Reklam
Kategoriler: Çeviri Odası

ÇEVİRİ ODASI | Ortadoğudaki bitmeyen savaşımızı nasıl başlattık

Reklam
Çeviren: Serpil Pehlivan

14 Temmuz 1958 gecesi geç saatlerde, KC-97 hava tankerimizle Kuzey Kutup Dairesi yakınlarında gizli görevdeki yalnız bir B-52’ye yakıt ikmali yapmaya gittim. Dönüş yolunda, üç numaralı motorumuz Gaspé Yarımadası’na yaklaşırken arıza yaptı. Maine’nin kuzeyindeki büyük B-52 üssü olan Loring’e acil iniş yapma izni aldık. İniş yaptığımız anda, pisti boşaltmamız emredildi. Birden geceyi korna sesleri kapladı. Karanlıklar içinde kırmızı ışıkları yanıp sönen cipler çıkıverdi ve her biri termonükleer bombalarla yüklü bekleme uyarısındaki dev bir B-52 sırasına doğru gitmeye başladılar. Uçuş ekipleri ciplerden koşarak uçaklara geçti. Birbiri ardına B-52’ler sekiz motorlarını çalıştırdılar, pistte ilerlediler ve karanlık gökyüzüne kalkış yaptılar.

Altı kişilik ekibimiz nihayet harekat binasına ulaştığında, oradan oraya koşuşturan adamlardan birini durdurduk ve “Ne oluyor?” diye sorduk.

Hızla uzaklaşırken kafasını çevirip “Lübnan’a gidiyoruz!” diye bağırdı.

Uçağımız onarıldıktan sonra ertesi gün, yani 15 Temmuz sabahı erken saatlerde Dow’a döndük. O günün ilerleyen saatlerinde her iki hava filosuna da savaş mürettebatı, hava filosu istihbarat subayından durum hakkında bir brifing verilecekti. Bu arada radyo bültenleri heyecanla güncel haberler veriyordu. Bir önceki gün Irak kralının devrilmesinin öncülüğünü, sol kanat devrimci subaylar üstlenmişti. Buna yanıt olarak Amerika Birleşik Devletleri, Lübnan’a, üç uçak gemisi ve iki filo destroyer de dahil olmak üzere yetmiş dört gemiden oluşan nükleer donanımlı bir donanma gönderiyordu. Amerikan denizciler kargaşayı bastırmak için Lübnan’a iniyorlardı.

Amherst’teki öğrenciliğim sorasında bir ara Ortadoğu tarihçisi olmayı düşünmüştüm. Bu yüzden bölgede karşı karşıya gelen devasa tarihi güçlerin farkındaydım ve Stratejik Hava Komutanlığı bombardıman uçaklarımızın bu karşı karşıya gelişte oynayacakları rolün ne olduğunu anlamaya çalışıyordum.

