ÇAĞRI MERKEZLERİNDE SÖMÜRÜ
Özer Aydoğdu
Hollywood merkezli Amerikan sineması özellikle son yıllarda, büyük çoğunluğunu süper kahraman filmlerinin oluşturduğu bir filmler furyasıyla ve buna bağlı olarak aylar öncesinde yayınlamaya başladıkları fragmanlarla, gişe hasılatı kaybı ve paragöz endişelerini minimize etmeye çalışıyor. Bu sebeple de daha fragmanda filmin hikayesine ve kahramanlarına dair ne varsa anlatmaya çalışıyor ki insanlar gitsin ve filmleri izlesin. Filmlere gittiğinizdeyse, filmin sonu dışında çok fazla sürprizle karşılaşmadan sinemadan ayrılıyorsunuz ve haliyle sadece filmin sonunu sakladıkları için, filmin son sahnesi bizleri ya bir ok gibi beyinlerimizden vuruyor ya da öyle bir ‘mutlu son’ yaşatıyor ki sanki çok değerli bir, bir-buçuk saat geçirmişiz diye düşünürken buluyor uz kendimizi. Hatta konusunu ve hikayesini büyük oranda bilerek izlediğimiz filmin sonunu tahmin edebilir bir hale geldiğinde de aynı hislere sahip olabiliyoruz. Tipik olay örgüsünden vazgeçmeyen Hollywood sineması, adeta sonu tahmin edilebilir filmleriyle, biz sinema severlerle dalga geçiyor, ki ben böyle filmleri çerez ya da uykuluk filmler olarak adlandırıyorum, sizi bilemem tabi.
İşte farkını tam olarak burada koymaya başlıyor bağımsız Amerikan sineması. Fragmanları izlediğinizde filme ve karakterlere dair sadece birkaç ipucu veriyor ve bilinçli sinema izleyenleri filme daha büyük bir iştah ve meraka götürüyor.
Bağımsız Amerikan Sinemasının bir diğer büyük özelliğiyse filmlerde sadece tek veya birkaç temel karakter üzerinden filmi götürmenin dışında; bu karakterleri ‘kahraman’ olarak değil, toplumda var olan normal ve doğal insanlar olarak inşa etmesi ve karakterler üzerinden toplumun genel durumunu anlatmasıdır. Tabii ki de kara mizahtan gelen müthiş bir absürtlük de birçok filmde mevcuttur ama bu kara mizah öyle bir incelikle işlenir ve kullanılır ki absürt olaylar örgüsü bizi doğallıktan alıp, yapay ya da yapmacık olaylara götürmez. Son yıllarda çıkan ve akla ilk gelen örnek ise ‘Me, Earl and the Dying Girl’ isimli deneysel filmdir.
Şimdi gelelim anlatmak istediğim filme: Sorry to Bother You! (Rahatsız Ettiğim İçin Özür Dilerim!) Kadrosunda Danny Glover, Forest Whitaker, Armie Hammer ve Rosario Dawson gibi kendini Hollywood’da tanıtmış isimler olmasına rağmen; oyunculuk kariyerinin büyük çoğunluğunu ‘ikinci sınıf’ Hollywood yapımlarında (Atlanta isimli dizi en çok öne çıkanı) yer almış Lakeith Stanfield isimli bir genç oyuncuyu başrolde görüyoruz. Namı-diğer Cassius ‘Cash’ Green. Yönetmen koltuğunda ise Boots Riley isimli eski rapçi var, ki bence bu yılın en iyi çıkışını yapan yönetmeni.
Açıkçası fragmanı ilk izlediğinizde, işte gene ikinci sınıf insan muamelesi görmüş, ırkçılıkla mücadele etmeye devam eden siyahi toplumdan özür dileme filmlerinden biri olduğunu düşünüyor ve ‘çağrı merkezinde’ satış yapmak için sesini ‘beyazlara’ benzeten ana karakterimizin seyirciyi gülmekten öldüreceğini düşünüyorsunuz. Ama filmin sonunda büyük bir gerçek sizi vuruyor: Bu aslında benim beyaz yakalı bir işçi olarak yaşadığım sıkıntıların absürt bir şekilde anlatımı! Evet, yanlış duymadınız, filmimiz eğitimli işçi sınıfı içindeki en ezilen kesimi anlatıyor; ‘çağrı merkezi’ çalışanlarını. Hatta filmde o kadar çok işçi sınıfı vurgusu yapılıyor ki, ‘The Guardian’ isimli medya kuruluşu bile filmi bir köşe yazısına taşıyor ve ‘Yoksa bu, şu ana kadar yapılmış en şok edici anti-kapitalist film mi?’ diye bir başlık atıyor.
Filmin genel hikayesinden ve simgelerinden bahsedeceğim için şu ana kadar filmi izlemeden yazıyı okuyanlar için yazıyı burada bırakmalarını ve filmi izlemelerini öneriyorum.
Film Roland Topor’un ‘Joko’nun Doğum Günü’ isimli oyununda olduğu gibi, işçi sınıfına ait bir sektörün çektiği sıkıntıların ekrana absürt bir şekilde yansıması. Ama 80’lerin kıyafetleriyle yarattığı görüntüyle de aynı zamanda bir distopya izlettiriyor. Cassius amcasının garajında sanatçı nişanlısıyla yaşayan tipik bir Amerikan gencidir ve bir ‘çağrı merkezi’ firmasına iş başvurusunda yalan söyleyerek görüşmeye gitmiştir. Başvurduğu firma o kadar kötü koşullara sahiptir ki, yalan beyanına rağmen işe alınır. Zaten kim özgeçmişindeki referans kısmına aynı işe başvuran en yakın arkadaşını yazar ki? Cassius ilk denemelerinde satış yapamayınca strese girer fakat işte tutunamayacağını düşünmeye başladığı anda devreye ‘yaşlı kurt’ bir siyahi işçi girer. Cassius’a ‘beyaz sesi’ yapmasını önerir. Bahsetmeden geçemeyeceğim; bu telefon aramaları sırasında Cassius kendini telefonda konuştuğu kişilerin hayatının içinde, sanki yüz yüze konuşuyormuşçasına bulur. Bu sahneler filmi görsellik olarak bir kat ileriye taşıyor kanımca.
