Büyük bir coğrafi alana sahip olan Osmanlı Devleti 20. yy.’a gelindiğinde kaçınılamaz bir son ile yüz yüze kaldı; üç asırdır devam eden gerileme dönemi Osmanlı’nın parçalanması ile sonuçlanmıştı. Balkan Savaşı (1912) ile başlayan ve Birinci Paylaşım Savaşı ile fiilen dağılan imparatorluk, egemen devletler tarafından süratle yağma edilmeye başlandı. Bugün hepimizin bildiği-tanıdığı cumhuriyet kadrolarının mevcut durum içinde parçalanmayı yavaşlatmak dışında yapabileceği pek fazla bir şey bulunmuyordu. Yeni ve daha ileri bir devlet aygıtının kuruluşu ise mevcut durumu doğru kavrayıp daha ileri bir hamle yapılması ile aşılabilirdi. Bu açıdan geri kalmış, kapitalistleşme sürecini kaçırmış bir saltanattan, egemen bir ulus devletin oluşturulmasına giden yolda Lozan’ın anlam ve önemine dair birkaç hatırlatma yapmak gerekiyor.
Balkanlar’dan Kafkasya’ya, Ortadoğu’dan Afrika kıyılarına uzanan Osmanlı Devleti, son birkaç yüzyıldaki yaşanan önemli atılımları birer birer pas geçmişti. Sanayinin henüz gelişmediği eski dünyada, toprağa bağlı ilkel bir üretim biçimini ve İpek Yolu üzerinde önemli sayılabilecek bir ticaret hacmini elinde bulunduran Osmanlı, merkezi bir feodal imparatorluk görünümü taşıyordu. Eski döneme ait bu avantajlı durum, özellikle Avrupa’da başlayan sanayi devrimleri ve coğrafi keşifler sonucunda değişti. Artık mevcut ticaret yolları eskisi kadar itibar görmüyor, zenginlik ve ticaret Doğudan Batı’ya kayıyordu. Osmanlı’nın mevcut pre-kapitalist üretim ilişkileri, yapılan kısmi ıslahatlar (reformlar) ile onarılmaya çalışılsa da herhangi bir tarihsel sıçramaya denk düşmüyordu. Feodal sisteme dayanan Saltanat idaresi ise köklü bir değişim ihtiyacını öteleyerek, yüzyıllardır sürmekte olan düzeni korumaya ya da en iyi haliyle iyileştirmeye çabalıyordu.
Diğer taraftan toplumdaki değişim isteği özellikle Osmanlı aydınları üzerinde etkili olurken, bu arayışın yansıması olarak ulusçuluk akımları kuvvet kazanıyordu. 1876 yılında ilan edilen 1. Meşrutiyet bu arayışın ve zorlamanın sonuçlarından biriydi. Meşrutiyetin ilanıyla Osmanlı’nın ilk Anayasası Kanun-i Esasi ve 1877 yılından kurulan Mebusan Meclisi ortaya çıktı. Kısa ömürlü olan bu deneme 1878 yılında 2. Abdülhamit tarafından sonlandırıldı; Mebusan Meclisi kapatıldı ve Anayasa askıya alındı. Ardından gelen otuz yıllık süre, bir istibdat dönemi olarak 1908’e kadar sürdürüldü. Önemli bir tarihsel dönemeç olan 2. Meşrutiyet’in ilanı ile birlikte Abdülhamit tahttan indirildi ve Anayasa yeniden yürürlüğe girdi.
Bu önemli hamleyi 1923 Cumhuriyeti’nin temel dinamiği ya da etkileyeni olarak okumak mümkündür. Ancak Cumhuriyetçi kadroların Osmanlı reformcuları ile ayrıldığını baştan söylemeliyiz. Osmanlı aydını, reformcu ve ürkek kimliğini her daim muhafaza ederken, Cumhuriyetçilik daha radikal bir kopuşu temsil ediyordu. Bu açıdan “idare-i maslahatçılık” tespiti Osmanlı reformculuğuna yapılan devrimci bir eleştiriydi.
Birinci Paylaşım Savaşı temel olarak “Şark Meselesi” sorunsalı üzerine oturmaktadır. Şark meselesi ya da sorunu, yeni dünyanın egemenlerinin dünyayı teritoryal olarak yeniden paylaşması meselesidir. Bu meselesinin merkezinde kuşkusuz Osmanlı’nın geniş coğrafyası bulunmaktadır. Yorgun ve yoksul Osmanlı coğrafyası elinde bulundurduğu toprakların kontrolünü sağlamaktan uzunca bir süredir uzaktır. Savaşın neticesinde Balkanlar ve Arap coğrafyasının neredeyse tamamı kaybedilmiş, Doğu’da ise belli belirsiz bir sınır hattı kalmıştır. İşgal kuvvetlerine karşı önemli bir direnişin yaşandığı Çanakkale bile imzalanan Mütareke ile birlikte geçilmiş ve Osmanlı’nın başkenti İstanbul İngilizler tarafından işgal edilmiştir. 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesi ile birlikte Osmanlı kayıtsız şartsız silah bırakmıştır. Hükümette olan İttihat ve Terakki liderleri ise bir Alman torpidosuna binerek ülkeyi terk etmişlerdir. Anadolu’nun çeşitli bölgeleri Fransız, İtalyan ve Yunan kuvvetleri tarafından işgal edilmiş durumdadır. Bu tabloda emperyalizm tarafından dayatılan Sevr Antlaşması ise fiili parçalanmanın ve bölüşümün hukuki açıdan tescillenmesi anlamı taşımaktadır.