1950’lerin başlarında ve ortasında Arap dünyası, Avrupa sömürgeciliği ve kendi feodal monarşilerine karşı ayaklanmalarla doluydu. 1956’da Suriye, Fas ve Tunus, Cezayir’in uzun ve kanlı bağımsızlık savaşı tarafından parçalanan Fransa’dan bağımsızlıklarını kazandı. Britanya’nın geniş küresel imparatorluğu hızla parçalanıyordu. 1947’de Hindistan ve Pakistan olarak ayırdığı en büyük kolonisi olan Hindistan’ı kaybetmişti. Ertesi yıl da Burma’yı kaybetti. İmparatorluk, Mısır, Ürdün ve Irak’taki hakimiyetini kukla monarşileriyle bağları üzerinden sürdürmek için umutsuzca mücadele ediyordu; ancak Cemal Abdülnasır öncülüğündeki milliyetçi güçlerin I. Faruk’u devirmesi ve laik bir cumhuriyet kurmasıyla Mısır’da büyük bir yenilgi yaşadı. Bu yüzden 1955’te Britanya, Britanya, Pakistan, Türkiye, Irak ve İran arasında devrim karşıtı Bağdat Paktı kurdu. İki yıl önce, Amerika Birleşik Devletleri, İran’ın demokratik olarak seçilmiş hükümetinin devrilmesini ve Şah’ın vahşi diktatörlüğünün kurulmasını sağlamıştı. Nasır, Bağdat Paktı’na karşı çıktı, Cezayir’in bağımsızlık savaşını destekledi ve Soğuk Savaş sırasında hiçbir tarafta yer almadan her iki taraftan da yardım alabilecek küresel Bağlantısızlar Hareketini kurmada Hindistan ile işbirliği yaptı. Ceza olarak Eisenhower yönetimi, 19 Temmuz 1956’da Nil’in gücünü kullanmak ve taşkın arazisinde tarımı genişletmek için tasarlanan dev Asvan Barajının inşa edilmesinde söz verilen yardım teklifini geri çekti. Nasır’ın buna yanıtı, bir hafta sonra Süveyş Kanalı’nı kamulaştırmak oldu. İsrail, İngiltere ve Fransa hemen Mısır’daki Sina Yarımadası ve Süveyş’i işgal ederek kanalın birkaç ay boyunca kapanmasına neden oldu. Çoğu Amerikalı gibi, Jane ve ben de Ekim ayında Başkan Eisenhower’ın “yaşanan savaş haline ABD’nin katılmayacağı” sözüyle rahatladık ve işgalcileri paylayıp Birleşmiş Milletleri Mısır’dan çekilmeye zorladığında ülkemizle gurur duyduk.

Ama sadece üç ay sonra, Ocak 1957’de Başkan, “Orta Doğu’daki Durum Üzerine Kongreye Özel Mesajında” Başkan, Mart ayında Kongre tarafından ABD yasalarına eklenen bir süre sonra Eisenhower Doktrini olarak bilinecek olan bir politika açıkladı. Yasa, Başkana silahlı kuvvetlerimizi “uluslararası komünizm tarafından kontrol edilen herhangi bir ülkenin silahlı saldırılarına karşı yardım isteyen” herhangi bir Orta Doğu ülkesinin “toprak bütünlüğünü ve siyasi bağımsızlığını güvence altına almak ve korumak için” kullanma hakkı verdi. Peki, Lübnan böyle bir yardım mı istiyordu? Eğer istiyorsa, hangi “uluslararası komünizm tarafından kontrol edilen” ülke Lübnan’a karşı “silahlı saldırı” başlatmıştı? Britanya ile ABD’nin sadık müttefiki kralı daha bir gün önce devrilmiş olan ve Bağdat Paktı’nın ev sahipliğini yapan Irak mıydı? Suçlu daha büyük olasılıkla Suriye’nin Mısır ile birleşmesiyle Şubat 1958’de kurulan Birleşik Arap Cumhuriyetiydi (BAC). Ancak Nasır, Komünist Partiyi yasakladığından, Suriye de birleşmenin şartı olarak kendi Komünist Partisi’ni yasaklamak zorunda kalmıştı.

Gerçekten neler olup bittiğini anlamak için her iki filonun tüm subaylarının ve uçuş ekiplerinin toplanacağı bir araya geldiği hava filosu brifingini merakla bekliyordum. Kaskatı kolalanmış üniformasıyla hava filosu istihbarat subayı, üniformalarımızı çıkarıp uçuş tulumlarımızla oturduğumuz oditoryumun önündeki haritaya doğru yürüdü.

Elindeki tahta çubukla haritadaki konuma dokunarak “Mısır burada. “Şimdi Nasır adında bir adam tarafından yönetiliyor. Nasır, Komünist bir diktatördür. Ülkeyi ele geçirdiğinde yaptığı ilk şey, Süveyş Kanalını yasal sahiplerinden alarak Moskova’daki patronlarının çıkarlarına göre kullanmaya başlamak oldu. Birkaç ay önce de Suriye’yi ele geçirdi, işte o da burada” dedi ve tahta çubukla bir yeri daha işaret etti. “Buradaki ülke de Irak.” Çubuğun sesini duyabiliyorduk. “Dün Nasır’ın Irak’ta faaliyet gösteren kuvvetleri demokratik hükümeti devirdi ve başka bir Komünist devlet kurdu.

