Daha fazla cesaret
Yaşanan çocuk istismarlarını, kol kırılır yen içinde kalır, zihniyetiyle yargıya taşınmasına engel olacak denli etkin. O bakanlık kadroları senin, bu bakanlık kadroları benim diyecek kadar devlet yönetiminde söz sahibi, bakanlıklar üzerinde baskı unsuru oluşturan bir hukuk. Yerel yönetimlerden akıl almaz miktarda paranın aktarıldığı, kamu kaynaklarının sonuna kadar ayaklarının altına serildiği, sahip oldukları maddi güç ile toplum üzerindeki egemenliklerini pekiştiren tarikat ve cemaatler.
Nuray Yenil
Emine’nin ve 10 yaşındaki kızının çığlıkları hala kulaklarımızda. “Ölmek istemiyorum, yardım edin lütfen”, ”Anne lütfen ölme”. Ölüm ile yaşam arasındaki çok ince bir çizgide çıkan bu çığlık sokaklara aktı, binlerce kadının çığlığına dönüştü. Emine’nin ardından başka kadınlar öldürüldü, başka çocukların gözleri önünde.
Daha birkaç hafta önce İstanbul Sözleşmesi’ni ”aile yıkılıyor” diyerek hedef tahtasına oturtan gerici ve yandaş kalemşorlar bugünlerde sus pus olmuş görünüyor. İstanbul Sözleşmesi tartışmaları şimdilik bir tarafa bırakıldı, idam çığırtkanlığı başladı yeniden. İdam tartışmalarından elbette kadın cinayetlerine, kadına yönelik şiddete bir çözüm çıkmayacağı aşikâr, zaten niyetin bu olmadığı besbelli. İslamcı kalemşorlar fırsattan istifade şer’i hukuka alan açma derdindeler. Siyasal İslam’ın bir proje olarak kaybettiğini bir süredir söylüyoruz. Çürüttükleri toplumsal alanda debelenmeye devam ediyorlar. Bir yandan kadın düşmanlıklarını aile kavramı ile kamufle etmeye çalışırken, öte yandan tarikat ve cemaatlerin günahlarının ağırlığı altında ezilmeye devam ediyorlar. Tarikat ve cemaat yapılanmalarındaki dejenerasyon, bu örgütlenmelerin yurtlarında yaşanan çocuk istismarları üzeri örtülemeyecek kadar su yüzüne çıkmış durumda. İlk defa tarikatlar tartışma konusu ve gayrimeşru ilan olunmuş… Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan tarikatları savunma işine soyunanlardan. Tarikat ve cemaatlerin varlığını memleketin bekasına bağlayacak kadar ileri giden Kaplan, bu yapıların yurtlarında yaşanan çocuk istismarlarına dair tek bir yanıt veremezken; denetimsizlikten dem vurmaktadır.
Bu dönem İslamcılar arasında iyi tarikat, kötü tarikat tartışmaları almış başını gidiyor. Efendim FETÖ tabi ki kötüymüş ama diğerleri öyle mi ya? Daha düne kadar Fethullah Gülen’e ”muhterem hoca efendi” hitabını uygun görenler, bugün de aldatılmadıklarını ispatla mükelleftirler. İşin bu kısmını bir kenara bırakalım, iyisi kötüsünü gelin toplumsal alanda sınayalım. Bugün ortalama her Türkiye yurttaşı bilir ki yazılı anayasa ve hukuk dışında toplumun yaşamını belirleyen başka yasalar, yazılı olmayan yasalar mevcut ve yazılı hukuktan çok daha etkindir. Yazılı olmayan bu hukuk savcı, hakim, bakan, cumhurbaşkanı ve sıradan vatandaş tarafından da kabul görür. Bahsi geçen hukukun tecellisini sağlayanlar ise tanıdık tarikat ve cemaatlerin ta kendisi. Bu hukukun içinde neler yok ki. Kadınlar için nasıl giyineceği, kiminle konuşacağı, sosyal hayatı ve dahi kiminle izdivaç yapacağı bellidir. Bu hukukun içinde toplanacak zekatın miktarı, nereye bağışlanacağı, bir vergi mükellefiyetinden dahi evla sayılır. Öyle bir hukuk ki çocukları örgün eğitime devam etmekten alıkoyacak, aşılamaya dahi günah diyecek, alternatif tedavileri bilimin karşısına çıkaracak denli güçlü bir hukuk. Bu hukuk, yoksul aile çocukları üzerinde hakimiyet kuracak, hayatına karar verecek, kime oy verileceği konusunda karar mercii haline gelecek kadar toplumun damarlarına yayılmış. Yaşanan çocuk istismarlarını, kol kırılır yen içinde kalır, zihniyetiyle yargıya taşınmasına engel olacak denli etkin. O bakanlık kadroları senin, bu bakanlık kadroları benim diyecek kadar devlet yönetiminde söz sahibi, bakanlıklar üzerinde baskı unsuru oluşturan bir hukuk. Yerel yönetimlerden akıl almaz miktarda paranın aktarıldığı, kamu kaynaklarının sonuna kadar ayaklarının altına serildiği, sahip oldukları maddi güç ile toplum üzerindeki egemenliklerini pekiştiren tarikat ve cemaatler. Bütün bu sistematik toplumsal projelerin normal kabul edildiği, her defasında bekasından endişe duyulan devletin üstünde duran, yargılanması namümkün olan bu yapılar bugün masumane denerek pazarlanıyor. Ve yazılı hukuku diledikleri gibi evirip çevirme hakkını ve gücünü buradan alıyor İslamcı kalemşorlar. Ülkemizde her gün kadınlar öldürülürken utanmadan sıkılmadan İstanbul Sözleşmesi iptal edilsin naraları atma cesareti gösteriyorlar. İstismarlar gündeme geldiğinde tarikatların suçlarını örtme gayretine giriyorlar.
Bugün tarihsel olarak haklı olanların, geleceği isteyenlerin cesaretle bu çürümüşlüğün üzerine gitmesi gerekir. Cinayetlerin, çocuk istismarının karşısına dikilmek yetmez. Gericiliğin karşısına dikilmek, çürümüş ve toplumu çürüten tarikat ve cemaatlerin karşısına dikilmek, bu köhnemiş düzenin karşısına dikilmek gerek. Kazanılmış haklarımızı savunmak yetmez, eşitliği, özgürlüğü, amasız fakatsız laikliği talep etmek gerek.