Cassius, işte tutunma çabaları esnasında bir sendika temsilcisi tarafından ‘Çağrı Merkezi Sendikası’ ile tanıştırılır ve koşulları geliştirmek için ne yapılabilir tartışmaları grev tartışmalarına dönüşür. İşte Cassius’un ikilemi tam olarak burada başlar: Ya arkadaşlarının yanında yer alacak ya da yaptığı ‘beyaz sesi’ ile birlikte, artan satışlarıyla ‘zevk almaya’ başladığı işine odaklanıp, o bodrum kattaki ofislerden kurtulacaktır. Kurtuldukça da yukarıya, büyük satışçıların olduğu yere yükselip, süslü ofisinde satış yapmaya devam edecek ve zenginleşmeye odaklanacaktır.
Bu ikileminde Cassius’u zorlayan ve onun gözlerini açmaya çalışan kişi Detroit isimli nişanlısından başkası değildir. Normalde Amerikan filmlerinde görmeye alışkın olduğumuz, güce ve paraya tapan kadın karakterlerinin aksine, Detroit işçi sınıfından ve ezilenden yanadır. Bu yüzden de grev kırıcılar ekibinde yer almaya başlayan Cassius’u terk eder. Bu detay beni filme aşık eden en önemli sebeplerden de biridir.
Detroit’in ültimatomu ve terk etmesi Cassius’un ikilemden kurtulmasına yetmez çünkü yıllardır çektiği ekonomik acılardan kurtulmuştur ve cebinde harcayacak parası olan bir birey olduğu için kendini memnun hissetmektedir. Ayrıca Armie Hammer’ın oynadığı büyük patron da yaptığı satışlardan etkilenmiş ve yılda bir kere düzenlediği evindeki partiye onu da davet etmiştir.
Filmin fragmanını ilk izlediğimde, türleri arasında fantastik ibaresinin yer alması çok garip gelmişti çünkü fragmanda fantastik herhangi bir öğeye rastlanmıyordu. Ancak, büyük patronun kalleş planının filme fantastiklik katacağını kesinlikle beklemiyordum. Filmde, bizi büyük patron karakterinin aşağılık sömürü fikirlerinin abartılmış bir hali karşılıyor. Patronun kalleş planıysa daha fazla kol gücü elde edebilmek amacıyla bir mutasyon kimyasalı geliştirip, bunu ağırlığı siyahi olan işçilere vermek ve onları yarı insan-yarı ata çevirmek. Ancak mitolojik ‘sentör’ların tam tersi, yani üst kısım at, alt kısım insan olarak. Filmin bu sahnelerini gördüğünüzde ise ‘Vay arkadaş! Bu kimin aklına gelirdi?’ diyerek, sorgulamaktan alamıyorsunuz kendinizi.
Filmin sonunda Cassius da greve katılmıştır ama patron ona fark ettirmeden kimyasalı vücuduna nüfus ettirmiştir ve o da bir yarı at yarı insana dönüşmüştür. Son olarak kendi durumunda olan diğer işçileri özgürleştirip, patronun evini basarlar.
Şimdi gelelim filmin içinde yer alan bazı simgelere: Film tam olarak simgeler diyarıdır sevgili okurlar. Cassius’un lakabının ‘Cash’ olması parayı simgeler çünkü iyi satış yapabilen bir ‘çağrı merkezi’ çalışanıdır ve sistem onu nakit para, yani ‘cash’ olarak görür. Cassius’un nişanlısı Detroit ismine sahiptir ve Detroit Amerika Birleşik Devletleri’nin en işçi kentlerinden biridir. Ayrıca 1967’deki Detroit Ayaklanması’na da güzel bir göndermedir bu karakter. ‘Beyaz sesi’ yapan çalışanların daha iyi satış yapabilmesiyse hala ikinci sınıf insan muamelesi gören siyahilerin Amerika’da içinde bulunduğu toplumsal koşullara çok anlamlı bir göndermedir.
Son olarak, Detroit film boyunca her biri birer slogan ve ayrı simgesellikler taşıyan küpeler taşıyordur ama bunları da ve bahsetmediklerimi de araştırıp, bulmaktan çekinmeyin. Sağlıcakla kalın.
Bu haber en son değiştirildi 18 Aralık 2018 08:12 08:12
Yenidoğan davası, duruşmanın altıncı gününde devam ediyor. Örgüt lideri olmakla suçlanan Dr. Fırat Sarı savunma…
NNA’daki habere göre “Kurtarma ekipleri, düşman savaş uçaklarının bir konut binasını hedef aldığı ve çok…
Türkiye Komünist Hareketi Tunceli İl Örgütü ,Tunceli ve Ovacık belediyelerine kayyum atanması üzerine bir açıklama…
İçişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamaya göre Tunceli Belediye Başkanı Cevdet Konak ve Ovacık Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül…
Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, Rusya'nın nükleer olmayan hipersonik ekipmanlarla donatılmış bir balistik füzeyi fırlatarak, Batı'ya…
Beyaz Saray Basın Sözcüsü Jean-Pierre yaptığı açıklamada ne ABD'nin ne de Ukrayna'nın bölgedeki gerilimi arttırmada…