Şimdi, Lübnan’ın konumuna bakın. Tahta çubuğun sesi daha da vurgulu çıktı. “Lübnan tam ortada. Nasır’ın Komünist saldırganlığının bir sonraki hedefi. Geçtiğimiz ay Lübnan’daki Komünistler demokratik olarak seçilen hükümete karşı savaş açmaya başladılar. Meşru hükümeti korumak, dünya barışını korumak ve Komünistlere Özgür Dünyayı istila etmeye devam edemeyeceklerini göstermek için Lübnan’a indik. Buradaki hattı korumazsak, tüm Orta Doğu Moskova’nın eline geçecek” dedi.

Tabii ki bu senaryoyu bize bunları anlatan subay yazmamıştı. Aynı brifing, tüm Stratejik Hava Komutanlığı birimlerinde ve ABD ordusunun her bileşenine verilmişti. Gerçekte, Eisenhower Doktrininin sadece biraz basitleştirilmiş bir uygulamasıydı. Doktrini yürürlüğe sokmak için Başkanın, Birleşik Arap Cumhuriyetini dünyayı ele geçirme amaçlı uluslararası Komünist komplo tarafından kontrol edilen bir ülke olarak göstermesi gerekiyordu. Hava filosu brifinginden birkaç saat sonra, saat 6: 30’da ulusal radyo ve televizyonda yaptığı konuşmanın merkezi tam da buydu. Konuşmasında Irak devrimindeki “Sovyet ve Kahire” desteğinden ve Komünistlerin “dünya çapında doğrudan ve dolaylı saldırı” kampanyasının bir parçası olarak “minik Lübnan’da” yaşanan karmaşadan bahsetti. İşte böyle Eisenhower, “Komünistler 1947’de Yunanistan’ı ele geçirmeye çalıştı”, “1949’da Çin anakarasını ele geçirdi” ve “1950’den başlayarak Kore ve Hindi Çin’i ele geçirmeye çalıştı” iddialarını öne sürdü.

Brifingini tamamladığında subay “Sorusu olan var mı?” diye sordu. “Teğmen Franklin, sorunuz mu var?”

Ayağa kalkıp makul bir askeri duruşta söz aldım “Yani efendim, bu söyledikleriniz bildiri gibi. Nasır Komünist değil ve Orta Doğuda Komünist hükümet yok. Hatta Nasır, Mısır’da Komünist Partiyi yasa dışı ilan etti. Bence ülkelerini işgal ederek bu halkları Komünistlerin kollarına itiyoruz. Ve bence hava filosunun gerçek olan bitenleri öğrenmesi gerekiyor.”

Aceleyle yerime oturdum. Hava filosunda verilen bir brifingdeydim, üniversite sınıfında değil; ne yapacaklardı şimdi bana? Yüzbaşı için işi daha da kötüye götüren, kendisiyle tartışan ukala adamın, uçak filosunun istihbarat subayı olmasıydı. Yüzü kızardı, tereddütle etrafına baktı ve uçak filosu komutanı Albay Zethren’e gidip bir şeyler fısıldadı.
Sonunda Yüzbaşı, “Teğmen Franklin, biz sadece buradakilerin durum hakkındaki temel unsurları anlamalarını istiyoruz. Daha karmaşık ayrıntıları sizinle özel olarak konuşmaktan memnuniyet duyarım. Lütfen filo karargahında yanıma gelin” dedi.

Hava Kuvvetleri kariyerim boyunca yaptığım tek politik eylemim bu olmuştu. Tabi buna politik eylem diyebilirsek. Belki de daha çok sürekli liseden uzaklaştırılmama neden olan yerli yersiz konuşmalarım gibiydi. 1958 yılındayken ileride koca ağzımın başını daha ne kadar belaya sokacağına dair hiçbir fikrim yoktu.
Filo karargahına çıktığımda, en azından bir kınama ve hatta belki de askeri mahkemeye çıkarılma tehdidi alacağımı düşünüyordum. Ancak karşımda telaşlı ve utanmış gözüken ve ona bir iyilik yapıp “askerlerin kafasını karıştırmamamı” isteyen bir yüzbaşı vardı. “Sonuçta,” dedi, “bizden politika yapmamız değil sadece uygulamamız isteniyor. İstihbarattaki sorumluluğumuz, askerlerin bu politikaları gönüllü olarak yerine getirmelerini sağlayacak şekilde açıklamak.”

