Siyasal İslamcılığın son 10 yılda uluslararası siyasette belli bir ağırlık ekseni taşıdığı somut bir durum.
Tek başına emperyalist merkezlerden üretilen “İslamifobi” meselesi değil bu. Bunun da irtibatlı olduğu bir şekilde siyasal İslamcılığın emperyalist-kapitalist dünyada rolüne dair yeni bir sürecin şekillendiğini söylemek gerek.
Siyasal İslamcılık, kendisini büyük bir davaya adamış gibi gösteriyor. Ancak tarihsel olarak bakıldığında siyasal İslamcılık, son yüzyılda neresinden bakılırsa bakılsın emperyal güçlerin yönlendirmesi ve siyasetiyle belirlenen bir çizgiye ve çoğu zaman da işbirlikçiliğe dayanan bir geçmişe sahip. Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşımı üzerine emperyalist güçlerin kapışması şeklinde cereyan etti. Bu hikaye hepimiz tarafından biliniyor, ancak İslamcılık, tam da o dönem bizzat İngiliz emperyalizmi tarafından kullanılan bir yerel güç olarak Osmanlı’nın parçalanmasında devreye sokuldu. Suudi Arabistan, Irak, Ürdün ve birçok Körfez ülkesinin kurulmasında, İngiliz emperyalizminin masa başı harita çizimleri ve İslamcılığın siyasal bir enstrüman olarak devreye sokulduğunu gördük.
Tek başına bu değil. Hitler’in İkinci Dünya Savaşı’nda İslamcılık yine kullanılan bir araçtı. Nazi Almanyası’nın doğuda İslamcı güçlere nasıl destek olunduğu fazlasıyla biliniyor. Bugün Filistin davasının başlangıcı olarak gösterilen dönemin Kudüs Müftüsü Hüseyin’in Hitler Almanya’sı ve Mussolini İtalya’sından para aldığı artık tarih kayıtlarında somut olarak yazılıp çiziliyor. Müslüman Kardeşler teşkilatının İngiliz emperyalizmi desteği ile kurularak, bağımsızlıkçı Arap siyasetinin karşısına dikilmeye çalışıldığı yine kayıtlarda yerine alıyor. Tek başına Ortadoğu değil, örneğin Yugoslavya’da bile İslamcı güçlerin zamanında Nazi ordusu emrinde çalıştığı, sonra NATO emrine girdiği örnekleriyle karşımıza çıkıyor.
İkinci Dünya Savaşı sonrası, Hitler’in siyasal İslamcılar üzerinde kurduğu istihbarat ve siyasi örgütlenme, hemen ardından doğrudan CIA kontrolüne geçiyor. Sonrasında iki kutuplu dünya siyasetinde siyasal İslamcılık komünizm karşıtı bir güç olarak Ortadoğu’dan Afganistan’a, Sovyet Rusya’sına kadar her yerde kullanılan bir aparat olarak karşımıza çıkıyor.
Siyasal İslamcılık, emperyalizmin beşinci kolu olarak işlev gördü. Aynı şekilde ülkemizde de. Türk-İslam sentezi adıyla öne sürülen ideolojik yaklaşımın bir ABD projesi olduğu bizzat dönemin MİT yöneticileri tarafından açık olarak bugün ilan ediliyor. Ülkemizin NATO’ya girişi ile birlikte Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin kuruluşu ve bu derneklerde görev alanların sonrasında nasıl bir siyasal hüviyet kazandığı FETÖ ve Milli Görüş hareketinin tarihine bakılarak fazlasıyla görülebilir.
Bugün Ortadoğu’da bilumum cihatçı çetenin arkasındaki temel gücün emperyalizm olduğu yadsınamaz bir gerçek. Arada Suudi Arabistan, Katar, Ürdün, BAE gibi tampon devletlerin bulunması bu gerçeği değiştirmiyor. Tersine bu kukla devletlerin hepsinin ipi emperyalizmin elinde bulunuyor. Bugün Suriye’de yaşanan savaş, aslında emperyalizmin beşinci kol vasıtasıyla Suriye’yi işgal etme projesinden başka bir şey değil. Beyaz Miğferler olarak sunulan örgütlenmenin arkasında İngiliz istihbaratı bulunduğu basit bir internet araştırması tarafından açık olarak görülecektir. Bu kuruluşun arkasındaki zatın Türkiye’de hangi şirketi kurduğu ve şirket üzerinden nasıl para trafiği gerçekleştirdiği basına yansıyan iddialar arasında.
FETÖ darbesi, emperyalizm ve siyasal İslamcılar arasındaki ilişkiyi somut olarak göstermiyor mu? Enver Altaylı isimli şahsın yazdığı mektup, Sabah Gazetesi yazarı Mahmut Övür tarafından yayınlanmış, yıllardır emperyalizm güdümünde Türkiye’nin nasıl tutulduğunu ve tutulması gerektiğini anlatıyordu. Bu vaka bile ülkemizde emperyalizmin ahtapot kollarının nerelere kadar uzandığını göstermesi bakımından büyük önem taşıyor.
