2019 yılında yapılması planlanan üç seçim öncesinde Türkiye’de sağdan sola kadar siyasi yelpazede seçim hareketliliği başladı. AKP iktidarı BBP ve MHP’yi yanına alarak “Milliyetçi Cephe” adını verebileceğimiz bir oluşuma giderken, buna karşı mücadelede Türkiye sosyalist hareketinin sağlam durması ve düzen yanlısı seçeneklerden uzak durması gerekiyor.
AKP iktidarının yerel seçimlerden başlayarak, 2019 yılı Kasım ayında yapılması planlanan başkanlık ve parlamento seçimlerine öncelikle Türkiye sağını konsolide ederek gittiği açık olarak görünüyor. Gerek toplumsal alanda milliyetçiliği yayarak, gerek Kürt düşmanlığına oynayarak, gerekse emperyalist planlar için dahil olunan Suriye gündemini Afrin operasyonu üzerinden kendi lehine döndürmeye çalışan AKP’nin pozisyonu kimseler için şaşırtıcı olmasa gerek.
Ancak bununla birlikte AKP’nin gücünü aldığı temel başlığın siyaseti tekleştirme kabiliyetinde olduğu ve aşağı yukarı her başlıkta bunun üzerinden ilerleyerek yarattığı kutuplaşmayı kendi lehine çevirmeye çalıştığı açıktır. Bir siyaset stratejisi olmanın da ötesinde, Türkiye’ye gerici, piyasacı ve tam boy işbirlikçi bir rejimin yerleşmesini sağlayan AKP bu yöntemi her zaman kullanmış, düzen muhalefetini de kendi isteklerine göre şekillendirmeyi başarmıştır.
Türkiye’de seçimlerin önümüzdeki iki yıl boyunca ülke gündemini kaplayacağı açıktır. Bu noktada Türkiye sosyalist hareketinin genel anlamda ya da tek tek özneler bağlamında alacağı kararlar önem taşımakta ve ülkemiz emekçilerinin sola bakışı açısından önemli bir noktada durmaktadır.
Türkiye solunun başındaki en önemli hastalıklardan bir tanesi CHP’ciliktir. Yeni ortaya çıkmayan bu durum önümüzdeki seçimler üzerinden de kendini güncel bir şekilde ortaya koymaktadır. AKP’ye karşı mücadele ile düzen siyasetinin konumunu ve Türkiye’de sosyal demokrasinin rolünü birbirine karıştıran solun bir bölümü kayıtsız şartsız CHP destekçiliğinden, seçimin farklı bölümlerinde CHP’ye yedeklenmek ya da örtük bir şekilde destek arasında gelgit yaşamaktadır.
Nedeni ise çok basit olarak görülmeli ve bilinmeli. CHP’yi dışarıdan ya da içeriden dönüştürmeyi, sola çekmeyi ya da CHP’deki sol unsurlar ile ittifak kurmayı hedefleyen bu yaklaşımın geldiği nokta CHP’ye akıl hocalığı yapmaktan öteye gidemez durumdadır. Yalnız bu akıl hocalığının akıntıya karşı kürek sallamanın ötesinde, bir yerden sonra CHP’nin sağa kayışını meşrulaştıracağını gözden kaçırmamak gerekiyor. Bu duruma güncel örnek olarak birini CHP içinden, diğerini ise dışından vermek mümkün.
2013 Haziran direnişi sonrasında Türkiye solunun topluma umut vermek için kurduğu, ancak bugün gelinen noktada iyice kadük hale gelen Birleşik Haziran Hareketi’nin (BHH) de bir bileşeni olduğu bilinen ve büyük tartışmalarla CHP’nin İstanbul İl Başkanı olan Canan Kaftancıoğlu bunun CHP içi örneğini oluşturuyor. Sol bir kimliğe sahip olduğu bilinen Kaftancıoğlu, geçtiğimiz hafta yaptığı açıklama ile Cumhurbaşkanlığı adaylığı için Kemal Kılıçdaroğlu’nun önerirken, Türkiye soluna da CHP’nin çevresini boşaltmama çağrısı yapmış oldu. Abdullah Gül’den Meral Akşener’e kadar namlı sağcıları CHP’nin destekleyebileceğinin konuşulduğu, CHP’den “ikinci Ekmeleddin” vakasının beklendiği bu günlerde Kaftancıoğlu’nun açıklamasının Türkiye solunu CHP’ye yedeklemek ve umut içerisine sokmak olduğu açık görünüyor. Bu durum elbette reel olarak Kılıçdaroğlu’nun şu an aday olup olmadığından bağımsız bir tartışma olarak ele alınmalı.