Ne açıklayıcı bir ifade. Herhangi bir istihbarat subayı 8 Aralık 1941’de bu sözleri söyler miydi?

Ancak yüzbaşının sözleri, ta o zamandan beri Vietnam’dan Afganistan’a uzanan Orta Doğu ve Güney Asya’daki tüm savaşlarımıza ne güzel uyuyordu. Her biri, tarihi göz ardı eden basit bir gerekçe gerektiriyor.

ABD’nın Lübnan işgalini haklı göstermek amacıyla Cemal Abdülnasır’ı Sovyet kuklasına benzetebilmek için bolca kızıl makyaj kullanmaları ve Orta Doğu gerçekliğini tamamen göz ardı etmeleri gerekse bile, Soğuk Savaşın güzelim Özgür Dünyaya karşı uluslararası Komünist komplosu hikayeleri olduğunda bizi savaşa sürükleyen tüm istihbarat subayları, başkanlar ve kitleleri arkalarından sürükleyen herkesin hayatı çok daha kolaylaşıyordu. 1991’de Sovyetler Birliği’nin parçalanmasının ardından o işlerine gelen Soğuk Savaş hikayesi çöpe gittiğinde savaş tüccarları, halkı inandırabilecekleri hikayeler bulması çok daha fazla çalışmak zorunda kaldı.

Bu nedenle, 1991’deki Irak işgali, bir halka ilişkiler firması olan Hill&Sadl’ın uydurduğu Saddam Hüseyin ordusunun, bebekleri Kuveyt’teki kuvözlerden çıkararak öldürdüğü hikayesi ya da eli kulağındaki bir savaşı, savaşa gönderilen Amerikan askerlerimize sadakatimizin bir göstergesi haline getirmek için kullanılan üstüne tükürülen Vietnam gazisinin fazlaca etkili efsanesi gibi sahte hikayelere dayandırıldı. 2003’teki Irak işgalimiz, Saddam’ın hayali nükleer bomba ve Amerika’ya yağan kimyasal silahlar cephaneliğiyle ilgili melodramatik bir fanteziye dayanıyordu. 1958’de Başkan Eisenhower, “minik Lübnan’ı” “uluslararası Komünizmin” “askeri saldırısından” korumak için gerekli her türlü askeri eylemde, hatta nükleer yüklü B-52’ler ve Altıncı Filo uçak gemilerinde bile Kongrenin, basının ve Amerikan halkının arkasında olacağını biliyordu. 2003 yılına gelindiğinde karşısında kuşkucu bir Kongre ve gittikçe büyüyen bir savaş karşıtı hareket olan Başkan, savaşa girebilmek için Irak’ın sözde kıtalar arası insansız hava araçları, “ABD’yi hedef alan misyonlarda kimyasal veya biyolojik silahlarda kullanılabilecek büyüyen insanlı ve insansız hava araçları filosu” ve “Amerika üzerinde belirecek nükleer bulut” vesveseleriyle bizleri korkutmak zorunda kaldı.

Şimdi elimizde, istediğimize yakalanabileceğimiz bir çok balık yeminden oluşan bir kutuya benzeyen bir hikaye karmaşası var. Artık sıradan ifadeyle KİS’ler olarak bilinen kitle imha silahlarının yanı sıra (Irak, İran, Kuzey Kore ve Libya), Acımasız Zorba (Saddam Hüseyin, Muammer Kaddafi, Beşar Esad, Kim Jong-un, Vladimir Putin) ve Kötülük Ekseni (Irak, İran ve Kuzey Kore) var. Ve tabii ki, Rambo III’de Sylvester Stallone liderliğinde zafere giden görkemli Mücahitler olan 1978 yılında Afganistan’da silahlandırılan ve örgütlenen cihatçılar gibi, kahraman Özgürlük Savaşçıları ile karıştırılmaması gereken genel “kötü adamlardan” oluşan oyuncularıyla Teröre Karşı Savaşı da unutmamamız lazım.

