Baro seçimlerine doğru giderken...

"Avukat Hareketi, kuvvetler ayrılığı ilkesinin ve yargı bağımsızlığının ortadan kaldırılmasını, hukuk güvenliğinin yok edilmesini, yargının özelleştirilmesini kabul etmeyen ve en geniş anlamıyla hukuk devletini savunan avukatlardan oluşuyor."

Baro seçimlerine doğru giderken...

SELİN AKSOY

16 yıl; yeryüzü için uzun olmayan, insanlığın evrimine bakıldığında oldukça kısa görünen ama işin içine siyasal iktidarın sürekliliği girdiğinde, 21. yüzyılda bir neslin düşünme biçimlerini değiştirebilmek ve şekillendirebilmek için yeterli bir süre. AKP iktidarıise bu süreyi yeni bir cumhuriyetin kurucu partisi misyonunu edinmek için kullanmıştır. 12 Eylül 2010 Anayasa Referandumu ile önemli bir eşik noktasını geçen AKP iktidarının, bu tarihle beraber hukuk eliyle Birinci Cumhuriyet’in ve bu cumhuriyetin toplumunun temel yapı taşlarını hukuk eliyle şekillendirmeye başladığını görürüz.

Walter Benjamin’e göre “yasa, şiddeti sadece gizlemekle kalmaz, fakat onu olumlayarak hukuk düzeninin içerisine yerleştirir.” Benjamin, bu süreci, “muktedirlere özgü” olarak tanımlar ki bu düşünce “güçlünün hukuku” kavramının daha ilişkisel bir niteliğini göstermesi bakımından önemli bir yer tutar.”

Hukukun içeriğini ve işlevini dönüştüren bu iktidar, sosyal yaşama hukuk eliyle müdahale etmiş, hukukun somut uygulama alanı olan yargıyı da doğrudan kendine bağımlı hale getirmiştir. AKP’nin bu süreçteki – belirgin- ilk icraatları arasında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısında yaptığı değişiklikler ve seçimlerindeki müdahaleleri ile mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı ilkelerini ortadan kaldıran düzenlemeler yapması vardır. Böylece açıkça kendine biat edebilecek kimseleri kadrolaştırmıştır. Yargının üç unsuru olan hakim, savcı ve avukatlardan hakim ve savcıların iradelerini yasal değişikliklerle iktidarın ihtiyaçlarına bağlı hale getirmiş ancak avukatlarla ilgili yapılanmada diğer alanlarda olduğu gibi hızlı olamamış, bunun için kendi hukukunu daha fazla yerleştirmesi gerekmiştir.

15 Temmuz 2016 tarihinden sonra ise – hukuka aykırı biçimde – olağan dönemin dahi yasama biçimi haline gelen KHK’lar, OHAL ilanı ile birlikte itiraz yoluna da kapatılarak, muhalefetin tamamen bastırılması ve etkisizleştirilmesi sağlanmıştır.

24 Haziran seçimleriyle beraber de cumhurbaşkanlığı rejimine geçilerek, artık meclisin tamamen safdışı bırakıldığı bir döneme girilmiş, 16 yıllık sürecin sonunda yeni rejimin yerleşmesi için en son adım da atılmıştır. Bu tarihle beraber cumhurbaşkanlığı kararnameleri bir “norm düzenlemesi” biçimine dönüşmüştir. Bu kararnamelerden biri de uzun zamandır eline geçiremediği barolara ilişkin bir tehlikeyi içinde barındırmaktadır.  5 Nolu Cumhurbaşkanlığı kararnamesinde Devlet Denetleme Kurulu’na (DDK) verilen ‘meslek kuruluşlarını denetleme ve görevi başında kalmasında sakınca görülenlere görevden uzaklaştırma yetkisi” verilmiştir.