Bugün siyasal İslamcılık büyük bir tıkanma yaşıyor. Öncelikle radikal İslamcılığın, anti-komünist vurucu güç olarak kullanıldığı devir yavaş yavaş sona geliyor. Afganistan, Pakistan gibi ülkelerde başta olmak üzere El-Kaide, IŞİD gibi radikal örgütlerin ne yapılacağı sorusu bugün emperyalist merkezlerin gündeminde. İran’a karşı emperyalizmin saldırganlığı bu örgütlerin kullanım süresini uzatıyor. Radikal İslamcılığa alternatif ılımlı İslamcılık projesi de Arap Baharı düşünüldüğünde başarısız olan bir proje olarak görülmeli. Suudi Arabistan bile şeriattan ılımlı İslam’a kaymaya çalıştığını açıklarken, Tunus’taki Nahda laik anayasayı onaylamış, Mısır’da nüfus kimliklerinden din hanesinin çıkarılması gündeme gelmeye başladı bile.
Bütün bu gelişmeler ülkemizde siyasal İslamcılığı da yeni bir tartışmaya itmektedir. Bu tartışmaların bir boyutu ya da ekseni “milli kurtuluş savaşına” bakışta beliriyor. Örneğin Abdülhamitçi ve Akifci İslamcılar şeklinde bir tartışma yavaş yavaş yaşanıyor. Ancak bununla birlikte ülkemizde Diyanet-tarikatlar tartışması da arka tarafta yürüyen bir başlık olarak görülmeli. Her ne kadar ülkemizde tarikatların arkasında devlet gücü varsa da, aynı zamanda bu tarikatların arkasında yabancı başka güçlerin de bulunduğuna dair bazı iddialar gündeme getirilmiyor değil. Bunların başında da Süleymancılar geliyor. 1980 yılına kadar Diyanet’in Almanya’da faaliyetine izin vermeyen Alman devletinin Süleymancılara bu izni çok önceden vermiş olmasının bugün kamuoyuna sunulması gibi bilgiler, kafalarda soru işaretlerini gündeme getiriyor.
Bununla birlikte başka bir tartışma özellikle AKP içinde yaşanıyor. Tarikatlar ve İslamiyet kutuplu bir tartışmada Süleymancılar, Menzilciler, İsmailağacılar ve Nurcular hepsi aynı kefeye konarak, İslam ile Ehli-Sünnet bir değildir diyerek, bu tarikatların İslam dinini temsil etmediği yüksek sesle söylenmeye başlandı.
Bir başka tartışma ise yandaş basının bir kanadından geliyor. Karar Gazetesi, din ile rejimi ayırıyor, İslamiyet’in “kesin ve belli” bir rejim önermediğini iddia ederek, aslında laiklik anlayışının dinci versiyonu diyebileceğimiz bir söylem geliştirmeye çalışıyor. Siyasal İslamcılığın, muhafazakar anti-komünist bir güçten bağımsız bir siyasal harekete ve şimdi yeniden muhafazakar bir konuma dönüştüğünü ifade ederek, “neo-İslamcılık” tarifi yapıyor.
Son dönemde Kadir Mısıroğlu-Diyanet tartışması, Atatürk tartışması, tarikat tartışmaları, radikal-Ilımla İslam tartışması, Suudi Arabistan-Türkiye-emperyalizm arasındaki ilişkiler, Türkiye’nin Rusya’ya yakınlaşması gibi bir dizi olgu, siyasal İslamcılığın bastığı zeminin değişime uğradığını gösteriyor.
Siyasal İslamcılık, huzur getirmedi. Neredeyse dünyanın her köşesinde kan, terör, savaş ve gözyaşı bizzat siyasal İslamcılık eliyle var oluyor. İran’da yaşanan İslamcı rejimin, bir kurtuluş olmadığı her geçen gün beliriyor. Kapitalizme, sermaye ve tarihin sınıflar gerçeğini reddiye üzerinden, kimlik ve modernizm tartışması üzerinden kendisini var eden siyasal İslamcılık, kapitalist-emperyalist sistemin belirlenimi altında. İşte asıl gerçek bu. Siyasal İslamcılık, sermaye diktatörlüğünün egemenlik araçlarından başka bir şey değil. Bütün bu gerçekler, bütün saptırmalarına ve kutsallık kılıfının arkalarına sığınmalarına rağmen tek tek gün yüzüne çıkıyor.
Bu haber en son değiştirildi 30 Kasım 2018 09:43 09:43
Yenidoğan davası, duruşmanın altıncı gününde devam ediyor. Örgüt lideri olmakla suçlanan Dr. Fırat Sarı savunma…
NNA’daki habere göre “Kurtarma ekipleri, düşman savaş uçaklarının bir konut binasını hedef aldığı ve çok…
Türkiye Komünist Hareketi Tunceli İl Örgütü ,Tunceli ve Ovacık belediyelerine kayyum atanması üzerine bir açıklama…
İçişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamaya göre Tunceli Belediye Başkanı Cevdet Konak ve Ovacık Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül…
Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, Rusya'nın nükleer olmayan hipersonik ekipmanlarla donatılmış bir balistik füzeyi fırlatarak, Batı'ya…
Beyaz Saray Basın Sözcüsü Jean-Pierre yaptığı açıklamada ne ABD'nin ne de Ukrayna'nın bölgedeki gerilimi arttırmada…