1950’lerin olayları hakkında şimdi bildiklerimizle günümüzün Bitmeyen Savaşından geriye baktığımızda, gizlenmiş ve maskelenmiş gerçek amaçları bakımından oldukça tutarlı olan ABD Orta Doğu politikasının sürekliliğini açıkça görebiliyoruz.

1952’den beri Washington, özellikte Bechtel Şirketinin petrolünü Suudi Arabistan’dan Avrupa ABD’ye gönderilmek üzere Lübnan’ın liman kenti Sidon’a getirmek için inşa ettiği Trans Arabistan petrol boru hattındakiler olmak üzere ekonomik çıkarlarının güvenilir koruyucusu olarak hareket eden Lübnan’ın Hristiyan devlet başkanı Camille Chamoun’u finanse ediyor. Günümüzde Exxon, Mobil, Texaco ve Chevron olarak bilinen, o zamanlarda ABD şirketlerinin bir konsorsiyumu olan Aramco’nun (Arab-American Oil Company) sahip olduğu ve yönettiği Trans Arabistan petrol boru hattı, özellikle 1956’da İngiltere, Fransa ve İsrail’in Mısır işgalinden sonra Arap dünyasında yükselen anti-emperyalizm dalgalarının tehdidi altındaydı. 1958’de Lübnan işgalini resmi adı olan Mavi Yarasa Harekatının planlaması, Kongreden Eisenhower Doktrininin geçmesinden birkaç ay sonra 1957 sonbaharında başladı. Kısa süre sonra Lübnan’da, Müslüman nüfusun büyük bir kısmı ve hatta birçok Hristiyan Arabın Birleşik Arap Cumhuriyetine bağlanmayı istemesiyle iç savaş patlak verdi. 13 Mayıs 1958’de, Dışişleri Bakanı Dulles, Chamoun’a nasıl ABD askeri yardımı isteyebileceğinin ayrıntılı talimatlarını verdi; “Uluslararası Komünizm tarafından kontrol edilen herhangi bir ülkeden silahlı saldırı” olmadığı için talepte basitçe “Amerikan yaşamını ve mülklerini koruma” ve “Lübnan’ın bağımsızlığını ve bütünlüğünü koruma” yardımı istenmesi gerektiği bildiriliyordu. Aynı gün, Altıncı Filoya Lübnan’a doğru yol alma emri verildi. 26 Mayıs geldiğinde Altıncı Filo rutin olarak Lübnan kıyılarındaki ticari gemileri durdurdu. ABD istihbarat tahminlerine göre, Haziran ayının sonlarına doğru ABD askeri yardımına rağmen Lübnan topraklarının en fazla yüzde 30’u Chamoun hükümetinin kontrolü altındaydı.
Washington, Irak Kralı Faysal’dan hem Ürdün (kuzeni Kral Hüseyin tarafından yönetilen) hem de Lübnan rejimlerini desteklemesini ve böylece ABD müdahalesinde Arap bir bileşenin olmasını istedi. Faysal, İran sınırındaki Irak birliklerinin Ürdün’e taşınmasını emrederek yanıt verdi. Gitmeleri gereken rota, birlikleri Bağdat tarafına götürdüğünden subaylar, nefret edilen kraliyet rejimini devirme fırsatını kullanmaya karar verdi. Bağdat’ta neredeyse hiç dirençle karşılaşmadılar. 14 Temmuz günü sabah saat 6:30’da isyancılar, Bağdat radyosunda monarşinin sona erdiğini ve demokratik olarak seçilen bir başkan ve parlamento tarafından yönetilecek olan Irak Cumhuriyeti’nin kurulduğunu ilan ettiler. Bağdat’ta konuşlanmış olan ordu birlikleri de devrime katıldı ve şehir nüfusu sevinçle sokaklara döküldü; halk emperyalizm karşıtı sloganlar atıyor, Kral Faysal ile 1917’de Bağdat’ı ele geçiren İngiliz generalinin heykellerini yıkıyor ve eski Britanya İdaresini yakıyordu.

