Bir Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek mizahı: Hatırlayan var mı?
Mercek | Bir Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek mizahı: Hatırlayan var mı?
Ali Ateş
2013’te gerçekleşen Haziran Direnişi’nin üzerinden 4,5 yıl geçti. 7 Haziran seçimlerinin üzerinden 2,5 yıl, 15 Temmuz darbe girişimi üzerinden ise neredeyse 1,5 yıl. Bugün ülkemiz Olağanüstü Hal Yönetimi altında, Kanun Hükmünde Kararnamelerle yönetilen, Afrin’de savaş halinde olduğumuz ve başkanlık sistemine geçiş tartışmalarının yapıldığı bir kesitten geçiyor. İçinden geçtiğimiz kesitte, burjuvazinin yönetim biçimi üzerine bir dizi teorik kavram üretilebilir ve kavramsal nitelendirmeler yapılabilir. Bunların teorik, politik ve ideolojik olarak doğru olup olmadığı ayrı bir tartışma konusu, ama içinden geçtiğimiz kesitin burjuva demokrasisi kavramıyla değil, diktatörlük, gericilik, baskı, totalitarizm, faşizm, monarşi, savaş yönetimi gibi kavramlara yakın bir tanımlamaya denk geleceği açık olsa gerek.
Meramımız bugünkü burjuva iktidarının niteliğine yönelik bir teorik kavram üretmek değil. Aynı zamanda geleceğe yönelik bir kestirim, eğilim, öngörü belirlemek de. Bunları başka yazıların konusu olarak ele almak gerekir. Bu yazı, başka bir dertle yazıldı; bugünden geçmişe bakmak. Geçmişte sol adına Türkiye siyasetine bakılırken ne tür tespitler yapıldığını hatırlatmak ve bugünkü durum ile geçmişte sol adına temsil iddiasında olan bazı kesimlerin yaptıkları saptamalar arasındaki açıyı göstermek.
Geçmiş geçmişte kaldı denebilir. Ne önemi var itirazları da gayet meşru. Ancak bugün devrimci bir siyasal mücadele içinde isek, bugün Türkiye siyasetine bakarken referans alacağımız, dikkate değer bulacağımız, sözünün ağırlığını görmezden gelemeyeceğimiz bazı “ağırlık noktalarını” hatırlamak hakkımız olsa gerek.
Ama bunlardan daha çok, vurgulanması gereken şudur: Dünkü hastalık bugün de devam ediyor. İşte burası çok önemli. Sol adına, sosyalizm adına, devrimci siyaset adına, siyaset ve ideoloji üretim noktalarımız ne kadar sağlıklı? Bugün, özellikle sosyal medya ortamı başta olmak üzere, ama ondan daha önemlisi, hala sol adına ağırlık merkezi ya da odak noktası olarak görülen bazı kesimlerin yazdıkları ve söyledikleri belli bir etkiye sahip olabiliyorsa işte burada uyarı yapma hakkımız doğuyor.
Ne yazık ki, sol adına iki kelam lafı olanların ortalıkta “teori sıktığı”, siyasal analiz ve yorumların havada uçuştuğu ve referans gösterildiği, örgütsüz devrimciliğin meşrulaştırılmaya çalışıldığı büyük bir “kirlenme” ile karşı karşıyayız. Önü arkası düşünülmeden Türkiye’de sol adına siyaset yapan bazı odakların kendilerini ifade etmelerinden öte, “uçuşan tezlerinin” büyük tahribatlara yol açtığını saptamak durumundayız.
Bu tekil tekil bazı isim ve odaklarla ilgili değil aynı zamanda sosyalist hareketin bütünü açısından üzerinde durulması gereken önemli bir konu olarak ele alınmalıdır. Mesele tek tek kimin ne söylediği değil, söylenenlerin emekçi sınıflardaki ve yüzünü sola dönmüş kesimlerde yaratmış olduğu etki ve tahribattır!
Neye bakacağız, neyi referans alacağız, ülkemizde sol siyaset adına neyi savunacağız? Bütün bu soruların, bugün yüzünü sola dönmüş kesimler açısından nasıl bir ihtiyaç olduğu açık olmalı. Türkiye sosyalist hareketi, tam da bu nedenle, büyük bir sorumlulukla karşı karşıya.
Bugün de benzer analiz, tespit, siyasal hedef “sıkan” ve solda büyük bir bulanıklık yaratan odaklar varlıklarını koruyor.
