utangaçça bile olsa yok. Sanki ilk defa seçime katılan bir parti gibi manifesto açıklanınca en fazla sosyal medyada dalga konusu, rakipleri açısından ise “Eee hadi yap bakalım ne engel var” tadında bir karşılamaya konu olabiliyor.
Tayyip Erdoğan’ın şahsını ortaya koyduğu bir AKP seçim stratejisi var karşımızda.
Buna karşın, parlamentoda temsil edilen muhalefetin ise benzer bir şekilde meşruluk iddiası olduğunu söyleyebilir miyiz?
“Tamam, sıkıldık” siyaseti başlı başına bir dayanak sağlar mı?
Meşruluk, haklılık, doğruluk; bunlar siyaset söz konusu olduğunda kimilerinin ısrarla söylediği gibi göreceli kavramlar olmaktan çoktan çıkmıştır.
İktidar partisinin yukarıdaki kavramların arkasına sığınamadığı bir dönemde halkın ve ülkenin sorunlarının kaynaklarından uzaklaşmanın sizi en fazla yaklaştırdığı yer, AKP’nin Tayyip Erdoğan’ı ortaya koyduğu noktaya gelmek ve buna hapsolmak anlamına gelir.
Düzen muhalefetinin de bundan başka bir çaresinin olmadığı görülüyor. Siyasette asli ayrımların öne çıkması gerekirken bu ayrımların olmadığı bir yerde neyi ön plana çıkarabilirler ki? NATO’culuğu mu, AB’ciliği mi, sermaye iktidarını mı? Burada bir mutabakat olduğunu biliyoruz. İş, bu durumda demokrasiye geliyor. İktidar ve muhalefetin oynadığı alanın konusu, içine tükürülecek bir demokrasi ile içinde mutlu olunacak bir demokrasi yarışı oluyor.
İşte bu “tutunma siyaseti” oluyor. Düzen cephesinde cumhuriyet, bağımsızlık, laiklik, eşitlik, özgürlük bunlar eksik bile olsa ağza dahi alınmıyor. Bir ezber olarak karşımıza her daim getirilen demokrasi olmadan bunların olmayacağı tezi, demokrasiye tutunma siyasetinin temelini oluşturuyor. Demokrasi düşmanları ile demokrasi dostları arasındaki yarış, gelmiş bir kişiye hapsedilmiş durumda. Hafızanın son 16 yıla kadar uzanması ortaya işte böyle garip bir tablo çıkarıyor. Bu 16 yıllık bellekte emperyalizm, AKP’nin hangi icazetle doğduğu ve ilerlediği -konuyu politikleştirdiğinden- buralara gelemeden demokrasi basamağının üstünde sürekli zıplayarak merdiven atladığını düşünen bir muhalefet mutlu olmak istiyor.
Her seçimin, politik algıları açtığı bir gerçek olsa da işte bu tür bir tutunma siyaseti o algıları dahi tıkıyor, apolitikleştiriyor, herkesin hesabı kitabı bir bir ortaya dökülüyor.
Başkan adaylarının son birkaç günde söylediği sözlere bakınca bu daha da ortaya çıkıyor.
Muharrem İnce diyor ki, Cumhurbaşkanına söyledim, 16 yıl yeter biraz da biz yönetelim.
Merak Akşener diyor ki, Güneydoğu’da elim hiç havada kalmadı.
Temel Karamollaoğlu ve eşrafı şu aralar kendisini Che Guevara’ya benzetmekle meşguller.
Selahattin Demirtaş’ın ise daha önceki adaylık sürecinden farklı bir söz söylemesini kimse beklemiyor.
Kendini düzen dışı sol olarak nitelendiren öbeklerin seçim tahlilleri ile seçim tavırları arasındaki çok büyük açılarla zıplanılan demokrasi basamağının yarattığı esintiden serinledikleri anlaşılıyor.
Bu tür bir tutunma siyaseti, korsan seçimin nedenleri de düşünüldüğünde, ileriki yıllarda hatta aylarda ülkenin itileceği daha da korkunç bir tabloda “Ben bu kavgada yokum” demekle eş değerdir. Çünkü orada daha fazla ABD, daha fazla bölgesel savaş, daha fazla yoksulluk ve emekçi gündemleri vardır. Madem seçim dönemleri siyasi partilerin en önemli, en değerli, olmazsa olmazlarını söylediği örgütlendiği dönemlerdir; o halde bu seçim döneminde meşruluk, haklılık ve doğruluk sınırını herkes kendisi için çizmiştir. İşte o çizginin ruhu ile seçim sonrasındaki tabloda emekçiler ve ülkemiz için daha da ağırlaşan bu yükü şimdiden kaldıramayanlar için tutundukları yer bir protokol sandalyesinden öteye gidemez.
Bir de başka bir tutunma siyaseti var. Düzen içi hesaplardan kopma siyaseti bu, sınıf uzlaşmacılığından, emperyalist oyunlarda bir kart olmaktan, parlamenter demokrasiye hapsolmaktan kopma siyaseti.
Sosyalizme tutunma siyaseti bu.
Tutunduğu yeri kurutan değil, yeşerten bir tutunma siyaseti…
Kopmadan tutunma olmaz. Tutunduktan sonra kopanlardan emekçilere hayır gelmez…