Bağdat’tan gelen haberler Chamoun’a ulaştığında, bir ay öncesinde, gizliden monarşiyi desteklemesine rağmen Washington’un daha Irak’ta yaklaşmakta olan devrimden hiç haberi olmadığı sırada Dulles tarafından dikte edilen talebi gönderdi. 14 Temmuz günü öğleden sonra Eisenhower, Altıncı Filoya Mavi Yarasa Harekatına başlama emri verdi. Resmi kronolojiye göre, ilk askeri harekat, Denizciler karaya çıkarken 15 Temmuz günü Lübnan saatiyle saat 1’den (Doğu Yaz Saatiyle sabah 7) önce başladı. Ancak, Loring’deki tecrübemizden öğrendiğim kadarıyla, bu B-52’ler, Stratejik Hava Komutanlığı Acil Durum Savaş Planını 14-15 Temmuz gecesi geç saatlerde Sovyetler Birliği’ne doğru termonükleer bombalarla giderek saatler öncesinden başlatmıştı.

Hava filosunda verilen brifing gibi Başkan Eisenhower’in 15 Temmuz’daki ulusa seslenişi de hepimizin gönüllü olarak hareket etmemizi sağlayacak şekilde politikayı açıklamak üzere tasarlanan bir brifingdi. Seslenişine Komünistlerin “1950’den başlayarak Hindiçin’i ele geçirme” çabası dediği şeyin 1958’de benim için pek bir anlamı yoktu. Birkaç yıl içinde, tarihte yapılan bu küçük tahrifi düzeltmek hayatımın merkezine oturacaktı.

Bu makale, H. Bruce Franklin’in Crash Course: From the Good War to the Forever War kitabından uyarlanmıştır.

Kaynak: How We Launched Our Forever War in the Middle East

Bu haber en son değiştirildi 25 Eylül 2019 08:34 08:34

Reklam

Önceki Haberler

Cumhuriyetçilerden Biden’a Ukrayna tepkisi: Üçüncü Dünya Savaşı için zemin hazırlanıyor

ABD'de Biden'ın Ukrayna'ya uzun menzilli ATACMS füzelerini kullanma iznini vermesi sonrasında Cumhuriyetçilerden sert tepki geldi.…

21 Kasım 2024 18:14

Kızılay, 100 Milyon TL değerindeki arsayı yarı fiyatına peşkeş çekiyor iddiası

15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından Kızılay’a satışı gerçekleştirilen ve değeri yaklaşık 100 Milyon TL olan…

21 Kasım 2024 16:45

Angela Merkel, yeni kitabında Donald Trump’ın Putin’den etkilendiğini yazdı

Eski Almanya Başbakanı Angela Merkel, yeni kitabında Donald Trump’ın baş başa görüşmede Trump’ın kendisine Doğu…

21 Kasım 2024 16:35

Sağlık Bakanı Memişoğlu’ndan istifa açıklaması

İstifa çağrılarına yanıt veren Sağlık Bakanı Memişoğlu, "Bebeklerimizin ölümüne engel olan bir kişiye niye istifa…

21 Kasım 2024 16:28

Yasadışı bahis soruşturmasında yeni iddianame: 5 fenomene hapis cezası talebi

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, yasadışı bahis suçlamasıyla tutuklu olan 5 sosyal medya fenomeni hakkında 1 yıldan…

21 Kasım 2024 16:25

Selma Ateş’e saldırıyı azmettiren Servet Bozkurt, elektronik kelepçeliyken Ankara’da 2 cinayet işledi!

Sinan Ateş Davası’nda abla Selma Ateş'e yönelik saldırıyı azmettiren Servet Bozkurt'un, Ankara’da iki cinayet işlediği…

21 Kasım 2024 16:16
Reklam