Tarihi verilere bu aşamadan sonra pek fazla değinmeye gerek yok. Çizmiş olduğumuz tablodaki çıkarımımız yalnızca Osmanlı’nın belli cephelerde savaş kaybetmesi değildir. Her şeyden önce mevcut Saltanat idaresi hem fiili olarak, hem de fikren tükenmiştir. Galip devletler tarafından dayatılanlar ise doğrudan egemenlik haklarının yok sayılması üzerine yeni bir düzlemi ifade etmektedir. Bu açıdan tarihsel bir ilerlemeye dayanmayan bir mücadelenin başarıya ulaşma şansı da bulunmamaktadır.
Lozan Antlaşması her şeyden önce emperyalizmin dayattığı Sevr’e ve parçalanma sonucunda oluşan emperyalist yağmaya itiraz niteliğindedir. Bu itirazın temeli Misak-ı Milli olarak bilinen siyasi manifestoya dayanmaktadır. Hesapta olmayan Anadolu direnişi bu siyasi manifestoyu ete kemiğe büründürmüştür. Bu açıdan baktığımızda Sevr ve Lozan arasında yalnızca toprak bütünlüğüne indirgenemeyecek farklar bulunmaktadır. Bubaşlıklara aşağıda değinmeye çalışalım:
Birincisi; Sevr, saltanatın sürdürülmesine olanak sağlayarak, emperyalizmin politikalarına uyumlu bir hilafet makamının Müslüman nüfus üzerinde hâkimiyet kurmasının aracıydı. Lozan ise Cumhuriyet’e dayanan Ankara Hükümeti’nin saltanata ait İstanbul Hükümeti’ne karşı meşruiyet dayanağıdır. Cumhuriyet arifesinde oluşan ikili iktidar Lozan ile birlikte ortadan kalkmış ve İstanbul Hükümeti tasfiye edilmiştir.
İkincisi; Sevr, mevcut feodal yapının saltanat eliyle devamını sağlarken, Lozan, aydınlanmanın bir neticesi olan modern anlamda bir ulus devletin egemenlik haklarının tanınmasıdır. Laiklik bu kazanımın bir sonucu olarak Cumhuriyet’e içkin hale gelmiştir.
Üçüncüsü; Lozan, toplumun padişah tebaası olmaktan kurtulup, yurttaş olma hakkının kazanımıdır. Bu açıdan, egemenliğin kayıtsız, şartsız millete ait olduğu sözü bilinenin aksine emperyalistlerden çok, Osmanlı’daki saltanat yanlılarına ve mandacılara karşı söylenmiştir.
Bugün ülkemizde Lozan’a dair yapılan türlü eleştirilerin temelinde Cumhuriyet ve kazanımlarıyla hesaplaşma girişimleri bulunmaktadır. Gerici ideolojinin Yeni Osmanlıcılık hamlesi ile hesaplaşma konusu yaptığı Lozan Antlaşması, Cumhuriyet’in bir kazanımı olarak görülmelidir.
PUSULA 1 – Emperyalist Paylaşım Savaşı ve Osmanlı
PUSULA 3 – Bugünden Lozan’a
PUSULA 4 – Ekim’den Lozan’a Sovyetlerin Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı’na Bakışı
Bu haber en son değiştirildi 22 Temmuz 2018 08:53 08:53
ABD'de Biden'ın Ukrayna'ya uzun menzilli ATACMS füzelerini kullanma iznini vermesi sonrasında Cumhuriyetçilerden sert tepki geldi.…
15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından Kızılay’a satışı gerçekleştirilen ve değeri yaklaşık 100 Milyon TL olan…
Eski Almanya Başbakanı Angela Merkel, yeni kitabında Donald Trump’ın baş başa görüşmede Trump’ın kendisine Doğu…
İstifa çağrılarına yanıt veren Sağlık Bakanı Memişoğlu, "Bebeklerimizin ölümüne engel olan bir kişiye niye istifa…
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, yasadışı bahis suçlamasıyla tutuklu olan 5 sosyal medya fenomeni hakkında 1 yıldan…
Sinan Ateş Davası’nda abla Selma Ateş'e yönelik saldırıyı azmettiren Servet Bozkurt'un, Ankara’da iki cinayet işlediği…