Bir Selahattin Demirtaş sorusu: Bir doğru üç yanlışı siler mi?
Demirtaş’ın Öcalan’ın notları ile HDP kararlarının yönlendirilmeye çalışıldığı ama buna uymadıkları yönündeki vurgusu, kendi içinde iki açıdan değerlendirilebilir. İlki Demirtaş’ın bu vurguyu neden yaptığı, ikincisi bu vurguyu neden bu şekilde yaptığı?
Geçtiğimiz hafta Selahattin Demirtaş’ın mahkeme önünde yaptığı savunmanın sınırları ve içeriği, Kürt hareketi siyasetinin de sınırları ve içeriğinin özetidir. Her ne kadar Demirtaş’ın Öcalan’ın notlarına dair yorumu, Kürt kaynaklarınca sıcağı sıcağına verilen haberlerde sansüre uğramış, daha sonra da Demirtaş’ın avukatları aracılığı ile sözlerinin yanlış yorumlandığı bilgisi paylaşılmış ise de, bu düzeltmenin usulen yapıldığı siyaseti okuyan her kaynak için sabittir.
Demirtaş’ın Öcalan’ın notları ile HDP kararlarının yönlendirilmeye çalışıldığı ama buna uymadıkları yönündeki vurgusu, kendi içinde iki açıdan değerlendirilebilir. İlki Demirtaş’ın bu vurguyu neden yaptığı, ikincisi bu vurguyu neden bu şekilde yaptığı?
Vekil olmasına rağmen hukuksuz şekilde tutuklanmış Demirtaş’ın herkesin merakla beklediği ilk savunmasında iddianameye cevap verme gayreti ile bu açıklamanın yapıldığı yorumu fazlaca hukuki bir yorum olsa gerek. Her ne kadar Demirtaş, iddianamedeki hususları çürütmeye çalışsa da, Öcalan’ın talimatı ile hareket etmediklerinin örneklerini en önemli iki aşama üzerinden veriyor. Örneklerin 2010 referandumu ve 2014 cumhurbaşkanlığı seçimleri üzerinden verilmesi ve sonrasında yaptığı bir açıklamada ilk açıklaması ile çelişkili bir şekilde müdahale olmadığını vurgulaması siyaseten bir el yıkama operasyonundan öte anlam taşımaktadır.
Her şeyden önce şunu ifade edebiliriz ki, Oslo sürecinden başlayarak, “İmralı Notları”nda ortaya çıkanlar ve yapılan sözlü açıklamalar ile açılım sürecinin ana hatları ve viraj noktaları, gizli kalmamış, açığa çıkmıştır. Demirtaş, bahsettiği el notları ve içeriğinin kısa ya da orta vadede açığa çıkacağını bilen bir siyasetçidir. Bir tercih olarak bu notları kendi yorumu ve siyasi vurgularıyla savunması aracılığı ile paylaşmış olan Demirtaş’ın anlattıkları AKP’ye boyun eğmemekten ziyade İmralı’ya boyun eğmeme şeklinde yorumlanmıştır.
Peki gerçekte olan nedir? Kim kime boyun eğmiş ya da eğmemiştir?
Ülke olarak yaşadığımız son 15 yıllık süreç en önemli hakikattir. Referandum ve cumhurbaşkanlığı seçimlerini geride bıraktığımız ve bu dönemin siyasi sonuçlarını da iliklerimize kadar yaşadığımız bir kesiti geride bıraktık. Bu sürecin sonunda, Kürt hareketinin “Kürt sorununa çözüm formülü” topyekün AKP’ye boyun eğildiğini göstermektedir. Demirtaş’ın savunmasının ayrıntıları bu gerçeği değiştirmemekte hatta ispatlamaktadır.
Hemen hatırlayalım isterseniz. Müdahale edildiği söylenen 2010 referandumunda Kürt siyasetinin boykot kararı, son tahlilde AKP’yi rahatlatmıştır. Daha da önemlisi Demirtaş’ın mahkemede söylediği şu söze dikkat edilmelidir. “2010 referandumunda partim boykot kararı aldı. Bizim üzerimizde ‘evet’ oyu verilmesi için baskı oluşturuldu. O dönemde partimin içinde olmadığı bir çözüm süreci vardı. Oslo süreci olarak bilinen Hükümet ve PKK yetkililerinin yüz yüze görüştüğü süreç. Anayasa teklifi sunuldu. Biz 2 şeye itiraz ettik. Birincisi kimlikle ilgili düzenleme olmamasına, ikincisi de HSYK ve yüksek yargıyla ilgili düzenlemelerdeki tehlikelere dikkat çektik. Diğer maddeler mavi boncuk olarak yer aldı.”