Yukarıda verdiğimiz örneğin bir diğer türünü ise CHP dışından CHP’yi dönüştürmek isteyen unsurlar oluşturuyor. Bunun tipik bir örneği ise yine geçtiğimiz hafta ortaya çıktı. Ara ara komünistler ile de fotoğraf veren Enver Aysever, katıldığı bir televizyon programında CHP’ye aday olarak eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’i önerdi.
Sosyalist bir aydın olarak bilinen Aysever’in bu önerisi doğal olarak CHP’ye yapılan akıl hocalıklarının bir diğer türü olarak görülmeli. Türkiye solunun yöneliminin CHP’ye endeksli hale getirilmeye çalışılmasının bir diğer türü olan bu yaklaşım, yine CHP’nin sağ bir aday profilinden uzak tutulmasına dayalı bir yaklaşımın ürünü.
CHP’nin Türkiye sermaye sınıfı ile olan ilişkilerini görmezden gelen, siyasal İslâm bu ülkede palazlanırken çarşafa takılan CHP rozetlerini ve 2014 seçimlerindeki Ekmeleddin İhsanoğlu, Mansur Yavaş ve Mustafa Sarıgül açılımlarını unutan, CHP’nin emperyalizm ile işbirliğini savunduğunu hasır altı eden bu yaklaşımlar ne yazık ki Türkiye’de sosyalizm mücadelesini kötürümleştirmekten başka bir işe yaramıyor.
Bunlar dışında bir de, Koç grubu tarafından Yılmaz Büyükerşen’e ödül verilmesinden büyük sermayenin Büyükerşen’i CHP’ye aday olarak işaret ettiği sonucunu çıkaranlar var ki, onlara artık hiçbir şey diyemiyoruz.
2015 yılında AKP ile Kürt siyasi hareketi arasında yürütülen pazarlık ve çözüm sürecinin sonrasında, liberaller ve Kürt ulusalcılığı tarafından Türkiye’ye umut olarak gösterilen HDP projesi AKP’ye karşıymış gibi görünüyor ama HDP’nin ülkemizdeki kapitalist sistemle ve emperyalizme eklemlenme ile derdi bulunmuyordu.
Tüm bu gerçekler ortadayken, gerek Selahattin Demirtaş’ın 2014 Cumhurbaşkanı adayı olması üzerinden aldığı oy oranı, gerekse 2015 seçimlerindeki HDP’nin yüzde 13 civarındaki oy oranı, AKP iktidarının yeter şart olarak görülmesi temel bir hata olarak ortaya çıkmıştı.
AKP iktidarının kuruluş ve yerleşme yıllarında sonsuz destek veren ve FETÖ ile yapılan işbirliğinin en kritik bölmesinde yer alan liberallerin, bu sefer HDP’nin arkasına geçerek AKP karşıtı bir çizgideymiş görüntüsü vermesi ise işin tuzu biberi olmuştu. Devamında ise Kürt siyasi hareketinin hendek siyaseti hem Kürt emekçilerinin, hem de HDP’de umut arayan kesimlerin umutlarının ortadan kalkması için yeterli oldu.
Gelinen noktada çözüm süreci – AKP karşıtlığı ikiliğine oturan HDP projesi güncel olarak sahneden çekilirken, yine liberaller ve Kürt ulusalcılığı tarafından HDP Türkiye’deki demokrasi mücadelesinin temel adresi olarak lanse edilmeye çalışılıyor.
Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinin tarihsel olarak Türkiye solunda yarattığı sempatiyi bir kenara bırakırsak, Kürt sorunu ve Türkiye’nin demokratikleştirilmesi olarak tarif edilen mesele liberallerin ve Kürt ulusalcılığının temel tezi olmaya devam ediyor. Bu gerçek ortadayken ve mesele salt bir “burjuva demokrasisi” sorunu olarak görülürken, Türkiye solunun Kürt siyasi hareketinin peşine takılması için bir neden bulunmuyor.