Tarihsel olarak bağımsız niteliğinin koruyan avukatlar, 16 yıldır AKP’nin bu saldırılarına türlü şekillerde karşı durmaya çabalamaktadır. Bugün tam rakam tespit edilemese de 600 avukatın tutukluğu olduğu belirtiliyor. Bunların büyük bir kısmı FETÖ soruşturması kapsamında tutuklu iken Halkın Hukuk Bürosu ve Kapatılan Çağdaş Hukukçular Derneği üyesi 17 onurlu avukat da haksız yere tutuklu kalmaya devam etmektedir. Öyle ki, 1 seneyi aşkın tutuklulukları sonrasındaki ilk duruşmalarında salıverilen avukatlar, ertesi gün savcının itirazı ile yeniden tutuklanmıştır. Bu durumun hiçbir “hukuki” ve “mantıklı” açıklaması bulunmamaktadır. Bu durum, yukarıda belirttiğimiz yargının bir emireri hale gelmesinin sarih bir göstergesinden başkası değildir.

Ekim ayında Türkiye’de bir dizi baro, yeni yönetimlerini seçecekler. İstanbul Barosu da onlardan biri. Maalesef belirtmek gerekiyor ki, AKP’nin hukuk eliyle toplumu ve rejimin temel yapı taşlarını değiştirdiği bu tabloda, Türkiye Barolar Birliği ve dünyanın en kalabalık barosu olmakla övünen İstanbul Barosu, direnme sınavını geçememiştir. Baroların ve mensubu avukatların kamusal niteliği gözardı edilmiş, “siyasete bulaşmadan” ama karşı da durmayan “siyaset” yapılmıştır. Sessiz kalmak bir tutumdur ve bizatihi sessiz kalmanın da politik sonuçları vardır.

Bu karanlık tabloya rağmen, yani hukukun toplumda oynadığı rolün kendisinin sorun haline geldiği bir dönemin sonuçlarını yaşadığımız, hukuk güvenliğinin kalmadığı, toplumda adaletin gerçekleşeceğine dair inancın olmadığı ve ne olursa olsun “şaşırılmayan” bir dönemden geçtiğimiz bu günlerde bu karanlığı yırtmak isteyen avukatlar olduğunu görüyoruz.

Avukat Hareketi, içinde daha önce çeşitli avukat gruplarında (Çağdaş Avukatlar Grubu, Önce İlke Çağdaş Avukatlar Grubu gibi) görev yapmış ve bağımsız bir dizi avukatın yanyana gelip, “Nasıl bir hukuk istiyoruz” ve “Nasıl bir Türkiye istiyoruz?” sorularına verdikleri yanıtlar ile baro yönetimine aday olduklarını açıkladı.  Avukat Hareketi, kuvvetler ayrılığı ilkesinin ve yargı bağımsızlığının ortadan kaldırılmasını, hukuk güvenliğinin yok edilmesini, yargının özelleştirilmesini kabul etmeyen ve en geniş anlamıyla hukuk devletini savunan avukatlardan oluşuyor. Bu avukatlar, bağımsız, tarafsız ve etkin bir yargı için mücadele verilmesi gerektiğini, Türkiye’nin geleceğinin; dinin ve dini kurumların toplumsal yaşama biçim verici müdahalelerinin ortadan kaldırıldığı, insanlar arası eşitsizliklere kaynaklık eden ekonomik bir düzen yerine toplumsal çıkarları gözeten eşitlikçi bir sistemin kurulduğu, tüm yurttaşların özgür ve kardeşçe birlikte yaşayacağı demokratik ve laik bir cumhuriyette olacağına inanıyor.

En önemlisi bu hareketi başlatan avukatlar; bağımsız, özgür, adil, eşitlikçi, emeğe ve emekçiye hakkının ve değerinin verildiği bir ülke istediklerini açıklıyor. Bu açıklamalar iddialı ama bir o kadar da akılcı talepler ve amaçları hedeflemektedir. Bugün hukukun ele geçirilememiş en önemli yapı taşlarından biri olan savunmanın daha güçlü şekilde bu ilkeler ışığında mücadele etmesi gerekmektedir.