AKP ile mücadele ve yerel seçimler
Sağa karşı sağdan, düzen partisine karşı düzen partisinden beklenti yaratmak AKP’ye karşı mücadeleyi de zayıflatıyor. Komünistler bunun için yerel seçimleri en iyi şekilde değerlendirmek üzere hazırlıklarını tamamlıyor.
Daha önce de söyledik, tekrar etmek gerektiği de anlaşılıyor.
2014’te yerel seçim ve cumhurbaşkanlığı seçimi, 2015’te iki ayrı genel seçim, 2017’de “başkanlık rejimi”ne geçiş referandumu ve 2018’de cumhurbaşkanlığı seçimi. Tümünde benzer yöntemlerle yenilmeye çalışılan AKP her seferinde yeterli sonucu almayı başardı.
2019 yılındaki yerel seçimler için ise bir kez daha benzeri bir yaklaşım ortaya konuyor. AKP’nin bir “anomali” olduğu üzerine inşa edilen tezlerin altı seçimin ardından yedinci kez aynı şekilde tekrarlanmaması en akla yakın seçenek sayılması gerekirken maalesef böyle olmuyor. Ancak bu türden yaklaşımların sermaye sınıfının iktidarına ve onun siyasi uzantısı olarak AKP ile mücadeleye zarar verdiğinin de görülmesi gerekiyor.
Bu konunun anlaşılması için öncelikle AKP’yi koyacağımız yerin neresi olacağını belirlemek gerekiyor. AKP, örneğin belirli bir grubun Türkiye’yi ele geçirme projesi midir yoksa sermaye sınıfının bir kesiminin tam desteğini alan ama sermaye sınıfının genelinin çıkarlarını temsil kabiliyeti en yüksek olan siyasi temsilcilerinden biri midir?
Bu soruya verilecek cevap esasında AKP ile mücadele ve seçimlerin bunun içindeki yerine dair çerçeveyi belirleyecektir.
Öncelikle, sermaye sınıfının bütün bölmelerinin çıkarlarının tümüyle ortak olacağı önermesi doğru değildir. Bu sermaye sınıfının toplam çıkarının farklı siyasi partiler aracılığıyla temsil edilmesinin nedenlerinden biridir. Ancak bu burjuva demokrasilerinde yürütme görevini üstlenen siyasi partinin sadece ve bütünüyle bir bölmenin çıkarlarını temsil etmekle yetinebileceği anlamına da gelmez.
Bunun üzerinden AKP’ye bakarsak Demokrat Parti, Adalet Partisi, Anavatan Partisi ve Doğru Yol Partisi ile benzer bir çizgiye yerleşen bir siyasi parti ile mücadele ettiğimizi kabul etmemiz gerekir.
Devlet ihaleleriyle kendi zenginini yaratmak açısından AKP’nin öncekilerden esaslı bir farkı olduğunu düşünenler Özal ailesinin ilişkilerini, Demirel ailesinin “fotoğrafı”nı düşünmelidir. Örneğin Cem Uzan ile birlikte ilk özel televizyonu kuran Ahmet Özal. Yine örneğin Kamuran Çörtük, Cavit Çağlar gibiler ve Yahya Demirel, Murat Demirel gibiler. Bugünle arada niteliksel bir farklılık yoktur.
Burjuva partileri kendi zenginlerini yaratırlar, burjuva siyasetçileri akrabaları aracılığıyla ortaklıklar kurarlar. AKP bu açıdan yeni bir şey sunmamaktadır.
Öte yandan AKP’nin tüketimi arttıran ekonomi politikalarının finansmanı banka kredileriyle sağlamıştır. İnşaat işlerine yapılan yatırımlar ve fazlasıyla hızlı büyütülen konut inşaatı sektöründe talep de yine banka kredileriyle finanse edilmiştir. Yapılan yollar ile birlikte araç sayısı üç katına çıkarken finansman yine banka kredileriyle olmuştur. Tüm bunlar sayesinde Türkiye’de bankacılık sektörü her yıl rekorlar kıran karlılık oranlarına ulaşmıştır. Türkiye’nin otomotiv başta olmak üzere metal ve bankacılık sektörünün geleneksel İstanbul sermayesinin elinde olduğu gerçeği AKP’nin patronlara kazandırdıkları olarak okunmalıdır.
Bir başka açıdan 1980’lerden itibaren işleyen bir TÜSİAD projesi olan başkanlık AKP eliyle yürürlüğe sokulmuştur. 40 yıllık bir “rüya”nın gerçekleştirilmesini “tek adamlık peşindeki Saray rejimi” diye yok sayamayız. Üstelik “demokratikleşme” her daim diri tutulan bir “B planı” olarak cepte tutulmaktayken…
Son olarak tüm dünyadaki eğilimlere uygun olarak Türkiye’de de sermaye sınıfı gerici ve otoriter iktidarları tercih ettiğini not edelim.
Tüm bunlara karşın AKP’yi bir “anomali”, aykırılık sayma alışkanlığı ancak AKP karşısındaki düzen muhalefetini aklamaya yaradığı anlaşılmalı.
Daha düne kadar AKP’li, MHP’li olan veya başka kökenlerden gelen sağcılarla sermaye düzeninin değişmeyeceği anlamadan, İZBAN grevinde İzmir’de işçileri bir kez daha hedef haline getiren CHP yaklaşımının nihayetinde grev yasağı kararıyla AKP ile buluştuğunu görmeden birkaç belediyenin AKP’nin elinden alınmasının ülkeye bahar getireceğini düşünmek saflık değilse büyük bir siyasi ahmaklık barındırıyor.
Öyleyse yerel seçimler AKP’ye karşı mücadelenin sermaye düzenine karşı mücadelenin bir parçası olarak görülmesiyle anlam bulabilir. Sağa karşı sağdan, düzen partisine karşı düzen partisinden beklenti yaratmak AKP’ye karşı mücadeleyi de zayıflatıyor. Komünistler bunun için yerel seçimleri en iyi şekilde değerlendirmek üzere hazırlıklarını tamamlıyor.