Dün dündür, bugün bugündür demeyeceksek, bugün söylenenlerin de, dün söylenenler gibi, büyük manipülasyonlara neden olacağı ihtimali ortadayken, dün söylenenleri masaya yatırarak ne demek istediğimizi daha açık ifade edelim.
Yalçın Küçük’ün yarı-devrimi
7 Haziran seçimlerinde HDP’nin yüzde 13 oy almasından sonra Yalçın Küçük coşmuştu. Etrafındaki herkesin HDP’ye oy attığını söyleyip, AKP iktidarına büyük bir tokat vurulduğunu, AKP’nin artık iktidarda kalamayacağını, yaşananlara 3. Meşruiyet tanımlaması yapıp devrim oluyor diye günümüzün tabiriyle “gazı vermişti.” “Gazı mı verdi”, “gaza mı geldi” bilenemez tabi. Fransız siyasi tarihinden örneklerle süslediği, ancak çoğu zaman ne dediği kimse tarafından anlaşılmayan, arasındaki bağları kurmak için uğraş verilmesi gereken, kesik, keskin ve mutlak sonuçlarla bezenmiş sözlerin arasında “yarı-devrim” kavramını pat diye ortaya atmıştı. Devrimlerin yarıda kalıp kalmayacağı gibi kaba bir analizi bir tarafa bırakırsak burada söylenen eğer 3. Meşrutiyet benzetmesi ise, bunun devamının geleceği anlamında bir “yarım olma” halinden bahsedildiği açık olsa gerek.
Ancak olmadı. Üzerinden 2,5 yıl geçen sürece baktığımızda bırakın yarım ya da çeyrek olmasını, tam tersine önce gerici bir Cemaat darbesi arkasından gerici bir AKP darbesi ile baş başa kaldı ülkemiz.
Dahilik mi, gel-git akıl mı, yoksa komedyenlik mi bilemiyoruz. Ancak Türkiye sosyalist hareketinde nev-i şahsına münhasır kişiliği ile bilinen bir aydının bugün Amerikan işbirliği tartışılan Kürt siyasi hareketi üzerinden Türkiye’de bir devrim beklentisi içinde olması herkesin aklına mukayyet olması gerektiğini bir kez daha gösterdi. Türkiye’de yaşanan sonraki gelişmelere, bu ülkenin toplumsal ve siyasal yapısına baktığımızda ortada açık seçik olan tablonun “yarı-devrim” diye açıklanması ciddi ciddi ifade edilebildiyse, herkes aklına mukayyet olmalı…
O dönem estirilen rüzgar da böyleydi. AKP iktidarının geriletilmesine karşı HDP’nin kuyruğuna takılan sol hareket, “AKP gidiyor bir tekme de biz vuralım” diye kendini meşrulaştırıyordu. Rüzgar esiyor, aç yelkenleri… Hedef, pusula, dümen, yol hak getire… Gaza gelinmişti, gaz verilmişti, AKP’nin geriletilmesini “seçim sandığına” sıkıştıranları hayat, ne yazık ki, tarumar etmişti.
Bugün başkanlık meselesinin gündeme geldiği bir gerçeklik karşımızdayken, bundan 2,5 yıl önce ortaya saçılan görüşlerin ezikliğini duyan yok. Emperyalizmin Ortadoğu politikalarını analiz edemeyen solun, Kürt siyasi hareketinin nereye düşeceğini bile göremediği 7 Haziran seçimlerinin üzerinden geçen sürece bakarak, umarız bugün ABD-PYD işbirliğine bakarak belki bazı sonuçlar çıkartabilir. FETÖ’den tutuklanan, liberalizmin ve ABD’ciliğin temsilcisi sivri dilli Nazlı Ilıcak’ın bile oy verdiği bir partiye Türkiye devrimcilerinin kuyruk olması ne acıydı. Uyuşturucu kaçakçılığı iddiası ile kurucusu olduğu AKP’den istifa eden Dengir Mir Mehmet Fırat’ın, “türbancı” Hüda Kaya’nın, şeriatçı Altan Tan’ın milletvekili adayı olduğu bir partiye bu ülkenin ilerici birikimini oy atmaya çağırmanın ağır vebali sonraki gelişmelerle daha da ağırlaşmıştı. HDP güzellemesi yaparak dün yarı-devrim saptaması yapan Yalçın Küçük, bugün Afrin Operasyonu ile birlikte Kürt siyasetine “Amerikan askerleri” tanımını pat diye yapıştırıveriyorsa işte burada durmak gerek.