Demirtaş’ın yukarıda alıntıladığım açıklamasına ilk yorum, baskıya rağmen “Evet” demeyen bir siyasi parti şeklinde olabilir. Bu gerçeğin sadece %1’idir. Kalanı ise şudur: HDP, aslında hiçbir itirazının kabul edilmediği, kalan noktaların ise aldatma amacı taşıdığını düşündüğü bir belgeye “Hayır” diyememiştir. Bu boykot son tahlilde AKP’nin elini hem masada, hem de ülkenin geleceğine dair planlarında güçlendirmiştir. Usulen sürecin nasıl işlediğinden daha da önemlisi işte budur.
2014 Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile ilgili ise durum bundan çok farklı değil. “Türkiyelileşme” iddiası ile yola çıkan HDP’ye ve başkan adayı Selahattin Demirtaş’a o dönemde ana akım medyada bolca yer verildiğini ve Öcalan ile ilgili sorulara (başkan adaylığına yapılan müdahaleye rağmen) “demokrasi lideri” çerçevesinde verilen cevapları hatırlamak gerekmektedir. Bu dönemde de AKP açısından, “müzakere/çözüm” sürecinde Kürt siyasi hareketinin açığa çıkan uçları ile oynama şansının yakalandığı görülmektedir.
Yanlış anlaşılmasın, Selahattin Demirtaş’ın aday olması ya da olmamasından bahsetmiyoruz. Savunmada ifade edildiği gibi, Öcalan’a ve açılım sürecinin bekası adına yapılan müdahaleye rağmen Demirtaş’ın aday olmasının, adaylık süreci boyunca geçmişten bu yana söylenen sözlerden farklı bir düzen eleştirisi anlamına gelmediğini ve açılıma davetin HDP tarafından sürekli altının çizildiğini belirtmek istiyoruz.
Peki müdahaleye boyun eğilse idi, yani Demirtaş aday olmasa idi ne olurdu? Aslında Kürt hareketinin Demirtaş dışında, CHP ile de ortak aday zorlaması yaptığını ama bunun sonuçlanmadığını biliyoruz. Meclisteki partilerin tamamının Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olacağı bir sonucu kabul ederek işe başladığı bu sürecin Kürt ayağının boşta bırakılması mümkün olmazdı. Demirtaş’ın ise, adaylığı ile siyasi gerginliği tırmandıran bir konumlanıştan ziyade, çözüm sürecine kan verme amacı ile adaylığını yürüttüğünü gördük.
Demirtaş’ın savunmasının başka ayrıntıları da var. Ancak bu iki noktanın Demirtaş tarafından teşhiri Kürt hareketinde farklı yorumlara da neden oldu. Tartışmalar, “Öcalan her türlü eleştiriye açık bir önderdir” ile başlayan, “Öcalan’ın talimatına uymayan, onu anlamayan beceriksiz HDP” diye devam eden ya da “Demirtaş tasfiyesinin nedenini anlatıyor, HDP şansı elden kaçıyor” diye sonlanan üç farklı yorum arasında gidedursun, biz komünistler için şaşırtıcı bir yan bulunmuyor.
“AKP’den barış gelmez” dediğimizde, teorik konuştuğu söylenen; “Büyük Türkiye’nin küçük Kürtleri olmayacağız” dediğimizde, “yapın görelim” cevapları ile karşılaşan; “Düzen dışı seçenek mümkün” dediğimizde, Kürt sorunun aciliyetini anlamadığımız ithamına maruz kalan; Kürt siyasi hareketinin somut adımlarını eleştirdiğimizde şovenlikle suçlanan biz komünistlerin gelinen bu noktada eli kolu asla bağlı değildir.
Sosyalist Türkiye seçeneği, tarihten aldığımız en değerli talimattır.