Dersim’in diline ve kültürüne solcular mı zarar verdi?

Dersimli aydınlar da doğal olarak marksizmi Türkçe okuyarak öğrendiler. Hiçbir zaman devlet dili olmamış olan Zazacada doğal olarak sol siyasetin kavramları mevcut değildi. Devrim, üretim ilişkileri, artı değer sömürüsü gibi kavramları Türkçede olduğu gibi Zazacada da uydurmak veya türetmek gerekiyordu. Açıktır ki devlet desteği olmadan bunun başarılması mümkün değildi. Devlet ise dilin konuşulmasını bile yasaklamıştı.

Candan Badem

SSCB’nin yıkılmasının ardından bütün dünyada esen gerici rüzgarlar solun içinden bir kısmının da sosyalizm iddiasını bırakıp çeşitli kimliklere tutunmaya çalışmasına yol açtı. Türkiye solu içinde önemli bir yer tutan Dersimli sosyalistler içinden de Dersimli (Alevi, Kürt, Zaza/Kırmanc, Kızılbaş) kimliğine sığınmaya çalışanlar oldu. Bu sosyalistler veya eski solcular geçmişe dönük eleştiri ve özeleştiri temelinde bazı suçlamalar yaptılar ve yapıyorlar. Bu suçlamaları yapanlara göre, sosyalistler, devrimciler Dersim’in diline, kültürüne, inancına zarar verdiler. Üstelik bu sosyalistler ve devrimciler halk tarafından dost olarak algılandıkları için devletten daha başarılı oldular. Türkçe siyaset yaparak Kırmanckiyi (Zazacayı) işlevsiz kıldılar, Dersim’i sol üzerinden başka bir asimilasyona tabi tuttular. Solcular Alevi dedelerini itibarsızlaştırarak Dersim’in inancını da tahrip ettiler. Böylece Dersimli sosyalistler adil bir Türkiye isterken kendi yurtlarında kendi dillerini ve inançlarını ortadan kaldırdılar. Suçlamalar özetle böyle.

Sosyalistlerin geçmişte hatalar yaptıkları elbette doğru. Özellikle sol içi şiddetin büyük zararları oldu sola. Ancak dil ve kültürdeki aşınmayı sosyalistlere bağlamak bazı sosyolojik gerçekleri ve  olguları gözardı etmek demek. Geleneksel Aleviliğin yani yalıtılmış köy cemaatine ve sözlü kültüre dayanan eski Aleviliğin bugün kaybolmuş veya kaybolmakta olduğunu hemen herkes kabul ediyor. (Bu konuda güzel bir çalışma için bkz. Rıza Yıldırım, Geleneksel Alevilik). Kentleşme ve modernleşmenin, geçimlik köy ekonomisinin ortadan kalkmasının, kapitalist ilişkilerin her yere girmesinin ve eğitimin zorunlu bir sonucuydu bu. Büyük şehirlerde üniversite okuyan Dersimli gençlerin (kızların ve erkeklerin) pirlerin, dedelerin otoritesini kabul etmesi mümkün değildi. Üstelik bu gençler devlet memurluğu, doktorluk ve mühendislik gibi mesleklere girdikçe köy hayatından zorunlu olarak koptular. Onların çocukları da şehirde büyüdü ve bu çocuklar ana babalarına göre dillerini daha da az konuşur oldular.

1960’larda Marksist klasikler yaygın bir biçimde Türkçeye çevrilmeye okunmaya başladı. Dersimli aydınlar da doğal olarak marksizmi Türkçe okuyarak öğrendiler. Hiçbir zaman devlet dili olmamış olan Zazacada doğal olarak sol siyasetin kavramları mevcut değildi. Esasen bu kavramlar dil reformundan önce Türkçede de yoktu, ancak yaratıldı. Devrim, üretim ilişkileri, artı değer sömürüsü gibi kavramları Türkçede olduğu gibi Zazacada da uydurmak veya türetmek gerekiyordu. Ancak bunu kim, hangi birikimle yapacaktı? Çok hızlı akan siyasetin ve hayatın temposu ve faşist saldırılar da sosyalistlerin buna zaman ayırmasına izin vermiyordu. Açıktır ki devlet desteği olmadan bunun başarılması mümkün değildi. Devlet ise dilin konuşulmasını bile yasaklamıştı. Dolayısıyla Dersimli sosyalistleri bundan dolayı suçlamak adil değildir. Her şeye rağmen ilk Zazaca yayınları yapanlar, şiir, öykü ve romanları yazanlar, kitap ve dergileri yayımlayanlar, anadilde eğitim talebini yükseltenler yine sosyalistler olmuştur.

Alevi toplumunun geleneksel önderleri olan pirler, dedeler, seyyitler otoritelerini, birbiriyle çok sıkı bağları olan köy cemaatinin kendi içindeki sorunları çözmek için devletin mahkemesine değil dedelere gitmesinden alıyorlardı. Oysa modern hayatın karmaşık sorunlarında ve devletle olan ilişkilerde dedelerin çözüm bulması mümkün değildi. Ayrıca bazı çözümleri okumuş insanların kabul etmesi mümkün değildi. Örneğin eşinden boşanmak isteyen okumuş bir kadının Alevi dedesinin eşinden boşanmama şeklindeki öğütüne uyması mümkün değildir. Aslında modernizasyon ve eğitim geleneksel Alevilik gibi Sünniliği de aşındırmıştır. Ancak Sünnilik devletin muazzam desteği ve Diyanet’in muazzam kadrosu ve bütçesi sayesinde, biraz da SSCB’nin yıkılmasının  yarattığı dinci dalga sayesinde ayakta durmaktadır. Alevi dedesi ise geçimini taliplerin gönüllü bağışlarıyla sürdürmeliydi. Oysa modern hayat herkes gibi dedeleri de sigortası, emekliliği olan bir iş aramaya itiyordu. Devletin memurluğunu yapan bir dedenin Alevi cemaati içinde saygınlığını koruması zordur. Esasen dedeleri itibarsızlaştıran yine dedeler içinden bazıları olmuştur. Bakanlar önünde ısmarlama semah ayini düzenleyenler, bir yandan belediyeden maaş alıp bir yandan da cemevinde (daha doğrusu devletin ibadethane olarak kabul etmediği bir dernekte) “dedelik” yapanlar, bazı kayyumlara övgüler düzenler herkesin malumudur. Bunları gözardı ederek suçu sosyalistlerin üstüne atmak doğru değildir. Sünni olsun, Alevi olsun, hangi inançtan olursa olsun emekçi halkın çıkarı, bütün dinlere eşit mesafede olan laik ve sosyal bir devlet ve düzendedir.

Aralov’un Anıları üzerine kısa bir not:

İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan Semyon Aralov’un Bir Sovyet Diplamatının Türkiye Anıları adlı kitapta yayına hazırlayan olarak adım geçmektedir. Ancak çeviride benim giderilmesini istediğim bazı eksikler ve bana ait olmayan bazı dipnotlar konusu, yayınevi ile aramdaki bir iletişim eksikliği yüzünden yeni baskıda da çözülmeden kalmıştır. Bundan dolayı, bu haliyle çevirinin sorumluluğunu kabul etmediğimi beyan ederim.