“Dün bunları göremedik” demekle AKP’nin FETÖ’yü “göremedik, kandırıldık” demesi arasında hiç fark yok. Daha somut olarak resmettiğimiz bu fotoğrafın “yarı-devrim” olarak Yalçın Küçük tarafından tanımlanması ise en azından bu ülkenin komünistleri için daha ağır!
Birileri aklına mukayyet olamıyor, gaza geliyor, gaza getiriliyorsa, siz siz olun aklınıza mukayyet olun!
Perinçek’in devrimi
Perinçek, Yalçın Küçük’ten geri durur mu? Madem Yalçın Küçük “yarı-devrim” dedi, ver gazı Perinçek, sen de “devrim oldu” diye çık meydana!
Ve Perinçek çıktı meydana: “15 Temmuz devrimdir, Cerablus devrimdir, Rusya ile ittifak devrimdir, PKK ile mücadele devrimdir” diyerek AKP iktidarına desteği yüksek sesle dile getirmekten geri durmadı. Ama ABD ile AKP arasındaki ittifaka ya da AKP’nin gerici, baskıcı ve faşizan rejimine, dün olduğu gibi bugün de, tek kelime etmemektir!
Hatta daha ileriye giderek, bugün Suriye’nin parçalanmasının bizzat sorumlularından ve ABD tarafından kurulan cihatçı terör örgütü ÖSO’ya bile sahip çıkarak “devrimden” ne anladığını yeterince izah etmiştir!
Perinçek bundan böyle boy göstereceği mitinglerde Atatürk yerine Erdoğan resimli tişört giyerse kimse şaşırmasın. Birinci Cumhuriyet’i koruyacağım derken bugün AKP eliyle kurulan gerici İkinci Cumhuriyet’in “solu” olmak için dört nala gitmektedir. “Alışmış kudurmuştan beterdir” derler ya, sistemin ve düzenin “solu” olmaya alışık bir zihniyetin İkinci Cumhuriyet rejiminde kendi yerini yapma girişimidir bu. Türkiye sosyalist hareketi, bu geleneğin “işlevini” geçmişte de çok iyi bilmektedir.
15 Temmuz darbe girişimi Amerikancı bir darbe girişimiydi. 15 Temmuz darbe girişimi, aynı zihniyete, ideolojiye ve programa sahip FETÖ tarafından AKP’ye karşı yapılmış, bir iktidar çekişmesi ve emperyalizmin çıkarlarından başka bir şey değildir. 15 Temmuz darbe girişimi, ABD emperyalizminin Ortadoğu çıkarları için kendi işbirlikçilerini devre dışı bırakarak başka işbirlikçileri göreve getirme girişimi olarak kabaca görülebilir. Emperyalizm her ata oynar. Dün AKP-FETÖ-liberaller-ABD ittifakı ile birlikte bir karşı-devrim sürecine girişilmiştir. Bugünün bu ittifakın çözüldüğü ve yeniden kurulduğu bir karşı-devrim sürecinin yeni bir evresi olmak dışında bir anlamı bulunmamaktadır. AKP ne millici olmuştur ne de ABD karşıtı. Tersine, bugün AKP kendi iktidarını korumak için emperyalizmle ilişkisini daha fazla düzeltecek, kendi iktidar tekelini koruyacak önlemler alacaktır.
Belirleyici olgu emperyalist-kapitalist sistemdir. AKP iktidarı, Türkiye kapitalizminin emperyalizmle kurduğu bağımlılık ilişkisinin dışına çıkamaz. Çünkü gericidir, sermayecidir, işbirlikçidir. Çünkü sağcıdır!
15 Temmuz darbe girişiminden sonra yaşananlar ise tam bir AKP darbesidir. Bu darbeye tek laf etmeyip, 15 Temmuz’u devrim olarak görmek, AKP’yi de devrimci olarak görmek anlamına gelir. Herkes aklına mukayyet olmalı.