Son gelinen evrede ise HDP projesi oldukça sulandığı için, Kürt hareketi HDP eş genel başkanlığına anti-komünist ve yetmez ama evetçi kimliği aşikar olan Sezai Temelli’yi getirmekte beis görmüyor. Buradaki amaç ise açıktır. Dönemsel olarak sola açılmak, buradan toplumsal bir projeye yönelmek ve seçim politikasını oluşturmak.
Bu duruma Türkiye solunda hevesli olanlar ise birkaç tür olarak karşımıza çıkmaktadır. Geleneksel olarak Kürt siyaseti ile artık “kuyrukçuluk” seviyesine yükselmiş olan ilişkiye sahip olanlar açısından cephe HDP’nin çevresinde kurulmalı, herkes buna kayıtsız şartsız destek olmalıdır.
Daha ürkek ve çekingen olan bazı başka çevreler ise, meseleyi Türkiye sosyalist hareketi ile Kürt hareketinin solunu birleştirmek gibi süslü laflarla tarif etmeye çalışmakta ve bunun yolunu yapmaktalar. Eninde sonunda, HDP’nin gerek yerel seçimler, gerek genel seçimler, gerekse başkanlık seçimi açısından ortaya koyacağı strateji ve taktikler bu kesimler için belirleyici olacaktır.
AKP iktidarına karşı mücadelenin gereklerinin yerine getirmeyip kolay yoldan AKP’den kurtulma reçeteleri hazırlayan bir başka kesim ise seçimlerde HDP-CHP işbirliğinin sol tarafından talep edilmesi gibi gerçekliği olmayan liberal projelerden, başkanlık seçimlerinin ikinci turunda Meral Akşener ya da Abdullah Gül’ün desteklenebileceğine kadar gerici ya da karşı devrimci politikaları savunabilir hale geliyorlar.
“Demokrasi cephesinin” Kürt yoksulları üzerinden kurulacağını varsayıp, CHP’nin solda duran kesimlerini buraya eklemeye çalışan, sonuçta işi faşist Akşener’e bağlayan ve Türkiye solunu buraya meze etmeye çalışan bu çevreler aslında sermaye düzeninin içimizdeki Truva atları olarak görülmelidir.
Önümüzdeki seçimlere dönük tartışmalar bağlamında Türkiye soluna düşen görevler ise kısaca şöyle tanımlanabilir:
• Türkiye sol hareketinin ortak ve bağımsız bir seçim politikası oluşturması gerekmektedir.
• Bu seçim politikası HDP ve CHP’nin dışında bir hat olmalıdır.
• Bu hattın ana ilkelerini sömürü karşıtlığı, özelleştirmelere karşı mücadele, emperyalizme ve gericiliğe karşı tavizsiz duruş olmalıdır.
• Her platformda bu ilkeler çerçevesinde düzen karşıtı politik bir söylem geliştirilmelidir.
• Bu ilkeler çerçevesinde seçimlerde düzen karşıtı ve bağımsız bir duruş geliştirilmeli, gerekirse seçimlerde bunun toplumsal ayaklarının örülmesi için adımlar atılmalıdır.
• Ancak bu tür bir duruş Türkiye solunun sesinin seçimlerde büyümesini ve yaygınlaşmasını sağlayabilir. Tersi durumda sosyal demokrat CHP’nin, liberal demokrat HDP’nin ya da içimizdeki Akşener ya da Gül’ün truva atlarının temsilcisi oluruz.
Bu haber en son değiştirildi 2 Mart 2018 10:07 10:07
ABD'de Biden'ın Ukrayna'ya uzun menzilli ATACMS füzelerini kullanma iznini vermesi sonrasında Cumhuriyetçilerden sert tepki geldi.…
15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından Kızılay’a satışı gerçekleştirilen ve değeri yaklaşık 100 Milyon TL olan…
Eski Almanya Başbakanı Angela Merkel, yeni kitabında Donald Trump’ın baş başa görüşmede Trump’ın kendisine Doğu…
İstifa çağrılarına yanıt veren Sağlık Bakanı Memişoğlu, "Bebeklerimizin ölümüne engel olan bir kişiye niye istifa…
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, yasadışı bahis suçlamasıyla tutuklu olan 5 sosyal medya fenomeni hakkında 1 yıldan…
Sinan Ateş Davası’nda abla Selma Ateş'e yönelik saldırıyı azmettiren Servet Bozkurt'un, Ankara’da iki cinayet işlediği…