1923 Cumhuriyeti’ni yıkan AKP’nin, emperyalizmle arasında oluşan açıdan “devrim” sonucunu çıkarmak nasıl bir mantıktır sorusunu herkesin sorması gerek. Sovyetler yıkılmış, ardından Kemalizm de yıkılmıştır. Tıpkı bugün Arap ülkelerinde gördüğümüz Baasçılık gibi. Dün Sovyet düşmanlığı üzerinden sol düşmanlığı yapan Perinçek’in, bugün Rusçuluk üzerinden AKP’cilik yapması tarihi bilenler açısından hiç şaşırtıcı değildir. Şaşırtıcı olan ise dünün Sovyet düşmanlarının bugünün Avrasyacı kesilmeleri. Şaka gibi.
AKP bugün Ortadoğu’da , Amerikan planlarına karşı bir duruş içinde değildir. Halep’te Türkiye’nin tutumu tam da budur. Rakka’da, Musul’da ABD ile işbirliği yaparken, Cerablus operasyonunu ABD ile birlikte planladıkları basında boy boy çıkarken “15 Temmuz’da ABD yenildi, o yüzden devrimdir” açıklaması büyük bir laf ebeliğidir. Nasıl ki PYD’yi “seküler güç” olarak görüp, Rojava’ya devrim diyen solcular varsa, AKP’yi de aynı şekilde görmek benzer bir yöntemsel bakış açısından başka bir şey değildir. Hem PYD’nin hem de AKP’nin ABD emperyalizmi ile işbirlikçiliği ortada dururken, bu bakış açısının yöntemsel kaynakları sanırız “Maocu” ideolojinin izlerini taşıyor. Marksist diyalektikle ilgisi olmayan “baş çelişki-temel çelişki” gibi bir yanılsamayla bugün baş çelişkiyi temel çelişkinin yerine koyanların yöntemsel yanlışıdır bu. Temel çelişkiyi boş verin, baş çelişkiye bakın demektedirler. Birileri PYD’yi birileri de AKP’yi kutsarken emperyalist-kapitalist sistemin bütününe bakacakları yerde bir tür karikatür durumuna düşüyorlar.
Afrin Operasyonu’na NATO’dan, ABD, İngiltere, Fransa başta olmak üzere emperyalist devletlerden her hangi bir itiraz gelmesine tek kelime etmeyen Perinçek’in “devrim” saptaması sizce ne tarafa düşüyor? Ulusalcılık adına AKP destekçiliği sizce nedir?
Sol siyaset bu değil
O yüzden bundan neredeyse 2 yıl önce HDP’nin peşine takılanlar bugün CHP ilçe örgütlerinin kapısından ayrılmayacaklar! Bazılarının da ifradı kaçırıp AKP’nin peşine takılmaktan geri durmadıkları gibi.
Onların ruhu Yenikapı ruhudur! Bu ruhun Yenikapı’ya giderken geçtiği yer ise CHP’nin Taksim Mitingiydi! CHP mitingine devrimcilik diye katılıp, CHP soluğu Yenikapı’da alınca Galata Köprüsü’nde kalıverdiler!
Nasıl dün Yenikapı ruhu diyerek AKP’nin peşine takılanlar olduysa, bugün de Afrin Operasyonu gerekçe gösterilerek cumhuriyetçi, laik ve seküler toplum, ulusalcılık adına AKP’nin peşine monte edilmek isteniyor. Dün “devrim” diyerek bunun yolunu çok güzel yapmışlardı.
Devrimci siyaset bu değildir. Siyaset hiç değildir. Bunu siyaset diye yutturanlara karşı aman ha siz siz olun aklınıza mukayyet olun!
Aklımızla oyun oynuyorlar. Koca koca adamlar “devrim” diyorlar, ülkemizin içinde bulunduğu karanlıktan, ÖSO’dan devrim çıkartacak bir saçmalığı siyaset diye gündeme getiriyorlar.
Yarı-devrim tezi çökmüştür, devrim tezi yanlıştır. Önce bu çöken ve yanlışlanan tezlerin hesabı verilmelidir. Hem ülkemizin geldiği nokta hem AKP’nin yaptıkları hem de bugün Kürt siyasi hareketinin geldiği yer, ampirik ve objektif olarak bu tezleri çürütmüştür.
Siz siz olun aklınıza mukayyet olun. Türkiye sosyalist hareketinin sağa sola çekiştirilmesine izin vermeyin.
Bu komediye izin vermeyin! Komedi ciddi bir iştir ve sahnede sergilenir, siyasette değil!
Bu ülkenin komünistleri, sol adına bu kepazelikleri temizleyecektir. Bu da bizim sözümüz olsun!